İnsanın, beklenmedik bir durumla karşı karşıya kalması sonucunda verdiği şok tepkisi halidir inkâr aşaması. “Biz neyin içindeyiz?” sorusunun cevabını bulmaya ve yaşanılanları idrak etmeye çalışırken, psikolojik olarak derin ve yoğun bir sarsıntı yaşanmaktadır. Dolayısıyla sarsıntıya uğrayan diğer bir zemin ise psikolojik iyi oluş kolonunu oluşturan “güvende hissetme ve güven duymak” ihtiyacıdır.
Fatma YILDIZ
Uzm. Aile Danışmanı

“Anıların ayak izleri adeta zihinlerde belirgin bir lisana dönüşür de kalbi büyütürcesine orada yerleşir…”
Haz ve hız, modernite ve modern zaman, insanın zihni dünyasını besleyen, hayat felsefesine istikamet veren bir düşünce dayanağı vaziyetinde. Böylelikle zihinlerde ‘önce ben, benim isteğim, hep ben’ dedirten düşüncelerin sesi yankılanıyor. Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın deyimiyle “Dünyaya geldim gitmeye” ifadesi dünyadaki pozisyonumuzu, dış dünyayı algılama ve adlandırma biçimlerimizi ve en nihayetinde kişinin kendisiyle kurduğu ilişkiyi yeniden revize edebiliyor. Öyle ki 6 Şubat 2023 saat 04:17 itibariyle bir kez daha modernitenin bize sunduğu birçok meselenin enkaz altında kalışı ile yüzleştiğimiz bir anı deneyimledik. Ait hissetme ihtiyacıyla varlığımızı anlamlandırmaya çalıştığımız an içerisinde, gerçekliği tanımlamaya çalışmanın sancısını hissettik. Sahip olarak güçlendiğimizi zannettiklerimizin bizi terk edişleriyle; psikolojik, fiziksel ve ruhsal bağlamda bir sarsıntı da kendi içimizde yaşadık. İnşa edilen yapılarla birlikte, ‘ben’ üzerine inşa ettiğimiz var oluş anlamımızın da denetimden geçtiği bir sürecin eşlikçileriyiz. İsmet Özel’in, “Bakın, yaklaşıyor yaklaşmakta olan” deyimiyle yaklaşanın gelmiş olduğu gerçeğini kabul etmekte zorlanan insan; böylelikle şok ve inkâr aşamalarının yaşandığı bir kayıp ve yas sürecini geçirmekte.
İnsanın, beklenmedik bir durumla karşı karşıya kalması sonucunda verdiği şok tepkisi halidir inkâr aşaması. “Biz neyin içindeyiz?” sorusunun cevabını bulmaya ve yaşanılanları idrak etmeye çalışırken, psikolojik olarak derin ve yoğun bir sarsıntı yaşanmaktadır. Dolayısıyla sarsıntıya uğrayan diğer bir zemin ise psikolojik iyi oluş kolonunu oluşturan “güvende hissetme ve güven duymak” ihtiyacıdır. Bu bağlamda, travmanın doğası gereği korkutucu ve dehşet verici yanı, insanı aciz ve çaresiz hissettiren derin bir sarsıntı olduğu gerçeğidir. Travmaya işaret eden en belirgin nokta ise kişinin genel iyi olma durumuyla birlikte akıl, ruh ve bedensel sağlığına doğrudan ya da dolaylı olarak yöneltilmiş bir yaşamsal tehdit algısıdır. Kişi, travmatik yaşantıya maruz kaldığında ne yapılması gerektiğini ve nasıl hissedeceğinin bilinmezliğiyle karşılaşır. Dolayısıyla bilgileri kendi akışında birleştirerek bütünleyen beynin sağ ve sol kısımları o an idrak edemeyişin verdiği bir durumla bilgi akışını sağlayamaz ve bilgileri birleştiremez. Dolayısıyla beynin bazı bölgeleri arasında bağlantı sağlıklı düzeyde kurulamaz. Bununla birlikte travmatik yaşantı, beden ve biyoloji sistemi içinde acil bir çağrıdır. Savaş ya da kaç tepkisi gösteren mekanizma bazı anlar da hiçbirini yapamayarak don tepkisi gösterebilir. Büyük bir korku karşısında organizma hareketsizlik tepkisi ile paralize olmuştur. O an sinir sisteminin enerjiyi güvenli bir şekilde serbest bırakamayışıyla, bu uyarılma hali beden üzerine yönlendirilmektedir. Dolayısıyla beden üzerinde biriken enerji, kendisini çeşitli semptomlarla gösterebilir. Beden üzerinde biriken bu enerji kişide aşırı uyarılma ve irkilmeye sebep olur. Travmatik yaşantıyla ilişkisel olmasa dahi herhangi bir kaygı ve korku hali yaşandığında, travma yeniden uyarılabilir. Beynin hafıza ve öğrenmeden sorumlu olan kısmı ise travmanın etkisiyle daha az aktif hale gelmektedir. Bu süreçte kişi, problem çözme ve odaklanmakta, belirli anları hatırlamakta zorlanabilir. Bununla birlikte savaş ya da kaç tepkisi ile yaşamda var olabilmek amacıyla uyarılan mekanizma, aktif uyarılmaların etkisiyle beynin karar alma ve harekete geçmekten sorumlu olan kısmı, sağlıklı işleyişi de sekteye uğratabilir. Tekrarlanan bu kısır döngü, en nihayetinde bazı sinir taşıyıcılarının dengesini değiştirebilir ve bu durum çeşitli duygusal ruh hali değişimlerine, depresyon ve diğer travma sonrası stres bozukluğu semptomlarının ortaya çıkmasına neden olabilir.
Nörolojik bağlamda birçok etkilerin yaşandığı beyin mekanizmasında psikolojik ve ruhsal anlamda yaşamın işlevselliğine adapte olabilmek ve uyum gösterebilmek süreç alabiliyor. Örseleyici ve sarsıcı deneyimlerde stres etkeninin kendisine verilen bu tepkiler, stresin şiddeti göz önüne alındığında normal kabul edilmektedir. En nihayetinde anormal bir duruma verilen bedensel ve psikolojik stres yanıtları normaldir. Travma sonrası yaşanılan stres bozukluklarında birçok alt tip görülmektedir. Başlıca belirtiler arasında kaçınma semptomları olarak kişiye travmatik olayı hatırlatan olay, kişi ve durumlardan uzaklaşmak, konuşmamak, geri çekilmek ve o konu hakkında düşünmemek yaygın olarak görünür. Aşırı uyarılmaya bağlı olarak ise tetikte olma hali, irkilme, korku ve panik hissetmek, sinirlilik ve öfke patlama halleri, saldırgan davranışlarla birlikte suçluluk duyguları belirgin olabilmektedir.
Travmanın etkileriyle birlikte aynı zamanda duygusal bir acı süreci yaşanır. Yas ve kayıp süreci derin bir psikolojik sürecin de başlangıcıdır. Kişi bir kaybın neden olduğu duygusal, bedensel, davranışsal, ekonomik ve sosyal değişime adapte olabilme, süreçle uzlaşabilme gayreti içerisine girer. Duygusal dalgalanma yoğunluklarının yaşandığı bu süreçte sevdiklerinin kaybını yaşayan kişiler, onların varlıklarını hayatta hissetme ihtiyacı hissederler. Böylelikle rüyalarda kaybedilen kişiyi görmek, geri döneceklerine dair inanma isteği, bu isteğe bağlanarak inanma arzusu ve akabinde bir hissizlik, uyuşma hali hissedebilmektedir. Sevdikleri kişilerin var olmamaları, yaşadıkları dünyanın gerçekliğini ve anlamını sorgulatabilir. Beyin mekanizmasının potansiyelinde doğal iyileşme süreci işlemlenirken, süreç içerisinde yas devam etse de gerçeklik algısı dengelenmeye ve düzenlenmeye başlayabilmektedir. Kayıp duygusunun bir protestosu olarak ayrılığa gösterilen agresif, suçlayıcı tepkiler kişinin sosyal ortamda izole olma isteğine, saldırgan ve öfke eğilimlerine neden olabilir. Yaşanılan acı nedeniyle kişinin gerçeği değerlendirme yetisi işlev kaybına uğrayabilir.
Kayıp yalnızca insandan öte, anılarla yüklü olan nice hafızaların da kaybıdır aynı zamanda. Kişi kayıp duygusunu deneyimlerken, artık yaşanamayacak olan anıların da kaybını tutar. Yaşam içerisinde inşa edilen geleceğin, alışılan dünya ve yaşamın kederini de yaşar. Necip Fazıl’ın ifadesiyle, “Kaldırımlar, içimde yaşamış bir insandır. Kaldırımlar, içimde kıvrılan bir lisandır.” Anıların ayak izleri adeta zihinlerde belirgin bir lisana dönüşür de kalbi büyütürcesine orada yerleşir. Acımıza temas edip, hissettiğimiz duyguya elimizi uzatabildiğimizde, o elin omzumuza şefkatle dokunan bir ele dönüştüğünü deneyimleyebiliriz.
Kişiyi dış dünyadan koruyan, kendisini emniyette hissettiren ‘kapı’ en nihayetinde evlerinin kapısıdır. Güvendiği ve kendisini iyi hissettiren nesne ile oluşan yıkım ilişkisi aynı zamanda psikolojik bir güven kaybının da belirtisidir. Hz. Mevlana’nın, “Yaraların, ışığın içeri girdiği yerdir” ifadesiyle yıkılan kapılardan içeri uzatılan eller, içeri giren ışığın temsili misali. Kollektif iyileşme sürecinde travmaların açtığı yaralar bir aradalığın ve beraberliğin dayanışmasıyla şifalanabilmektedir. Kişinin var olabilmesi aynı zamanda bir ötekiyle kurduğu bağ ile mümkündür. Kişinin tekrar güvende hissederek, duygu durumunun stabilizasyonunu sağlayabilmek, dayanışmanın özü olan destek ihtiyacının ve sosyal destek kaynaklarının sağlanması ile doğrudan etkilidir. Yalnızlığın paylaşıldığı bu kaynaklar, birlikte olmanın onarıcı etkisiyle kişinin psikolojik ve ruhsal iyi oluşunu beslemektedir. En nihayetinde yas, tüm bu süreçlerle birlikte kişinin yaşamında başlayarak biten bir süreç değil, yaşam içerisinde sindirilerek dönüşmeye devam eden bir yaşamsal akıştır…