Hepimiz içimizde bir benlik kafesi taşıyoruz. Ama küçük ama büyük, bu kafesten azade bir fani yok. Ben de yok diyenlere aldırma, onların kendisi koca bir kafese dönüşmüşler de farkında değiller.
Mehmet BULAYIR

Uzaktan baktığında herkesi özgür sanırsın. Bir yol tutturmuş yürümektedirler nasılsa, kimi yaya, kimi dört teker üzerinde, kimisi gökyüzünde süzülür kendi özel uçağıyla; en çokta o uçanlara özenirsin, en özgür onlar sanırsın. Sonra döner kafesteki kuşlara bakarsın el kadar kafesin içinde ömür tüketmekteler; sonra bir gün hayvanat bahçelerine düşer yolun, ormanlara sığmayan aslan, beş on metrekareye sığmış, boynunu öne eğmiş, yan gelmiş yatmaktadır. Önce kızarsın sonra acırsın, kederlenirsin, hüzün kaplar kalbini. Aslında seni kedere sevk eden ne kuş ne de aslandır, kendi sıkıştığın kafesindir. Gitmek isteyip de gidemediğin, yapmak isteyip de yapamadığın, olmak isteyip de olamadığın ne varsa…
Sanırsın ki yoksulluktur seni daraltan; elini tutanın, bir omuz verenin olmayışıdır. Annenin cehaleti, babanın despotluğu, amcanın uzak ve cimri, teyzenin ilgisiz ve nobran oluşudur, öyle mi? Evet bu ve buna benzer şeyler birer perde ya da duvardır belki aşman gereken ama asla bir kafes değil. Sonra sevgili okur, her gideni özgür mü sanırsın? Ne büyük büyük masal! Her olanı tamam mı sanırsın? Ne büyük yalan! Bilmez misin her giden dönmeye mahkûm, her olanın bir tarafı eksik kalır. Asıl tamlık, gerçek özgürlük, varlıktan soyunmakla mümkündür, bir düşün? Her varlık biraz da olmayanların yükünü yükler senin omuzlarına, bu yüke talip misin? Sonra, varlık nasıl tamam olur hiç düşündün mü? Bir ev, bir araba, bir yazlık, yeni bir yatırım, borsada yükselen hisseler… Sürer gider, duymadın mı ilahi sözü? Bir vadi dolusu altına doyan gözler, diğer vadiye aç kalır. Her varlık, ateşe atılan odun misali, attıkça harlanan bir ocağa benzer. Varlığın bir emanet, taşınması ağır bir yük olduğunu bilmelisin, çare sahiplik iddiasından uzak olmak, kanaat ve infaktır, vazgeçmektir yani, bu ateşe başka su kâr etmez. Ve hak vaki olduğunda, hiçlik denizinde tam olur varlık arayışı, varlık sevdası insanın.
Hem sonra olmak dediğin şey nedir ki? Makam, mevki, şöhret… Evet bunlar sana diğer insanlar nazarında bir itibar sağlar, önünde eğilen çok olur, yüzüne alkışlayan, övgüler düzen, ama akşam olunca yapayalnız kalırsın. Hele de ömrünün akşamında. Makam sana emanettir, tıpkı güzelliğin gibi ne kadar fondöten sürsen ne kadar boyansan nafile. Alkışlar söner, etrafın tenhalaşır, makamlar devredilir, güzellik geçer, yapayalnız kalırsın. Belki o vakit etrafın çığlıkları ile bastırdığın içindeki o cılız feryadı duyarsın. Eğer sana bir ömür bahşedildiyse ve küçükte olsa bir kırıntı, bir köz kaldı ise çocukluk ateşinden; ne mutlu sana, son bir fırsat verilmiştir.
Ömrünün baharındayken, henüz vakit var iken, dön de zatına bak, dışında arama, asıl kafes senin içindedir. İçinde tutsak ettiğin cevheri gör! Bakmasını bilirsen orada iç içe geçmiş onlarca kafes göreceksin. En karanlık, en acımasız olanı da benlik kafesidir. Unutma dışarıda ne kadar var olursa insan, içinde o kadar yoksullaşır. En varlıklı, en güzel, en sözü geçen, en yüksek mevkiye sahip, en özgür… Her enlik besler eneni. Her “en” bir demir sütun daha atar benlik kafesine. Biraz daha genişletir diğer nefsin çeperlerini ve aksine daraltır kafesin içindeki seni, biraz daha koyulaştırır benlik kafesin karanlığını, ruhunun ışığı biraz daha söner, sesi biraz daha cılızlaşır.
Ve kibir ateşi öyle kuşatır ki seni, sanırsın sen Allah’ın en sevgili kulusun. Ufak tefek kusurların vardır elbet, bunları itiraf etmekten de özel bir haz duyarsın. Çünkü bilirsin bu itiraf seni yüceltir, imajını parlatmaya hizmet eder! Tevazun, göz kamaştırmaktadır. Bütün insanlar senin hizmetlerine hayrandır, sana hizmete amadedir, bütün emniyet şeritleri sana tahsis edilmiştir, kaybedecek vaktin yoktur, geçersin. Kurallar, yasalar sıradan insanlar içindir çünkü. Bütün günahlar, avama mahsus. Senin infakın yoksulların gözüne sokulmalıdır, çünkü insanoğlu nankördür. Senin bağışların altın harflerle yazılmalıdır, şehrin en işlek caddesine. Bütün televizyonlar senin başarı hikayelerinle açmalıdır ana haber bültenlerini. Bütün randevular önce sana verilmelidir. Sen misafirliğe gittiğinde ya da bir toplantıya teşrif ettiğinde, istediğin kadar oturmalı, istediğin kadar konuşmalı, istediğin zaman kalkmalısın. Sana ne yapacağının söylenmesi kimsenin haddine değildir. En güzel sofralar senin için kurulmalıdır. En pahalı saat senin kolunda parıldamalıdır. Bütün canlı cansız mevcudat, senin emrine amade olmalıdır…
Abarttığımın farkındayım sevgili okur, ancak bu saydıklarımın bazıları sana da tanıdık gelmedi mi? Hepimiz içimizde bir benlik kafesi taşıyoruz. Ama küçük ama büyük, bu kafesten azade bir fani yok. Ben de yok diyenlere aldırma, onların kendisi koca bir kafese dönüşmüşler de farkında değiller.
Bilmelisin ki bu kafesin duvarlarını nefsimizin talepleri örüyor. Terk ettiğimiz her masiva bu kafese ışık, yaptığımız her hasene bu kafesin kapısını aralayan sebeptir. Ve o kafesten sızan hikmetle mümin yüzler güzelleşir, makamlar âli olur…
Gerisi yalandır sözün.