Filistin Meselesi Anlatı Değil; Gerçeğin Ta Kendisi!

Yahudi sorununa çözüm iddiasında bulunan ve bu şekilde nüfuz kazanmaya başlayan Siyonizm, bugün ayakta kalabilmek ve taraftar toplamak adına Yahudi sorununu kendi eliyle üretir hale geldi. Hem dış politikada hem de Filistin topraklarında saldırgan tutumun arkasındaki bu gerçeklik; Siyonizmin yarının dünyasında barışın (!) değil, kriz sarmalının devamlılığına tekabül etmesidir.

Ahmet Faruk ASA

2023 yılı itibariyle Nekbe’nin üzerinden 75 sene geçti. Aradan geçen onlarca sene, işgal gerçekliğinin azalmanın aksine artarak devam ettiğini gözler önüne sermiştir. Serencamın bütününü ele almadan yalnızca son birkaç ayda yaşananlara bakmamız dahi, Filistin’deki Siyonist tehlikenin özünü ortaya koymaya yetecektir.

İlk kıblemiz ve miracımız olan Kudüs, bu sene de Ramazan ayında İsrail saldırılarının hedefi oldu. Mescid-i Aksa’ya düzenlenen toplu baskınlar, orada ibadet eden Müslümanlara yapılan saldırılar, ilahi hatıranın mevcut olduğu yapıya verilen zararlar, Müslümanların girişlerindeki engellemeler, ibadet edenlere yönelik saldırılar, buradaki ibadetgâhlara uygulanan kapatmalar, Yahudilerin burada gerçekleştirdiği ayinler, her türlü sosyal ve kamusal baskılar, İsrail’in Mescid-i Aksa üzerindeki düşlerinin yapı taşları olarak karşımıza çıkmakta.

İsrail, kendi içinde ne zaman bir siyasi ya da sosyal karışıklık yaşasa namlusunu Kudüs’e, Gazze’ye, Filistinlilere çevirerek dikkatlerin odağını değiştirmeyi hedefliyor. Krizlerin ve çatışmaların Filistinlilere bedel ödetilerek perdelenmeye çalışılması, bize Siyonist mekanizmanın zihin kodlarına dair bilgi veriyor.

Yahudi sorununa çözüm iddiasında bulunan ve bu şekilde nüfuz kazanmaya başlayan Siyonizm, bugün ayakta kalabilmek ve taraftar toplamak adına Yahudi sorununu kendi eliyle üretir hale geldi. Hem dış politikada hem de Filistin topraklarında saldırgan tutumun arkasındaki bu gerçeklik; Siyonizmin yarının dünyasında barışın (!) değil, kriz sarmalının devamlılığına tekabül etmesidir.

Bugün dünyada sömürgecilik ve yayılmacılık devam etmektedir. Filistin meselesi bu sömürgecilik ile beraber bir düzlemde ele alındığında daha yakından anlaşılmaktadır. Uluslararası sistemdeki sömürgeciliğin karşılığı neticesi ise İsrail’i oluşturmaktadır. İsrail, sadece sömürgeci olmakla yetinmemiş, yerleşik bir sömürgeyle Filistinlilerin yerleşme hakkını elinden alan kolonyalist bir yapı olmuştur.

Postkolonyal dönemde İsrail varlığı, klasik sömürgeciliğin dahi ulaşamadığı bir ırkçılığı, yerleşimciliği meydana getirmiştir. Belirli yönleri itibariyle apartheid olarak da tanımlanan İsrail, tüm faaliyetleri ile uluslararası hukuku hiçe sayan bir işgal gerçekliği meydana getirmiştir. Siyonizmin yarattığı krizi ve çatışmayı anlamak için komplike şekilde bu yaşananları ele almak gerekiyor. Yani siyonizm; yukarıda mezkur tüm insan hakları ihlallerini en uç safhada tatbik eden bir düzendir. Konuyu bu düzlemde ele almak, İsrail’in varoluş sürecinde “halklardan bir halk” olma iddialarının aksine, bekalarını normal olamamaya bağlamaları demek olacaktır. İsrail, normal bir devlet gibi görülmemelidir.

Mescid-i Aksa’ya yapılan saldırıların ardındaki Siyonist düşüncenin portresine baktıktan sonra bir de şiddet kültürünün arkasındaki aktörlere ışık tutmak, Siyonizmi ve Kudüs’e dair emellerini yakından tanımaya yardımcı olacaktır.

Kudüs ve Mescid-i Aksa’daki son dönemde yapılan ihlal ve saldırılarda ön plana çıkan bir isim var; İsrail Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben Gvir. Terör örgütü olarak tanımlanan ve 1994’te yasa dışı ilan edilen “Kach” grubunun bir üyesi olan Ben Gvir, siyasi kariyerini şiddet yanlısı eylemleri savunmaya adadı. Sekiz suçtan hüküm giyen Ben Gvir, Mescid-i Aksa’nın yıkılması siyasetini İsrail içinde en aktif yürüten isimlerden biri. Odasında El Halil katliamcısı Goldstein’in fotoğrafını koyacak kadar da şiddet yanlısı.

Mescid-i Aksa’da yapılan her saldırı, muhakkak ki Filistinlilerin akıllarına yaklaşık 30 sene önce El Halil şehrinde yaşlanan katliamı getirecektir. Bir sabah namazı baskın neticesinde onlarca Filistinlinin şehit edildiği bu elim olay, El Halil’de bulunan Harem-i İbrahim Camii’nde İsrail tarafından mekansal bölünme ile sonuçlanmış ve caminin yarısından biraz daha fazlası Sinagog olarak kullanılır hale gelmişti. Bugün benzer saldırı ve provokasyonların Mescid-i Aksa için de yapıldığını düşündüğümüzde; orada yaşayan Filistinlilerin nasıl bir teyakkuz ve irade hali içinde olduğunu daha yakından anlayabiliriz.

Smootrich de Kudüs’te şiddetin tırmanmasındaki siyasi aktörlerden biri. Filistinlilerin etnik temizliğini ve tehcirini savunan, bölgede kalmaları takdirdeyse ölmelerini savunan bir siyasetçi.

Dini Siyonizm partisinin bir diğer yetkilisi Simcha Rothman da Kudüs’te çıkan olayların ardındaki siyasi isimlerden bir diğeri. Mescid-i Aksa’nın yıkılmasını destekleyen Tapınak gruplarının bir parçası olan Rothman, burada yer alan statükonun Yahudilerin lehine değiştirilmesi gerektiğini savunuyor.

Ofir Sofer, Orit Strook, Almog Cohen, Amihai Eliyahu gibi pek çok Siyonist lider son dönemde İsrail kabinesinde kendine yer buldu. Bu isimlerin kendilerine denge unsuru olması muhtemel politik görüşteki bir siyasi değil; Netanyahu liderliğindeki hükümette olduklarını belirtmekte fayda var. Nitekim Netanyahu “Araplar bugün silahlarını bırakırsa şiddet son bulur. Fakat Yahudiler bugün silahlarını bırakırsa İsrail diye bir şey kalmaz” diyerek, siyasi istikbalindeki merkez düşüncenin şiddet ve çözümsüzlük olduğunu ortaya koymuştur.

Netanyahu sadece Kudüs ve Mescid-i Aksa özelindeki politikalarda değil; Filistin’in bütününde yerleşimci şiddetinin var olması, Gazze’nin ablukası, 48 toprakları bölgesindeki askeri vesayet ile de iç siyasi kaygılar etrafında şekillendirdiği iç siyaseti gözler önüne sermiş oldu.

Tüm bunların ışığında Filistin’in bütününde erkek-kadın ayırt etmeksizin direniş gösterilmesi, kültürün tüm unsurları ile korunma gayretinin gösterilmesi, Filistin meselesini Siyonistlerin görmek istediği bir anlatı değil, gerçeğin bizzat kendisine dönüştürüyor. Kendisine yönelik her türlü ithamı “antisemitizm” yaftası ile savurmaya çalışan İsrail propagandasına karşı, gerçeğin en yalın halini yine Filistin halkının kendisinde aramak gerekiyor.

Nüfusunun yarısından fazlası mülteci olmasına karşın, kendi topraklarında dahi mülteci olan Filistin halkı, 75 sene geçmesine rağmen topraklarına olan aidiyeti ve bilinci korumaya devam ediyor. Hızlı refleks gösterebilme, erken kenetlenebilirlik, seslerini doğru şekilde duyurabilme ve pek çok unsur bu bağın güçlenerek taşınmasına sebebiyet veriyor.

Sonuç olarak, Filistin meselesi dün ve bugün olduğu gibi yarınlarda da muhakkak gündemimizdeki ana konulardan biri olmaya devam edecek. Tarihsel gerçeklikler ve ilahi hatıranın verdiği mesajlar eşliğinde bu emaneti yarınlara nasıl tevdi edeceğimiz ise üzerinde kafa yormamız gereken temel konu. Değişimler ve dönüşümler eşliğinde bölgeyi doğru etüt edebilmek yola çıkılması gereken ilk durak olacaktır. Türkiye’de günden güne artan bir Filistin bilinci var. Bu hassasiyeti doğru kazanımlara dönüştürmek içinse altını dolduracak bilgi zeminini başta kendimiz ve çevremiz için oluşturma zorundalığımız var. Kudüs’ün işgal altına girişi tesadüfler sonucu olmadı. İslam dünyası olarak geçmişten bugüne, süreci bu noktaya taşıyan kırılmalara dair değerlendirmelerimiz, yarınlar adına sağlıklı planlamaları beraberinde getirecektir. Tabelacılığın geride kaldığı, sosyal dayanışmanın üst seviyede olduğu, maddi ve manevi desteğin esirgenmediği bir topluluk olabilmek, Kudüs konusunda bizden sonrakilere bu kapıyı aralamak olacaktır.