Kudüs’ün Sahih Haberleri ve Manası

Müslümanlar Kudüs hakkında Kur’an’ı, hadisleri, sahabe ve tabiinin nakillerini, İslam ulemasının görüşlerini esas alırlar. Bunlardan gelen haberlerin ve bilgilerin dışında ayrıca malumata da itibar etmek isterlerse muharref Tevrat ve İncil’den İslamî bilgilerle çelişmeyen ama belli oranda ayrıntı içeren malumatı da kullanabilirler.

Ömer LEKESİZ

Osmanlı Askerleri ve Devlet Adamları Kudüs’te.

Kudüs ad olarak Tevrat’ta geçmediği gibi Kur’an’da da geçmez. Ancak müfessirler Kur’anda İsra suresi’nin 1. ayetinde Kudüs’e açık olarak işaret edildiği görüşünde hemfikir olup, diğer ilgili ayetlerde ise ondan sembolik ifadelerle, ima ve işaretlerle birçok atıfta bulunulduğuna hükmetmişlerdir.

Örneğin Celalüddin el-Mahallî – Celalüddin es-Suyutî, Celaleyn Tefsiri’nde (Trc.: Orhan Ençakar – Abdülkadir Yılmaz, Yasin Yayınları, İstanbul 2021) Bakara 2/58, 114, 142-143 ve 259; Âl-i İmran 3/37, 57 ve 96; Mâide 5/26; Arâf 7/161-162 ve 167; Yusuf 12/100; İsrâ 17/7; Kâf 50/41. ayetlerini Kudüs’le ilişkilendirmiştir.

Bunların dışında, Eldar Hasanoğlu – Nuh Arslantaş tarafından yapılmış ve yakın zamanda yayımlanmış olan Kudüs – Vahiyle Kutsanan Şehir (AlBaraka Yayınları, İstanbul 2021) adlı kitapta “Müfessirlerin çoğu aşağıdaki ayetlerde işaret edilen ‘bereketli ve verimli memleket; mabet; kutsal toprak; evler ile incir ve zeytine andın ‘Kudüs’ olduğu konusunda fikir birliği içerisindedir.” kaydı altında, Beyt-i Makdis’in Mekki ayetlerde bereketliliği, Medeni ayetlerde ise kutsiyeti öne çıkarılır.” bilgisi de iletilerekşu ayetler zikredilmiştir: Âl-i İmran 3/39; Âraf 7/137; Enbiyâ 21/71, 81; Mâide 5/21; İsrâ 17/5-6; Sâd 38/21-22; Tîn 95/1.

Yine Abd al-Fattah el-Awasi’nin (Al Maqdisi) Beytülmakdis Bereket Daireleri Teorisi adlı çalışmasında da (Trc.: Emine Nur Kafalı – Kübra Arslan – Kübra Türk Beytülmakdis Çalışma Vakfı ve İHH ortak yayını, İstanbul 2016) Sebe 38/14. ayeti Kudüs’le ilişkilendirilmiştir.

Hz. Peygamber(sav)’in verdiği haberlerde ve hadislerde ise Kudüs, ağırlıklı olarak Beytü’l-Makdis terkibiyle açık ve tafsilatlı olarak şöyle zikredilmiştir: 

1-“Ebû Zer el-Gifâri, Hz. Peygambere sordum: Ey Allah’ın elçisi! Yeryüzünde inşâ edilen ilk mescit neresidir? O, Mescid-i Harâm’dır buyurdu. Tekrar sordum: Peki ondan sonra inşa edilen mescit hangisidir? O, Mescid-i Aksâ’dır diye cevap verdi. Bunların zaman açısından inşâ edilme aralığını sorduğumda bana, kırk yıl cevabını verdi…” (Buhâri, Ehâdisü’l-Enbiyâ, 11 (3366), 39 (3425); Müslim, Mesâcid ve Mevâdiü’s–Salât, 1-2 (520); İbn Mâce, el-Mesâcid vel-Cemâ’a, 7 (753); Nesâi, Mesâcid, 3 (771)).

2-“(İbâdet için) sadece şu üç mescide yolculuk yapılır: Mescid-i Harâm, Mescid-i Nebi ve Mescid-i Aksa…” (Buhâri, Fadlu’s-Salât, 1 (1189); 6 (1197); Müslim, Hac, 95 (511/1397); Ebû Dâvûd, Menâsik 94; Tirmizi, Salat, 126).

3-“Bir gün Meymûne Hz. Peygambere geldi ve “Ya Resûlellah! Beytü’l-Makdis’e (Mescid-i Aksâ’ya) gidip gitmeme konusunda bize ne buyurursunuz?’ dedi. Allah Rasûlü: Gidin ve orada namaz kılın! diye cevap verdi (ve sözlerine şöyle devam etti): Eğer oraya gidemez ve orada namaz kılamazsanız, bari oranın kandillerini aydınlatacak yağ gönderin! buyurdu. (Ebû Dâvûd, Salât, 14 (457). Bir başka rivayette Mescid-i Aksâ’nın kandillerinde yakılmak üzere zeytinyağı göndermenin, burayı ziyaret etmeye eşdeğer olduğu ifade edilmiştir (İbn Mâce, İkâmetü’s-Salât, 196 (1407). 

4-“Davud oğlu Süleyman Beyt-i Makdis’i inşâ ettiğinde Allah Teâlâ’dan üç dilekte bulundu. Bunlar: 1- Allah’ın hükmüne uygun hüküm verme kabiliyeti; 2- Kendisinden sonra kimseye nasip olmayacak bir idare; ve 3- (Kudüs’teki) Mescide sadece namaz kılmak niyetiyle gelen kimsenin, annesinden yeni doğmuş gibi (günahsız bir şekilde) oradan çıkması. (Hz. Peygamber Hz. Süleyman’ın bu dileklerini zikrettikten sonra sözlerini şöyle tamamladı): Ona bunlardan ilk ikisi verilmiştir. Umarım üçüncü dileği de kabul olmuştur?” (İbn Mâce, İkâmetü’s-Salât, 196 (1408); Nesâi, Mesâcid, 6 (693)).

5-Hz. Peygamber’in azatlısı Meymûne’nin naklettiğine göre, kendisine Kudüs’le ilgili sorular sorulan Hz. Peygamber (sav), “Orası mahşer ve menşer (yayılma) yeridir” buyurmuştur (İbn Mâce, İkâmetü’s-Salât, 196 (1407)).

6-Semüre b. Cündüb’ten (6. 60/680) naklen Hz. Peygamber’in “Siz Beytü’l-Makdis’te haşrolunacak; sonra Kıyamet günü bir arada toplanacaksınız” buyurduğu rivayet edilmiştir (Taberâni, el-Mu cemü’l-Kebir, VII, 264 (7076)).

Bunlarla birlikte, Mekke döneminde Kudüs’ün kıble olarak seçildiği ve bu uygulamanın Medine döneminde de bir süre izlendiği ve dolayısıyla bunun 16 ilâ 18 ay kadar sürdüğü bilindiğine göre, Kudüs’ün değeri, bizzat pratik hayata aktarılmış ve Hz. Peygamber’in verdiği haberler sahabe, tabiin ve İslam ulemasınca iletilen yeni bilgilerle artırılmıştır.

Örneğin Kudüs’teki ilk, yeryüzündeki ikinci mabedin Hz. Süleyman’dan önce Hz. Âdem, Hz. Nuh’un oğlu Sam ya da Hz. Ya’kub tarafından yapıldığı, Kudüs’ten Mekke’ye hac veya umre ziyaretlerinin kişinin günahlarının affını sağlayacağına dair bir hadisin daha zikredildiği (Ebû Dâvûd, Menâsik, 8 (1741); İbn Mâce, Menâsik, 49 (3001), bu hadisi nakleden ravilerin sahâbenin Beytullah’a yapacağı ziyareti bu nebevi buyruğa uygun olarak Kudüs’ten başlattığını ilettikleri (İbn Mâce, Menâsik, 49 (3002)) de bildirilmiştir.

Yine Hz. Süleyman’la ilgili yukarıda zikrettiğimiz hadis gereğince, Mescid-i Aksâ’da kılınan namazın sevabının -Kâbe ve Mescid-i Nebevi hariç diğer mescitlerde kılınacak namazların sevabından kat kat daha fazla olacağı (İbn Mâce, İkâmetü’s-Salât, 196 (1407)) da dile getirilmiştir.

Bu bağlamda Mirac hadisinin de altı özenle çizilmelidir. Hz. Peygamber isra (gece yürüyüşü) ile Kudüs’e vasıl oluşunu, kendisinde önceki tüm peygamberlere Beytülmakdis’te imamlık yaptığını ve namazı bitirdikten sonra Cebrail’in kendisine iki kâse sunduğunu, kâselerden birinde şarap, diğerinde ise süt bulunduğunu, süt dolu kâseyi seçmesi üzerine Cebrail ona fıtratı tercih ettiğini söylediğini; sonrasında birlikte gökyüzüne yükseldiklerini bu hadisten öğreniyoruz. (Müslim, İman, 74 (259).

Mekke gibi Kudüs’ün de korunmuş bir şehir olduğuna dair Hz. Peygamber’den gelen bir diğer haber de, onun değerine işaret olması bakımından mutlaka zikredilmelidir.

Bu bağlamda hadislerde yer alan haberlere göre, ahir zamanda ortaya çıkacak olan Deccal, her yeri işgal edecek ama Mekke ile Kudüs’ü zapt edemeyecektir (Taberâni, el-Mucemü’l-Kebir, Kahire 1994, VII, 189 (6797); Beyhakî, es-Sünenü’l-Kübrâ, III, 471 (6361); İbn Ebû Şeybe, el-Musannef, VII, 496 (37513)).

Kudüs’ün bu korunmuşluğu, Allah yolunda cihat eden bir topluluğa ev sahipliği yapmasında da görülecektir. Hz. Peygamber (sav) gelecek zamanlarda ümmetinden adalet üzere olan bir grubun mutlaka var olacağını; bunlar düşmanlara galip gelirken, düşmanların onlara hiç zarar veremeyeceğini söylemiş; bunlara Allah’ın emri geldiğinde ise sadece bir sadmenin dokunabileceğini haber vermiştir. Bu topluluğun nerede yaşayacağını soran sahâbeye Hz. Peygamber (sav), “Onlar Beytü’l-Makdis’te ve çevresinde olacaklardır” cevabını vermiştir (Ahmed b. Hanbel, Müsned: Tetimmetü Müsnedi’l-Ensâr (22319-22320); Taberâni, el-Mu’cemü”l-Kebir, XX, 317 (754)).

Bu bilgiler ışığında Kudüs merkezli olarak beyan etmemiz gereken ilk hakikat şudur:

Müslümanlar Kudüs hakkında Kur’an’ı, hadisleri, sahabe ve tabiinin nakillerini, İslam ulemasının görüşlerini esas alırlar. Bunlardan gelen haberlerin ve bilgilerin dışında ayrıca malumata da itibar etmek isterlerse muharref Tevrat ve İncil’den İslamî bilgilerle çelişmeyen ama belli oranda ayrıntı içeren malumatı da kullanabilirler.

Öte yandan Müslümanların Kudüs’le olan bağı, bir mana ve buna tabi bulunan bir şuur bağıdır.

Şöyle ki, bizim ‘el-Aksa’ dediğimiz yer, içinde medreselerin, özel isimleri ve hatıraları olan (Kubbetü’l-Ervah vb.)  kubbelerin, Ömer, Mervani, Burak, Kıble mescitlerinin ve elbette Hacer-i Muallak’ın zarfı olan Kubbetü’s-Sahra’nın içinde yer aldığı 144 dönümlük alandır.

Bu nedenle oradaki ihtiyar zeytin ağacına hürmetsizlik etmekle, Sahra’ya hürmetsizlik etmek arasında hiçbir fark yoktur.

el-Aksa’yı ziyaret için Beytullah gibi mikatlar ve özel bir giyinme şekli belirlenmemiştir. Ancak Müslümanların ilk kıblesi olarak el-Aksa, zikrettiğim 144 dönümlük alanla birlikte, onun çevresindeki geniş meskûn bir mahalli de çevreleyen (kadim zamanlarda yapılıp Kanuni Sultan Süleyman tarafından yeniden inşa edilmiş) surlardan itibaren hürmet gösterilmesi, edeple davranılması gereken bir yerdir.

İsrail terör devleti kimi büyük kiliselerin ve havraların da yer aldığı bu yere silahlı güçleriyle tecavüzde bulunmakla, aslında Hristiyanlarla, kendi içlerinde yer alan  ‘Allah’a ve ahiret gününe inanıp sâlih amel işleyenlere karşı da hadsizlik etmekte, saygısızlık göstermektedir.

Bu durumda İsrail terör devletinin söz konusu yerde neden olduğu tahribat, neticede insanların meydana getirdiği yapılarda olmakla tamiri de mümkündür.

Ancak (lütfen dikkat ediniz) İsrail terör devletinin asıl yapmak istediği tahribat, ‘Kudüs’ lafzının manasına yönelik bir tahribattır ki, bunun telafisi mekandaki tahribatın telafisi kadar kolay değildir.

İsrail terör devleti el-Aksa’da Kudüs’ün varlık nedeni olan ‘Kelime-i Tevhid’ ile ‘Kelime-i Şehadet’in her ikisinin birden söylenmemesini mümkün kılmak azim ve gayretindedir. Bu bir engelleme niyetinden de ibaret değildir, bilakis engellemeyi de gereksizleştirecek şekilde Kudüs’ü kendine göre yeniden dizayn etmeye teşebbüs etmektir. 

İsrail terör devletinin yok etmek istediği mana, ‘İbrahim, ne yahudi, ne de hıristiyandı; fakat o, Allah’ı bir tanıyan dosdoğru bir müslümandı; müşriklerden de değildi’ mealindeki ayetle (Âl-i İmrân, 67) tesis edilmiş olan manadır.

Hz. Peygamber’in (sav), kendisinin ne Musevi, ne İsevi şeriatla değil, ‘ata’sı Hz. İbrahim’in (as) dini üzere gönderildiğine dair vurgusu da bu manayı doğrudan İslam’a bağlamıştır.

İslam, kendisinden önceki şeriatları da içkin olmakla ‘müstakil’ son İlahi Din’dir. Kendisinden önceki şeriatlara mahsus maddi ve manevi emanetler onların ilgili kaynaklarınca zikredildiği için değil, onlar ancak ve ancak Kur’an ile Hz. Peygamber (sav) tarafından zikredildikleri için Müslümanlarca değerlidir.

Bu manada çeşitli tarihi bilgilerle donanmış da olsa Kudüs, fitilsiz ve dolayısıyla yanmayan bir kandil hükmündedir ki, o kandilin fitili İslam, o fitili ateşleyen de Müslüman olmadıkça, hakkındaki onca bilginin bir geçerliliği yoktur.

Hz. Peygamber (sav) önce miracının ilk mekânı olmasıyla, sonra hicretinin ikinci yılına kadar Kudüs’ü kıble edinmekle Musevi şeriatını önce İslam’ın içine çekmiş, sonra Beytullah’ın kıble olmasını arzulaması ve bunun İlahi bir karşılık bulmasıyla İslam’ı genelin üstünde özelleştirmiştir. Dolayısıyla kıble değişikliği red ile değil, Beytullah’ın Kudüs’ün önüne geçirilmesiyle gerçekleşmiştir ki bu ‘toplayıcı’ olan yeni şeriatın ‘yeni’ olmakla elde ettiği bir haktır, bir ayrıcalık, bir üstünlüktür.

Diğer bir söyleyişle ancak öne geçen, geçtiği şeye vaziyet edebileceği için Beytullah Kudüs’ün önüne geçmiş, onun lafızdaki karşılığını, en sahih mana ile buluşturarak varlığını güçlendirmiştir.

Hz. Ömer’in (ra) 638 yılında yani Hz. Peygamber’in vefatından hemen altı yıl sonra Kudüs’ün anahtarlarını bizzat oraya giderek kan dökmeden alması, deyim yerindeyse parçanın bütününe, ferin aslına iadesinin bir gereğidir.

İşte o gün Hz. Bilal (ra) ile birlikte Tekbir Dağı’ndan Kudüs’e giren Hz. Ömer, İslam’ı ve Müslümanları temsilen yukarıda zikrettiğim kandilin hem fitilini oluşturmuş hem de onu tutuşturmuştur. 

Ahir zaman şartları esasında, Hz. Meymune hadisindeki kandil ve yağ vurgusunu, Kudüs’ün kandili, kandilinde yağ ve fitil olmak şeklinde tefsirimiz mümkündür.

Zira, İsrail işgaline bağlı olarak, Kudüs’te ikamet eden muvahhidlerin hayatında vuku bulan fiili zulmü, bundan kaynaklanan huzursuzluğu, korkuyu, gelecek endişesini vicdan sahiplerine iletme sorumluluğunu yüklenerek, onları Kudüs’ten haberdar etmek, Kudüs’te / Kudüs’e kandil olmaktır.

Bu kandilin gerektirdiği yağ, Kudüs’ü yeniden muvahhidlerin şehri kılmak için yapılacak toplu kıyama kadar, fertlerin kendi gayretleriyle gerçekleştirecekleri fiillerden oluşacaktır. Bu fillerden kasıt, Kudüs sevgisini, merakını, ilgisini diri tutmak için gereken dâhili ve hârici çabaların tümüdür. Ferdidir çünkü, Kudüs’e dair özel bir iyilik arayışı olmak esasında sınırlıdır; yobaz Yahudilerin örgütlü şiddetine karşı mülayemeti, öfkeden gerilmiş yüzlerine karşı tebessümü ihtiva eder. Bu manada Kudüs’ün kandilinde yağ olmak, buğz ile yüklü olmaktır ve buğza neden olan olguyu da sürekli bir şekilde ısrarla ifşa etmektir.

Kudüs’ün kandilinde fitil olmak ise, onun halen içinde bulunduğu ve muhtemelen bulunabileceği sair şartlar ne olursa olsun, onu muvahhidlerin şehri olarak işaret etmeye talip olmaktır. Bu manada fitil olmak, kandili ve onun yağını da işlevsel kılmak bakımından, doğrudan bir Kudüs aşkına isnat eder. Bu fitil, kendisini tükenerek çoğaltma esasında mezkûr aşkın dili olarak, kendi yanma nedeninin de bizzat ve nihai bir münadisidir.  

Bu fitil oluşun ve onu tutuşturmanın etkilerini bizzat öğrenmek için Kudüs’ün İslam toprağı ve Müslüman mekânı olmasından itibaren gerçekleşen olayların tarihi kayıtlarına bakınız lütfen. Kudüs ‘Bizim Kudüs’ iken ümmetin başının dik, onsuz kalınan zamanlarda ise başının eğik olduğunu göreceksiniz. Yine ‘Bizim Kudüs’ken Kudüs’ün diğer dinlerin mensupları için de esenlik ve bereket yurdu olduğunu, bizim elimizden çıktığında ise (şimdi olduğu gibi) tam bir kaosa sürüklendiğini de göreceksiniz ve dolayısıyla Filistin sorununun Kudüs’ten bağımsız olmadığını bilakis Kudüs merkezli bir sorun olduğunu fark edeceksiniz. 

İsrail terör devleti, yukarıda zikrettiğim bu hakikatleri zulümle, şiddetle değiştirme telaşını, İslam ümmetinin parçalandığı, tefrikaya ve dünya derdine düşerek güçsüzleştiği bir zamanda kendisi adına olumlu bir sonuca bağlama niyetindedir.

O halde unutmayalım: İsrail terör devletinin el-Aksa’yı işgale kalkışması aynı zamanda mekân üzerinden Kudüs’ün manasını iptale yönelik bir kalkışmadır. Dolayısıyla Müslümanların muhatap olduğu şey, İsrailoğulları’nın açtığı din savaşıdır ki, bu savaş İsrail terör devletinin işgal ettiği topraklarla sınırlı kalmayabilir ve son tahlilde bunun sorumlusu da İsrailoğulları olacaktır.

Bizim içinse ister savaşta ister sulhta olsun Kudüs’ün mana ve madde yönünden kalplerimiz için bir biley taşı olduğu ve özelliğini inşallah daima koruyacağıdır.

NOT: Kudüs’le ilgili hadisler ve bilgiler, şu kaynaktan özetlenerek alınmıştır: Eldar Hasanoğlu – Nuh Arslantaş, Kudüs – Vahiyle Kutsanan Şehir, AlBaraka Yayınları, İstanbul 2021