Kudüs yüzlerce yıl tevhit ehline ve mabetlerine ev sahipliği yapmakla kutsiyet kazanmış ve tevhit ruhunu taşımıştır. Dolayısıyla onu ziyaret etmek tıpkı Mekke ve Medine’yi ziyaret etmek gibi bu ruhun hissedilmesine ve tevhit bilincinin artırılmasına yardımcı olacaktır.
Muhammed BOŞNAK
Nagihan Ayşe BOŞNAK

Bir rivayete göre Hz. Ömer Hacerü’l-esved’i öperken şöyle demiştir: Ben senin taş olduğunu; bir fayda veya zarar veremeyeceğini biliyorum. Şayet Resulullah’ın (s.a.v) seni öptüğünü görmeseydim ben de öpmezdim.[1] Şüphe yok ki Hacerülesved bir taştır ve taş olmak bakımından kutsal değildir. Sahi kutsal nedir? Bir şeyi kutsal kılan kimdir? Biz miyiz? Yoksa Allah mı? Eğer Allah olsaydı şüphesiz binlerce sahte kutsalı kutsal kılmazdı. Eğer bizsek kutsamada gerçeklik kalmazdı. Öyleyse nedir kutsal? Elbette her sorunun cevabı tek kelimelik basit bir izah olmak zorunda değildir. Hatta bazı soruların bir cevabı bile yoktur; hislerimiz gibi. Onları ancak yaşayanla paylaşabiliriz. Yaşamayan için sarf edilen cümlelerin bir manası yoktur. Dolayısıyla her cevap sualin cinsinden olmalıdır ki muhatapta idrak oluşsun. Eğer soruyu soranda cevabın cinsinden bir mana yoksa cevabın da manası yoktur. İşte bundan dolayıdır ki bazı cevaplar uzun bir öğrenme süreci ister, bazısı derin bir hissiyat ve bazısı da uzun bir yolculuk… İşte bizim sorumuz da zamanda ve mekânda uzun bir yolculuk istiyor.
Kutsalın ne olduğunu daha iyi idrak etmek için kutsal topraklara kısa bir yolculuk yapmamız gerekiyor. Elbette uzun bir yolculuk idraki bir üst noktaya taşıyacaktır. Ancak yol ne kadar uzun olursa olsun yazı hissiyatı ancak kendi payınca aktaracaktır. Payını artırmak isteyenlere en iyi cevabı ise yol verecektir. İşte bu sebeple yolculuğu kısaltıp kutsal topraklara dönüyoruz.
Kutsal topraklar denilince aklımıza ilk gelen yerler elbette Mekke ve Medine’dir. Biraz daha detaya inince aklımıza Kudüs de gelecektir. Çünkü hissiyatın yolu bizi önce Mekke ve Medine’ye götürür. Sonra yol bir şekilde Kudüs’e çıkar. Elbette buradaki Kudüs’ün sonra anılması durumunu basit bir şekilde ezberle de izah edebiliriz. Ancak Kutsal Topraklar denildiğinde oluşan hissiyatı ezberle açıklayamayız. Bu bir Müslümanın “bir gün mutlaka” temennisinin eşlik ettiği bir idrakle oluşur. İşte bundan dolayı Kutsal Topraklar herhangi bir ezberden ayrı tutulmalıdır. Peki öyleyse neden Kudüs aklımıza sonradan geldi? Yeterince kutsal olmadığı için mi yoksa ona karşı hissiyatımızın eksik olmasından dolayı mı? Şüphesiz hissiyatımız eksik olamaz. Çünkü Kudüs’ü andığımızda da aynı hissiyatı yaşarız. Öyleyse yeterince kutsal değil mi? Aslında bu sorunun cevabı ilk sorumuzla yakından ilgili: Kutsal nedir? Çünkü kutsiyeti bilmeden bir şeyin diğerinden daha az veya fazla kutsal olduğunu bilemeyiz. Dolayısıyla elimizde bir cevaptan ziyade daha uzun bir soru oldu: Kutsal nedir ve bu şehirler neden kutsaldır?
İslâm’da kutsal kabul edilen üç ziyaretgâh vardır. Mekke ve Medine Hz. Peygamber’in hayatına tanıklık etmeleri nedeniyle bizim için büyük bir öneme sahiptir. Bununla birlikte Mekke yeryüzündeki ilk mabet olması yönüyle İslam fikriyatında insanlığın tevhitle ilişkisinin en eski anıtı olarak bilinmektedir. Bununla birlikte Mekke ve özelde Kabe uzun yıllar paganizmin işgali altında kalmış ve tevhitten uzaklaştırılmıştır. Şüphesiz böyle bir mekânın bir Müslüman için bu haliyle kutsal kabul edilmesi kolay olmayacaktır. Bundan dolayı Müslümanlar ilk namazlarını Mekke yerine Kudüs’e yönelerek eda etmişler ve putlarla dolu Kabe’ye yönelmemişlerdir. Elbette bu onun kutsal olmadığı anlamına gelmez ancak hakkı olan övgüye kavuşması tevhit mesajının anlaşılmasından sonraya bırakıldığına işaret etmektedir. Yine Medine de İslam öncesinde Yesrib adıyla bilinmekte ve herhangi bir şekilde kutsal kabul edilmemektedir. Ancak İslâm’la birlikte Hz. Peygamber’e kucak açması ile kutsiyet kazanmış ve İslâmî telakkideki eşsiz yerini almıştır. Dolayısıyla bu iki şehrin kutsallığı İslam ve tevhit mesajının hikâyesi ile ilişkilidir. Bu ilişkiyi hikâyeden çıkartınca geriye bir şey kalmayacaktır.
Mekke ve Medine’den biraz uzaklaşıp Kudüs’ün bu hikâyenin neresinde olduğunu sormamız gerekiyor. Çünkü o Müslümanlar için her zaman kutsal olmakla birlikte Müslümanların hikâyesinde çok az bir yere sahiptir. Ancak unutmamak gerekir ki İslam, ilk defa Hz. Muhammed ile gelmemiştir. Zira İslam Hz. Adem’den itibaren Allah’a teslimiyete verilen isimdir. Bu teslimiyet Hz. Nuh’ta da Hz. İbrahim’de de aynı şekilde tecelli etmiş ve bütün tevhit ehlini aynı hikâyenin parçası yapmıştır. Dolayısıyla Kudüs, Hz. Peygamber’den önce olmakla birlikte aynı hikâyenin parçası olmakla kutsiyet kazanmış bir şehirdir. Çünkü Kudüs yüzyıllara yayılan tevhit mücadelesinin merkezi olması ve Allah’ın mabedine ev sahipliği yapması ile şereflenmiş bir şehirdir. Bu şeref ona Allah tarafından verilmiş ve insanlar tarafından bu paye ile tanınmıştır. Öyle ki Hz. Davut’tan Hz. İsa’ya kadar yüzyıllarca tevhit taraftarlarına ev sahipliği yapmış ve bu ruhu Hz. Peygamber’in gelişine kadar taşımıştır. Bu yönüyle Kudüs, İslam’ın hikayesinde en az Mekke ve Medine kadar önemli bir yer işgal etmektedir. Çünkü üçü de aynı mesajın ruhunu temsil etmişlerdir. İşte gidenleri sarıp sarmalayan ve ismini ananların “mutlaka bir gün” hissiyatına kapılmasına neden olan şey bu ruhtur.
Kudüs yüzlerce yıl tevhit ehline ve mabetlerine ev sahipliği yapmakla kutsiyet kazanmış ve tevhit ruhunu taşımıştır. Dolayısıyla onu ziyaret etmek tıpkı Mekke ve Medine’yi ziyaret etmek gibi bu ruhun hissedilmesine ve tevhit bilincinin artırılmasına yardımcı olacaktır. Bu açıdan son zamanlarda artan Kudüs ziyaretlerinin tevhit bilincinin artması yönünde olumlu bir etkisinin olacağını söyleyebiliriz. Ziyaretçilerin Mescid-i Aksa ve Kubbe-i Sahra ziyaretleri ile İslam mesajının bütünlüğünü hissedecek ve tevhidin yeryüzünde temsil edilmesi misyonunun önemini kavrayacaklardır. Ancak bu kavrayış tıpkı bir namazın edası veya orucun iftarı gibi zihinden ziyade ruha yansıyacak bir kavrayıştır. Dolayısıyla ziyaret edenleri başkalarına anlatacağı türden bir kavrayış olmayıp uzun yol ve meşakkat isteyen bir kavrayıştır. Ancak elbette bu kavrayış önemli ölçüde mekânın hikâyesine vakıf olmayı gerektirmektedir.
Kudüs ziyaretleri şüphesiz herkeste aynı etkiyi bırakmayabilir. Nitekim artan ziyaretler ve sosyal medyada yapılan romantik paylaşımlar Kudüs’ü bir tür popüler kültür ikonuna dönüştürebilir. Popüler kültür dediğimiz yaygın kültürde herhangi bir şeyi anlamak veya ruhunu hissetmek gibi bir amaç yoktur. Bunun aksine bilinç dışı kitlesel eylemler vardır. Tabir-i caizse bu kültüre kapılıp giden kişinin akarsuyun önüne kattığı saman çöpünden bir farkı kalmaz. Daha da önemlisi bu kültür, manevi değerlerin içinin boşaltılmasına da sebep olur. Zira popüler kültür değerler açısından önemsiz olduğu gibi değerler de popüler kültür açısından önemsizdir. Bu yönüyle Kudüs, ziyaretçilerinin sosyal medya gibi popüler kültür araçları vasıtasıyla yaptıkları manevi iklimden uzaklaştırıcı paylaşımlar kutsal ve manevi değerlerde yozlaşmayla sonuçlanabilir.
Böyle bir ziyaretin tevhit bilincini ne kadar artıracağı ise son derece şüphelidir. Çünkü Hz. Peygamber’in de buyurduğu üzere kişiye ancak niyet ettiği vardır. Bu yönüyle niyeti beğeni toplamak olanın tevhit ruhundan ne kadar payidar olacağı son derece şüphelidir. Çünkü bu ruh mekânla ilgili olduğu kadar onun hikâyesiyle de ilgilidir. Hikâyeyi önemsemeyen o ruhu da hissedemeyecektir. Tıpkı yola katlanmayanların hissedemeyeceği gibi.
Kutsal topraklara yaptığımız bu kısa ve eksik yolculuktan ilk soruya bir cevap bulmuş gibiyiz. Kutsalı kutsal yapan hangi hikâyenin parçası olduğudur. Çünkü eşyaya değerini veren hikâyesidir. Hikâyesi unutulduğunda kaşıkçı elmasının taştan ve antikanın hurdadan farkı kalmaz. Bu nedenle eşya kutsallığını parçası olduğu hikâyeden alır. Gerçek kutsalın hikâyesine dahil olan gerçek kutsal; gerçek olmayanın hikayesine dahil olan ise sahte kutsaldır. Ancak hikâye önemsenmediğinde gerçekle sahtenin bir farkı kalmayacaktır. Bu nedenle kutsal toprakları ziyaret ederken hikâyesini hatırlamak ve ruhunu hissetmek yolun ve yolculuğun amacına daha uygun olacaktır.
[1] Buhârî, “Kitâbü’l-Hac”, 50.