Mescid-i Aksa Baskınları ve Ribat

Bugüne kadar İsrail’in baskı ve engellemelerine Filistin ve tüm dünyadan kuvvetli bir direniş gösterilmiştir. 2021 yılında gerçekleştirilen “Kudüs Kılıcı” savaşında sosyal medyadan, Türkiye’den, Müslüman ülkelerden, BM’den İsrail’e gösterilen tepkiler İsrail’in dünya kamuoyuna rezil olmasına ve geri adım atmasına sebep olmuştur.

Dilek KOÇ

Kudüs’e “Aliya[1]adı verilen Yahudi göçleri 1860’lı yıllarda başlamıştı. Yahudilere bir vatan kurma ideali ile Filistin topraklarına göçen siyonist yahudiler tarih sahnesine “halksız bir vatana, vatansız bir halk” sloganı ile çıkmıştı. Dünyanın çeşitli yerlerinden Filistin topraklarına göç eden siyonist Yahudiler, halksız bir vatan derken Filistin topraklarını, vatansız bir halk ifadesiyle kendi ideallerini kast ediyorlardı. Peki Filistin topraklarında yaşayan Müslümanlar hangi konumdaydı? Üstenci bir bakışla Filistin halkı ve topraklarına bakan Yahudilerin Filistin coğrafyasına hakimiyetleri sığ ve az olmakla beraber farklı coğrafyada, farklı ülkelerde, farklı kültürlerden etkilenerek farklı dünya görüşleriyle yetişen Yahudiler nasıl aynı topraklarda yaşayacaklardı? Bu soru Filistin topraklarının acı dolu geleceğinin başlangıcını oluşturmaktaydı.

Filistin topraklarına yasadışı olarak Siyonist göçleri pek çok dindar Yahudi tarafından desteklenmiyordu. Çünkü sürgün ile birlikte kutsal topraklar Yahudilere haram kılınmıştı. Mübarek topraklara ancak temiz olanlar ayak basabilirdi, bu nedenle Yahudilerin Mesih gelmeden Filistin topraklarına giriş izni yoktu. Çatışmaların ve baskınların ana ekseni olan “III. Mabed Hayali” Mesih yeryüzüne indikten sonra olacaktı. Siyonist idealler Yahudi teolojisine zıt görüşler sarf ederek bölgeye yerleşmeye devam ettiler. 1882 yılında ise Osmanlı Padişahı II. Abdülhamid Han bölgeye yasadışı olarak Yahudi yerleşmesine müsaade etmeyerek Siyonist hayallere darbe vurmuştu. 1897’de I. Siyonist Kongre ve Theodor Herzl’in Yahudi Devleti kitabı Yahudi Devleti hayalini ulusal çapta tüm Yahudilere duyurmuştu. Osmanlı Devleti’nin bölgeyi kaybetmesinin ardından yasadışı Siyonist yerleşimler Filistin topraklarında hızla arttı, Filistin topraklarındaki şehir ve köyleri İbranice yer adlarıyla değiştirerek küçük sosyalist köyler kurmaya başladılar, bu durum mülkiyet meselesi ve kimlik mücadelesinin başlangıcını oluşturdu. Aliya göçleri sayesinde Siyonist Yahudilerin varlığı işgal devletinin ilanında 1,5 milyonu bulmuştu. İngiltere’nin idaresindeki manda yönetiminde Yahudilerin bölgeye yerleşmesine göz yuman İngiltere’nin iki yüzlü siyaseti 1947 yılında BM’de “iki devletli çözüm” meselesinin konuşulmasına zemin hazırlayarak Yahudilerin bölgedeki varlığını uluslararası arenada tanıttı. “Bir ulusun, ikinci bir ulusa, üçüncü bir ulusun toprağını vaad etmesinin” ardından 14 Mayıs 1948’de İngiltere’nin bölgeden çekilmesiyle David Ben Gurion, Filistin topraklarında Yahudi devletini ilan ederek bölgede dinmeyecek olan bir yangının fitilini ateşledi. Araplar ile Yahudiler arasında dinmek bilmeyen savaşların olduğu 1948 savaşında İsrail, Kudüs’ün batısını; 1967’de ise Mescid-i Aksa’nın içerisinde bulunduğu Kudüs’ün doğusunu işgal etti. Siyonist ideal için “Kudüs olmadan İsrail’in anlamı yoktu, Tapınak Dağı (bizim Mescid-i Aksa’mız) olmadan Kudüs’ün anlamı yoktu.”

Zaman içerisinde bölgeye yasadışı olarak yerleşen Yahudiler, Kudüs İslami Vakıflar’ın idaresinde olan Mescid-i Aksa’ya işgal ziyaretleri düzenlemeye başladılar. 1967 yılında işgal ordusunun hahambaşı, beraberinde 50 kişiyle Aksa avlusunda dini ritüeller gerçekleştirdi, 1969 yılında fanatik bir Yahudi tarafından Selahaddin Eyyubi’nin Mescid-i Aksa’ya koyduğu minberi yakıldı, 1979’dan 1990’lı yıllara kadar pek çok grup harem-i şerifi dini ritüellerini gerçekleştirme amacıyla işgal ederken bu baskınlara ibadet eden Müminlere engel oldular. 1990’lı yıllarda bu ziyaretleri 3 haham desteklerken günümüze gelindiğinde 300 küsür haham, işgal devletinin bakanları, bürokratları, üst düzey devlet görevlilerinin desteklediğini ve sayıları 30’un üzerinde olan mabed hareketleri örgütlerinin faaliyetleriyle Mescid-i Aksa’ya işgal ziyaretlerinin arttığını söyleyebiliriz. 28 Eylül 2000 yılında Ariel Şaron’un Mescid-i Aksa’yı provokatif ziyaretinin ardından 29 Eylül 2000’de işgal başbakanı Ehud Barak’ın asker ve polisleri Mescid-i Aksa’ya yığmasıyla II. İntifada’nın başladığını hatırlayarak 2003 yılında Kudüs, İslami vakıfların izni olmaksızın İsrail tarafından tek taraflı olarak resmi bir şekilde Mescid-i Aksa’ya fanatik Yahudilerin işgal ziyaretleri başladı, bu işgaller zaman içerisinde artarak devam etti. İşgal devleti Harem-i Şerife asker yığarak Mescid-i Aksa’nın statükosunu2 hiçe sayıp kendilerinin bölgede ziyaret haklarının olduğunu iddia etti. Kudüs’ün uluslararası hukuk çerçevesinde sahip olduğu statüko göz önünde bulundurulduğunda hukuki olarak Mescid-i Aksa’ya işgal polisi, işgalci yerleşimci, Yahudi turistler gibi gayrimüslim hiçbir unsurun girmemesi gerekmektedir. Oysa 2015 yılında ABD’nin bölgeye müdahalesi ile İsrail ve Ürdün arasında “Mescid-i Aksa’yı korumaya yönelik imzalanan (!) Kerry Antlaşması” ile beraber “Müslümanlar’ın Mescid-i Aksa’da ibadet, yahudilerin ziyaret hakkı olduğuna” karar verildi. Bu karar Mescid-i Aksa’nın uluslararası hukuktaki statükosunu[2] tehlikeye sokarak Yahudilerin bölgede ibadet hakkı olduğunu dünya kamuoyuna duyurup Mescid-i Aksa’nın mevcut durumunun değişmesini talep ederek işgalin zeminini kolaylaştırdı. Fanatik Yahudiler 2015 yılında Mescid-i Aksa’nın zamansal ve mekansal bölünmesinin çağrısını yaparken, 2016 yılında işgal polisi dini kıyafetlerle Mescid-i Aksa’yı ziyaret etmelerinin iznini verdi, 2017 yılında ise Mescid-i Aksa’nın kapılarını kapatarak Müslümanların girişini yasakladı. Müslümanlar bu yasağın Halilürrahman Camii’sine yapılan mekansal bölünmenin benzerinin Mescid-i Aksa’ya da yapılmasının endişesini yaşarken 2021 yılında işgal ceza mahkemesi işgalci yerleşimcilerin Aksa’da sessizce ibadet etmesine karar verirken 2022 yılında ise Yahudilerin yüksek sesle Aksa’da ibadet etmesini meşrulaştırmış oldu.

2013 yılına kadar 6-7 bin civarında Yahudinin Mescid-i Aksa’yı belli aralıklarla işgal ettiği kayıtlara geçti. Bu işgaller Yahudi dini ve milli bayramlarında katlanarak arttı. Mescid-i Aksa’da dini ritüellerini gerçekleştirmek isteyen Yahudiler Aksa’yı zamansal ve mekânsal bölme hedefi ile bu işgallere devam ederken, işgaller 2020’de 18 bin, 2021’de 34 bin, 2022’de ise 48 bin işgalciyle gerçekleştirildi. Tapınak hareketi grupları bu sayıların her yıl artarak devam etmesi için çağrılarda bulunarak faaliyetler düzenlediler. Pesah, Hanuka, Yom Kippur, Tişa Beav gibi Yahudi bayramlarında yapmayı planladıkları dini ritüeller için, Mescid-i Aksa’da “kutsalın kutsalı” saydıkları “Muallak Kayası”nda kurban kesmek için çalışmalar yapmaktalar, Tevrat’ta geçen “destansı secde” olarak isimlendirilen secdelerini kendi mabedleri gibi Aksa’nın avlusunda yapmaya çabalamaktadırlar. Getirilen her bir kurban ve işgalci yerleşimci için para ödülleri koyduklarına, Aksa’da Tevrat ritüelleri yapabilen işgalcileri ödüllendirdiklerine, Aksa’ya kurbanlık hayvan getirene, kurbanlık hayvanı Harem bölgesine girdirebilene, Aksa’da kurban kesebilene kaç bin şekel (İsrail parası) vaad ederek baskında işgalci sayısının arttırılmasını hedeflediklerine, bir sonraki yıl rekor bir sayı ile Aksa’da baskın yapmak için Yahudilere çağrıda bulunduklarına, Aksa’da dini ibadetlerini yaparak bölgede hak iddia etmeye, Müslümanların hareminin Yahudileştirilmesi gayelerine şahit olmaktayız. Üçüncü mâbed maketini ve mâbed inşa edildikten sonra tapınakta kullanacakları menoraları[3] dahi hazırlayan siyonist ideal, bu menorayı Ağlama Duvarı’na (bizim Burak Duvarımız) giden yolda tüm Yahudilerin göreceği şekilde sergileyerek ideallerini canlı tutmayı hedeflemektedir. Aksa’ya yaptıkları her baskında mescidimize verdikleri zararı, kardeşlerimizi şehit etmeleri, yaralamaları, tutuklamaları, Aksa’daki hiçbir canlıya hayat hakkı tanımamaları, zeytin ağaçlarını yakmaları, Aksa’nın altında yaptıkları kazılarla mescidlerimizin yıkılmasına yönelik çalışmalar yapmaları; her sabah radikal grupların Aksa’ya yaptıkları baskınlar, baskınları sosyal medyada paylaşarak Müslümanları yıldırma politikaları, baskınları arttırarak işgali normalleştirme çabaları üçüncü mabedin inşasına yönelik yaptıkları çalışmalardır. Silvan ve Şeyh Cerrah Mahallesinde yaptıkları hukuksuzluklar bu mahallelerde yaşayan Müslümanların evlerine hukuksuzca el koymaları, mahalledeki her bir mülke Yahudi ailesi yerleştirip Müslümanları mahalleden tahliye etme çabaları her gün Yahudi grupları mahallelerde gezdirip Müslümanların yaşantı ve mahremiyetlerini ihlal etmeleri, beldelerin köylerin isimlerini ibranice isimlerle değiştirip bölgeyi Yahudileştirerek Filistinlilerin kimlik mücadelesine zarar vermeleri, bu mahallelerin Yahudileştirilmeye çalışılmasıyla Eski Şehir’in adım adım Müslümanlardan arındırılıp Aksa’nın çevresinin Yahudileştirilmesi çabası Mescid-i Aksa’nın daha çabuk işgal edilmesinin altyapısını oluşturmaktadır.

Diğer Yandan Ribat…

Ribat, düşman saldırısını önlemek amacıyla nöbet tutmaktır. Filistin topraklarının işgal edilmesinden günümüze gelene kadar Filistinli Müslümanlar topraklarında nöbet tutmaktadır. Kur’an “sabır ve namazla Allah’tan yardım dileyin.” (2/153) buyurmaktadır. Namaz ve sabır Mescid-i Aksa’nın kaderiyle özdeşleşmiş iki kavramdır. Miracın merkezi, 5 vakit namazın orada farz kılınması, Efendimiz (s.a.v)’in imam olarak tüm peygamberlere miraçta Aksa’da namaz kıldırması, peygamberler ve tevhid şehri olması, bereket diyarı olarak Kur’an’da zikredilmesi gibi Aksa’nın önemine dair pek çok cümle sarf edebiliriz. Mescid-i Aksa’ya Yahudi baskınları olduğunda Müslümanların yalnızca namaz ve Kur’an ile karşılık vermesi, Yahudilerin Allah lafzını duydukları anda korkuya kapılması ayetin vakıada gerçekleşmesine örnektir. Namaz, işgalcilere toplu bir manifesto olmakla birlikte Müslümanların birliğini, dirliğini, kuvvetini simgeler. Müslümanlar Aksa’nın avlusunda namaz kılarak işgalcilere karşı vakarlı ve izzetli duruşlarını sergilerler.

Fanatik Yahudi gruplar her gün düzenli olarak sabah namazının ardından Aksa’ya baskın düzenlemektedir. Bu baskınlarla Aksa topraklarının belli saat aralıklarında Yahudilere verilmesini talep etmekte, Babürrahme ve çevresini mekânsal olarak bölmek isteyerek Aksa’nın bütünlüğünü bozmayı hedeflemektedirler. İsrail, Yahudi yerleşimcilerin baskınlarına müsaade ederek murabıtları yıldırma, Aksa’dan uzaklaştırma, haksız yere tutuklama politikaları gütmektedir. Mescid-i Aksa’da kurulan ilim halkalarını yasaklayarak Müslümanların topraklarında dinlerini özgürce yaşamalarına müsaade etmemektedir. Murabıtların Aksa’ya girişlerini yasaklayarak Harem’deki Müslüman sayısını azaltmayı amaçlamakta, Yahudilerin daha rahat Aksa’ya baskın düzenlemesinin önünü açmaktadır. Bu noktada ribatın hayatiyeti mevzu olmaktadır. Haremde Müslümanların sayısı azaldıkça işgal kolaylaşmaktadır. Yahudilerin sabah erken saatlerde Aksa’ya baskın yaptığını bilen Müslümanlar sabah namazını Aksa’da kılarak güneş doğmasının ardından Yahudilerin Aksa’yı terk etmesine kadar geçen süre boyunca uzun süren Duha namazları kılmakta ve Yahudilerin işgallerine namazla karşılık vermektedirler. Müslümanlar, Ramazan ayında uzun süre Aksa’da itikafa girmektedir, İsrail zamansal bölünmeyi gerçekleştirmek hedefiyle itikafa müsaade etmemektedir. Sebepsiz yere teravih namazlarında baskın gerçekleştirip namaz kılan müminlere namlularını doğrultan zalimler, namaz kılan savunmasız Müslümanları hedef almaktadır. Bu nedenle sadece Kudüslü Müslümanların değil tüm ümmetin Aksa’da ribat tutması gerekmektedir. Kudüs’e ribatı önceleyen ziyaretlerin çoğaltılması, ümmet coğrafyasından Kudüs’e giden Müslümanların, ilk kıblelerini korumak için Aksa’da saf saf olup namaz kılması gerekmektedir. Mescid-i Aksa’nın korunması sadece Kudüslü Müslümanlara hasredilmiş değildir. Tüm ümmetin üzerine bir vazifedir.

Bugüne kadar İsrail’in baskı ve engellemelerine Filistin ve tüm dünyadan kuvvetli bir direniş gösterilmiştir. 2021 yılında gerçekleştirilen “Kudüs Kılıcı” savaşında sosyal medyadan, Türkiye’den, Müslüman ülkelerden, BM’den İsrail’e gösterilen tepkiler İsrail’in dünya kamuoyuna rezil olmasına ve geri adım atmasına sebep olmuştur. Şu ana kadar fanatik Yahudilerin baskınlarında dini ritüelleri olarak Aksa’da kurban kesmelerine Müslümanlar fırsat vermediler, fakat bu durum bizi rehavete sürüklememelidir, siyonist ideal gayet açıktır ve mescidimizi korumak için teyakkuzda

olmamız gerekmektedir. Bu yıl Ramazan ayında gerçekleştirilmeye çalışılan Pesah baskını, Filistin’in tüm şehirlerinden katılan Filistinlilerin Aksa’ya destek amaçlı düzenlediği “öfke yürüyüşü” ile engellendi. Literatürde iki intifada vuku bulsa da zahirde Filistinliler 1948’ten günümüze kadar kendi topraklarında sürekli olarak direniş göstermektedirler. İsrail her yıl yaptığı Ramazan ayındaki itikaf yasaklamalarını ümmetin direnişi sayesinde kaldırmak zorunda kalmaktadır, fakat diğer yandan her yıl düzenli olarak Ramazan ayında kuvvetini artırarak mescidimize baskın gerçekleştirmeye, kardeşlerimizi şehit etmeye devam etmektedir. Diğer taraftan Müslümanlar yine vakit, Cuma ve Bayram namazlarında Mescid-i Aksa’da namaz kılarak mescidimizi korumaktadır. Bu baskınlar ve Müslümanlara yapılan zulümler normalleşmemeli İsrail’e yaptırımı olacak şekilde ciddi adımlar atmaya neden olmalıdır. Zalime, Müslümana yakışır şekilde karşılık vermeli, yetmiş yıldır süren ribatımızı Aksa ve tüm Filistin toprakları özgür olana kadar devam ettirmeliyiz. Çünkü Mescid-i Aksa tüm ümmetindir.

Diğer taraftan Filistin’i sadece işgal olduğunda değil sürekli olarak yüreğinde ve gündeminde tutmak, Filistin’in ve Mescid-i Aksa’nın özgürlüğü için cihad etmek tüm müminler için ribattır. Mescid-i Aksa’ya ribat amaçlı ziyarette bulunmalı, Aksa’da tutulan ribatlara ilaveten günlük hayatımızda Filistin ve ilk kıblemizin derdini taşımalı ve bu derde yönelik çalışmalar yaparak Aksa’nın kandillerine zeytinyağlarımızı göndermemiz gerekmektedir. Aksa’ya yaptığımız ribatlarla Mescid-i Aksa’nın ruhunu hissetmeli, Kıble Cami’nin direnişçi duruşunu idrak etmeli, baskınlarla kırılan camlarını dua ve samimiyetimizle onarmalı, kardeşlerimize yapılan zulmü yakinen tanımalı, dünyaya tanıtmalı ve zalime “Aksa’nın asıl sahibi biziz” mesajı vermeliyiz. Aksa’nın avlusunda oluşturulan ilim halkalarını bulunduğumuz yerlerde de oluşturmaya gayret göstermeli, Filistin’in nabzını sosyal hayatımızda diri tutarak çevremizde Filistin bilinci oluşturmaya çalışmalıyız. Sosyal medyanın etkin olduğu bu çağda Filistinlilere ve mescidimize yapılan zulmü duyurmak, zalimin oyununu bozmak, kardeşlerimize destek vermek de bir sosyal medya ribatıdır. Her mümin gücü ve imkânı yettiği müddetçe Mescid-i Aksa’ya hizmet etmeye kendini adamalıdır. Sabırla, namazla direnişle zalime hak ettiği karşılığı verirsek zafer bizim olacaktır.

Erdem Bayazıt’ın şiirinde söylediği gibi: “Sabır, savaş, zafer! Adım Müslüman.”

Bir Hadis-i Şerif

Peygamberimiz (s.a.v)’in eşlerinden Hz. Meymune (r.a) annemiz bir gün, “Ya Rasulallah! Bize Beytülmakdis hakkında bilgi verir misin?” der. Allah Rasulü (s.a.v): “Orası mahşer ve menşer yani yeniden diriliş yeridir. Oraya gidin ve içinde namaz kılın. Çünkü orada kılınan bir namaz başka yerdeki bin namaza bedeldir.” buyurur. Hz. Meymune (r.a): “Peki oraya gitmeye gücümüz yetmezse ne yapalım ya Rasulallah?” dediğinde Rasulullah (s.a.v): “Kandillerini yakmak için zeytinyağı, yakıt hediye gönderin. Kim bunu yaparsa oraya gitmiş ve namaz kılmış gibi olur.” buyurmaktadır.

(İbn Mace, İkametü’s-Salat, 196; Ebu Davud, Salat, 14)


[1] Aliya: Yahudilerin diasporadan işgal edilmiş Filistin topraklarına göç etmesini ifade eden terimdir. Yükselmek, yücelmek manasına gelmektedir. Sürgün toprağından asıl yurda göçmeyi ifade eden bu göç, dinsel anlamda da yücelmeyi temsil eder.

[2] Statüko: Bir bölge herhangi bir güç tarafından işgal edildiğinde, işgalci gücün gelmeden önceki koşulları sürdürmesi gerekmektedir. Filistin nezdinde işgal devletinin uluslararası hukuka göre Filistin’i işgal etmeden 1967 yılı öncesindeki Mescid-i Aksa’nın durumunu koruması gerekmektedir.

[3] Menora: Yahudiliğin simgesi olan yedi kollu şamdandır. Daimi ışığı ve kainatın yedi günde yaratıldığını temsil eder.