Kudüs’ün kaybedildiği dönemlerde İslam dünyasının siyasal egemenlik durumunun hiç de iç açıcı olmadığının anlaşılması için ilgili tarihsel periyodun okunması ve/veya bir tarih atlasının gözden geçirilmesi yeterli olacaktır. İlgili tarihsel periyodun okunması ve/veya bir tarih atlasının gözden geçirilmesiyle Kudüs’ün İslam egemenliğindeyken Müslümanların siyasal manada güçlü ve/veya bölgede hükümran olduğu ancak Kudüs’te İslam egemenliği yokken Müslümanların halinin pek de iç açıcı olmadığı görülecektir.
Musa BİÇKİOĞLU

Kudüs’ün Kutsal Kitaplardaki İsmi: Eski Ahit (Tevrat) İncillerde Yeruşalim şeklinde yüzlerce kez bahsi geçen Kudüs şehrinin farklı dinler açısından ortak kutsal mekân olarak kabul ediliyor olması yönüyle yeryüzünde başka bir örneği yoktur. Kutsallığının teyid ve tahkim edildiği bu şehrin muharref kutsal kitaplarda halen isminin varlığı ve muharref kitaplara iman eden Ehli Kitabın en kutsal şehri olmasının yanı sıra İslam’da da kutsal olması Kudüs şehrinin en önemli özelliğidir. İnananlar şehri, Adalet Yurdu, Kutsal Dağ, Doğruluk Şehri,[1] Barış Şehri, Doğruluk Kenti, Sadık Kent,[2] Tanrı Şehri,[3] Kutsal-Mukaddes Şehir[4] gibi tavsiflerle Eski Ahitte İncillerde ise Kurucusu Tanrı olan kent,[5] Tanrının Kenti olan göksel Yeruşalim, ve Kutsal kent Yeruşalim’in tanrının yanından, gökten indiğinin görüldüğü[6] şeklinde ifade edilmiştir.[7] Ayetlerde Mübarek ve Mukaddes diye tavsif edilerek kutsallığından bahsedilen Kudüs-Mescid-i Aksa’nın hadislerle de ehemmiyetinden söz edilmiştir.
Mübarek ve Mukaddes Vasfı İtibariyle Kudüs: İsmen Kur’an-ı Kerim’de anılan Mescid-i Aksa için çevresinin mübarek kılındığı belirtilmiştir.[8] Kur’an-ı Kerim’de başka ayetlerle de bereketliliğinden söz edilen bölge ile ilgili[9] Maide Suresi’nde Arzı Mukaddese olarak anılmıştır.[10] İsra Suresi birinci ayetteki “çevresini bereketli kıldığımız Mescid-i Aksa” ifadesiyle farklı ayetlerde bölgeye atfedilen bereketliliğin kaynağına işaret ediliyor olmalıdır.
Bereket (بركة – Bereke) kelimesiyle ilahi hayrın içerisinde sabit ve daimî olduğu[11] dolayısıyla buradaki hayrın geçici ve/veya gidici olmadığı ifade edilmiştir. Mukaddes ise gözle görülen kirliliği gidermek anlamındaki tathir (yani fiili temizlikten) üstün dolayısıyla şirkten temizlenmiş mekân anlamına gelir.[12] Manen temiz kılınan ve büyük kirlilik olan şirkten uzak ve temiz tutulan mekân anlamına gelen Mukaddes[13] ifadesiyle Kudüs’ün kutsiyeti teyit ve tahkim edilmiştir.
Gerek Mubarek gerekse Mukaddes kavramları ilahi bir tavsif olarak beşerin müdahil olamayacağı bir statüye sahiptir. Beşer bir şeyi “mübarek” ve/veya “mukaddes” kılamaz; aynı zamanda Allah tarafından mübarek ve/veya mukaddes kılınmış bir şeyin bereketliliğine bereket katamaz; bereketliliğini de azaltıp yok edemez; aynı şekilde mukaddes olana kutsallık ekleyemediği gibi mukaddesliğini de azaltamaz. Manevi değerinin müşahede edildiği bu yönü itibariyle Kudüs’ün, tarihi, sanatsal, arkeolojik manada önemli hususiyetlere sahip olmasına rağmen inananlar açısından en önemli yönünün dini manevi olduğunun altı çizilmelidir. *[14]
Kudüs’te Egemenlik Bağlamında Bereket ve Kutsiyet: Bereketlilik yönüyle Kudüs’ten mahrumiyetin bereketsizlik olacağını dolayısıyla Kudüs’le birlikte berekete nail olunacağı unutulmamalıdır. Manevi manada, ilahi hayr bağlamında önemli bir değere sahip olmakla birlikte münbit-verimli bir toprağa sahip oluşuyla da bölge insanı bu yöndeki bereketliliğinden beşeri olarak da istifade etmektedir.
İslami dönem itibariyle Kudüs 638 yılında Hz. Ömer devrinde fethedilmiştir. Hz. Ömer devrindeki fetihten sonra ilki 15 Temmuz 1099 tarihinde haçlılar tarafından, ikincisi ise 9 Aralık 1917 İngilizler tarafından işgal edilmesiyle Kudüs, İslam tarihi boyunca siyasal egemenlik bağlamında iki defa kaybedilmiştir. Kudüs’ün kaybedildiği dönemlerde İslam dünyasının siyasal egemenlik durumunun hiç de iç açıcı olmadığının anlaşılması için ilgili tarihsel periyodun okunması ve/veya bir tarih atlasının gözden geçirilmesi yeterli olacaktır. İlgili tarihsel periyodun okunması ve/veya bir tarih atlasının gözden geçirilmesiyle Kudüs’ün İslam egemenliğindeyken Müslümanların siyasal manada güçlü ve/veya bölgede hükümran olduğu ancak Kudüs’te İslam egemenliği yokken Müslümanların halinin pek de iç açıcı olmadığı görülecektir.
Bu bağlamda Kudüs’te egemen olunabiliyorsa güçlü devletlere sahip olunduğu veya bu denkleme tersinden bakıldığında Kudüs’e sahip olmak için güçlü olmak gerektiği gibi bir gereklilikten söz edilebilir. 638 yılı Hz. Ömer devrinde fethedildikten işgal edildiği 15 Temmuz 1099 Cuma gününe kadar geçen süreçte siyasal manada İslam Dünyası’nın gücü belirgin bir şekilde varlığını muhafaza edebilmiştir. Ancak Kudüs’ün işgalinden fethedildiği 02 Ekim 1187 tarihine kadar İslam Dünyası’nın dağınık siyasal bir yapıya sahip olduğu görülmektedir. Kudüs’e egemen olunduğu sıralarda Dört Halife Devri, Emeviler, Abbasiler, Selçuklular gibi güçlü devletlere sahip olan İslam Dünyası’nın Kudüs’ün Haçlı işgalinden kurtarılarak fethedilmesiyle birlikte Eyyubi Devleti akabinde Memlüklü ve sonra Osmanlı Devleti’nin tarih sahnesinde kudretli bir şekilde bulundukları dikkatlerden kaçmamalıdır. Osmanlı Devleti’nin zafiyeti sonucu Kudüs’ün elde tutulmasının zorluğuyla karşılaşılmış ve akabinde Kudüs, bedeller ödendiyse de elde tutulamamıştır. Kudüs’ün korunamaması dolayısıyla işgal edilmesine engel olunamamasından sonra İslam Coğrafyasında neredeyse işgal edilmeyen bir mekânın kalmamış olması önemli bir husustur. Müslümanların güçlü ise siyasal egemenlik açısından Kudüs’e sahip olabildiklerini; zayıf duruma ve/veya tefrikaya düşmüşler ise Kudüs’ü kaybettikleri gerçeğini tarihsel tecrübe göstermiştir. Günümüz İslam Dünyası’nın durumu ile Kudüs’te yaşanan süreç tarihsel tecrübeyi doğrular, ev tahkim eder niteliktedir. Bu çerçevede bahsedilen siyasal egemenliğin “Kudüs’e hizmet etmek” şeklinde anılması yönündeki tercihin daha isabetli olduğu söylenebilir.
İsra ve Miraç Bağlamında Kudüs: Belki de Müslümanlar açısından en çok anıldığı iki başlık olarak Kudüs’ün sembolleştiği ve de sembolize edildiği iki olay-hadise ve iki kavramdır İsra ve Miraç. İsra Hadisesi Kur’an-ı Kerim’de İsra Suresi’nin birinci ayetinde geçmektedir.[15] İsra, Hz. Resulullah’ın (s.a.v) gecenin bir vaktinde Mescid-i Haram’dan çevresi bereketli kılınan Mescid-i Aksa’ya yürütülmesi hadisesinin ismidir. Miraç ise bir yükseliş olarak Hz. Peygamberin göğe yükselişini ifade etmektedir. Hadislere konu olan Miraç hadisesi, İsra ile birlikte anılıyor olmasının yanı sıra İsra hadisesinin akabinde Mescid-i Aksa’dan göğe yükseliş şeklinde de ifade edilmiştir. Sonuç olarak, Hz. Peygamberin Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksa’ya yürütülmesine İsra; Mescid-i Aksa’dan göğe yükselişine de Miraç denilmektedir.
İsra bir gece yürüyüşüdür; bu yürüyüş, Mekke’den Kudüs’e Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksa’ya doğru gerçekleşmiştir. Hareket ve varış noktası belli olan bu hadise bir Mescid’ten diğer bir Mescid’e doğru vuku bulmuştur. Dikkatlerden kaçmaması gereken hususlardan birisi de Mescid-i Aksa, aynı ayette Mescid-i Haram ile birlikte (Mescit şeklinde) aynı vasıfta anılmıştır.[16]* Bu iki mekân İsra hadisesiyle adeta birbirine bağlanmıştır. Mescid-i Aksa’nın bir süreliğine kıble olarak tayini ve kıble olarak kullanılmış olması da Müslümanların kıblesi olan Kâbe ile iki mescidin önemli ortak özelliğidir. Bu bağlamda İslam ümmetinin kıblesi Kâbe ile irtibatının ayet ile tespit ve tahkimi, Mescid-i Aksa’nın kıyamete kadar ilgi ve alakadan yoksun bırakılmamasının gereği olarak görülmelidir.
İsim itibariyle uzak anlamına gelen “Aksa”dan murat fiziki bir uzaklık olmasa gerektir. Mescid-i Aksa’nın çevresinde ve içinde bulunanların Mescid-i Aksa’nın içindeyiz ve/veya yanındayız gibi bir ifade kullanıyor oldukları dikkate alındığında “Aksa” kelimesini uzak anlamında değerlendirmenin yanlış olacağı sonucuna varılabilir. Aksi halde içinde bulunduğunuz yer nasıl ve neden uzak olsun ki sorusunun cevabı verilemeyecektir. “Aksa” isminden murat İslam ümmeti için bir ufuk hedefi aynı zamanda bir ikaz olarak görülebilir. Ufuk hedefi bağlamında bir Müslümanın ufkunun en uzak mesafeleri kapsıyor olması düşüncesinden hareketle tıpkı gece vaktinde gerçekleşen İsra hadisesi gibi ister gece olsun ister ortam karanlık olsun en Aksa-uzak mekâna yürümeye mâni bir durumun olmaması gerektiği yönünde bir anlayışın inşası hedeflenmelidir. Farklı ayetlerde “Mübarek ve Mukaddes” diye anılan vahiy coğrafyası ve Peygamber yurdu mekânın ismi itibariyle ilgi alaka bağlamında “Aksa”-uzak edilmemesi dolayısıyla ilgisiz bırakılmamasının gereği yerine getiriliyor olmalıdır.
Miraç anlam olarak yükselişi ifade etmektedir. Bu bağlamda “namaz müminin miracıdır” hadisiyle namaz bağlamında müminlere bir miraç tarifi dikkatlerden kaçmamalıdır. Hayasızlık-Fuhşiyat ve kötülükten-münkerden alıkoyduğu[17] ayetle sabit olan namazın hadisteki ifadeyle müminin miracı yani yükselişi olduğu gerçeğini göstermektedir. Bu yönüyle namaz, ruhsal, ahlaki, maddi, manevi ve sosyal manada yücelttiği insanın erdemli olmasını sağlayarak bir nevi miracını yaşatmaktadır.
Sonuç olarak kutsallardan ve/veya sembollerimizden payımıza nelerin düşüyor olduğu düşüncesinden hareketle İsra ve Mirac’ın bize anlattıklarının önemli olduğunun bilinciyle asıl önemli noktanın İsra ve Mirac’ın hayatımızdaki karşılığının ne olduğunu bilerek bu karşılığa hayatımızda yer verebilmektir. Bu bağlamda gece yürüyüşü olan İsra itibariyle fiziki manada geceleri yani karanlık ortamlarda bile ayakta durmayı başarmanın yetmeyeceği bilakis kutsallar itibariyle istikamet ve mecramızı şaşmadan ileriye yürümeyi başarıyor olmamız gerekir. İsra hadisesi itibariyle hayat pratiğimizde manevi manada zorluk içinde olunsa bile, İslam’ın egemen olmadığı zulüm-şirkin hükümran olduğu manevi karanlıklarda dahil kutsallarımız istikametinden sapmadan ilerlememizin gereğinin hayatımızda daim ve kaim olması gerektiği anlayış ve uygulaması bir Müslüman için kaçınılmaz olmalıdır. Bir Mescid’ten diğer bir Mescid’e doğru yapılan yatay yolculuktan sonra Miraç bağlamında yükseliş ise; kutsallarımız istikametinde bir hareketlilikle yani sahih mecrayı bırakmadan gerçekleştireceğimiz yatay çabadan sonra dikey (miraç) olana erişebileceğimiz düşüncesinden hareketle hadisi şerifteki gibi namaz odaklı kutsallarımızdan bağımsız olmayan bir yükseliş yaşanabilecektir. Bu yükselişin göğün kaçıncı katına doğru gerçekleşeceği yönündeki bir düşünceden ziyade beşeri manada cehaletten ilme, tembellikten çalışkanlığa, yatalak veya oturmaktan ayağa kalkmaya, uykudan uyanıklığa, maddeden manaya doğru maddi, beşeri ve ruhani yükselişimizi ifade ettiği düşünülebilir. İçinde bulunduğumuz her halden daha iyisini elde edebilmek için ortaya koyulacak çabanın gereği ve bu istikametteki hedefi gösterdiği şekliyle düşünülmesi, Mirac’ın hayatımızdaki karşılığı olarak görülmelidir.
Bu bağlamda mekân olarak kutsallarımızdan, amel olarak da namazımızdan bağımsız İsra ve Mirac’ın hayatımızdaki karşılığını ikame etmenin zor hatta imkânsız olduğu söylenebilir.
[1] Yeremya 31/23.
[2] İşaya, 1/26.
[3] Mezmurlar 46/4.
[4] Nehemya 11/18.
[5] İbraniler, 11/10.
[6] İbraniler, 12/22; Galatyalılar, 4/26.;Vahiy, 21/2.
[7] TDV DİA, Kudüs.
[8] İsra 1
[9] Enbiya 71; Enbiya 81; Araf 137.
[10] Maide 21.
[11] (el-İsfahani 2017) s. 126.
[12] (el-İsfahani 2017), s. 778.
[13] (el-İsfahani 2017), s. 778.; TDV DİA Kutsiyet.
[14] * Dini manevi değerinin en yüksek mertebede değerlendirilmesi Kudüs ve benzeri mekânların dünyevi diğer değerlerinin dikkate alınmadığı anlamına gelmemektedir. Bilakis Kudüs’ü sanatı, estetiği ve renkliliğiyle muhafaza edip bu güne kadar şehrin bu yöndeki gelişimini sağlayanların da Müslümanlar olduğu dikkatlerden kaçmamalıdır.
[15] İsra, 17/1.
[16] *Mescid statüsü bağlamında aynı şekilde ifade edilmesi Mescid-i Aksa ve Kabe açısından Kutsiyet denkliği anlamına gelmemektedir.
[17] Ankebut, 29/45.