İlk Kıblegâhımız Olarak Kudüs ve Serencamı (2)

Osmanlı Hükümeti, 1892’de mahalli kadastroya emir vererek milliyet ayrımı yapılmadan hiçbir Yahudi’nin Filistin’de arazi satın alamayacağını ilan etti. Aynı gün Newlinsky, dostu Herzl’in projesini anlatmak üzere Padişah ile görüştü. Osmanlı borçlarına karşılık 20 milyon sterlin teklif ederek Filistin’e Yahudilerin yerleştirilmesi ve Osmanlı Devleti’ne bağlı yasal bir devlete müsaade edilmesi esasına dayanan bu proje Padişah tarafından reddedildi.

Hüseyin YÜRÜK

Hukukçu-Yazar

Kudüs’ün Yitik Hale Gelmesi

Kudüs’te siyasî alanda son dönemin en önemli problemi, yasa dışı Yahudi göçü idi. Osmanlı Devleti, Yahudi göçünü ve Yahudilere toprak satışını engelleme girişimleri çerçevesinde birçok tedbir almasına rağmen mahallî ve milletlerarası kaynaklı sebeplerden dolayı tam anlamıyla başarılı olamadı.

Özellikle II. Abdülhamid döneminde siyonizm ve Filistin’e Yahudi göçüne karşı yoğun çabalar sarfedildi. I. Dünya Savaşı’nın sonunda Osmanlı Devleti’nin yenilmesiyle Kudüs’ün geleceği de köklü değişikliklere mâruz kaldı.

Avrupa Devletleri umumen Yahudileri Filistin’e yerleştirecek bir projenin gerçekleştirilebilmesi için ellerinden gelen her türlü yardımı yapmaya hazır olduklarını taahhüt ediyorlardı.

İngiltere ve Amerika gibi devletler ise, Yahudi aleyhtarlığının hâkim olduğu bu batı ülkelerinden kaçan Yahudilere sınır kapılarını kapamışlardı. Osmanlı Devleti ise, XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Müslüman muhâcirleri iskân edebilmek için uğraşıyordu. Avrupa basını ve konsolosları ise Suriye ve Filistin bölgesine Müslüman muhâcir iskanına karşı çıkarken bu bölgelere Yahudilerin muhâceretini teşvik ediyorlardı.

Osmanlı Hükümeti, 1892’de mahalli kadastroya emir vererek milliyet ayrımı yapılmadan hiçbir Yahudi’nin Filistin’de arazi satın alamayacağını ilan etti. Aynı gün Newlinsky, dostu Herzl’in projesini anlatmak üzere Padişah ile görüştü. Osmanlı borçlarına karşılık 20 milyon sterlin teklif ederek Filistin’e Yahudilerin yerleştirilmesi ve Osmanlı Devleti’ne bağlı yasal bir devlete müsaade edilmesi esasına dayanan bu proje Padişah tarafından reddedildi.

ThedorHerzl’in teklifini ileten Newlisky’ye Sultan Abdülhamid şu tarihi cevabı vermişti: “Mösyö Herzl, sizin arkadaşınız olduğuna göre, benim de dostum demektir. Kendisine bu meselede artık hiçbir teşebbüste bulunmamasını öğütleyiniz. Benim bir karış toprak vermem söz konusu olamaz. Zira istenen toprak bana ait değildir. O, milletime aittir. Bu devleti kuran ve kanıyla besleyen milletime… Herhangi birisine vermek veya bizden koparılmasına razı olmaktansa, yeniden kanımızla yıkamayı tercih ederiz. Benim Suriye ve Filistin’den gelen iki alayım Plevne’de son neferine kadar şehit oldular. Türk toprakları bana değil, Türk milletine aittir. Bu imparatorluğun hiçbir parçasını hiçbir kimseye veremem.” (Birol,2009:369)

1917 yılı Kudüs için bir kader yılı oldu. 2 Kasım’da Balfour Deklarasyonu ile İngiltere Yahudilerin bölgede siyasî bir varlık oluşturmalarını destekleyeceğini açıkladı.

11 Aralık’ta da İngiliz askerleri Kudüs’e girdi. İngiliz işgali, Kudüs’teki sadece Haçlı işgaliyle kesintiye uğrayan yaklaşık 1200 yıllık Müslüman yönetimini de sona erdirdi.

İngiliz yönetiminde Kudüs, köklü demografik, ekonomik ve kültürel değişiklikler yaşadı. Şehir içinde Yahudi nüfusu Arap nüfusunu geçti. Ekonomik olarak da Araplar kendi imkânlarıyla, dışarıdan yoğun maddî destek alan Yahudilerle mücadele etmek zorunda kaldı. Araplar ile Yahudiler arasında dengelerin tamamen altüst olmasının doğurduğu problemleri çözemeyen İngiltere, 1947’de Birleşmiş Milletler’e sunduğu Filistin’i paylaştırma planında Kudüs’e milletlerarası bir statü verilmesini önerdi. 1948 Arap-İsrail savaşında İsrail Batı Kudüs’ü işgal etti. Ürdün ise eski şehri yani Doğu Kudüs’ü ele geçirdi. Böylece Kudüs, Batı ve Doğu olmak üzere ikiye bölündü. İsrail, Ocak 1950’de Birleşmiş Milletler kararlarına aykırı olarak Batı Kudüs’ü başşehir ilân etti ve parlamento ile birlikte diğer önemli hükümet birimlerini oraya taşıdı (Aseli,2002:338).

Muhammed Esed, 1922 yılının Kudüs’ünü şöyle anlatıyor: Terastan bakınca keskin ufuk çizgileri içinde plansız caddelerin, oyma taş geçitlerin, sokakların oluşturduğu karışık manzarası içinde eski Kudüs’ü olduğu gibi görebiliyordum. Şehrin bir ucunda olduğundan daha yakın görünen Süleyman Tapınağı  Külliyesi, en uzak köşelerinden birinde de Mescidi Aksa (Müslümanlar için Mekke ve Medineden sonra en kutsal Mescit) yer alıyordu. Ortasında bir taş kubbe vardı. Ötelerde, eski şehrin surları Kidron Vadisi’ne doğru iniyor ve vadinin ötesinde de yamaçları yer yer zeytin ağaçlarıyla benekli tatlı bir eğimle de alçak kıraç tepeler yükseliyordu. Doğuya doğru daha verimli topraklar göze çarpıyordu. Orada yola aşağı uzanan, duvarlarla  çevrili bir bahçe görüyordunuz.Gethsemane bahçesi.. Zeytin ve Selvi ağaçlarının arasında Rus Kilisesinin soğan biçimli altın kubbesi parlıyordu.

Bir simyacının imbiğinde çalkalanan bir iksir gibi açık ama yine de binlerce renkle parıldayan, kelimelerin ve tahayyülün ötesinde bir manzara. Zeytindağı’dan Ölüdeniz ve Ürdün Vadisi böyle görünüyordu. (Esed,2019:119).

(……) Çünkü ilk zamanlar Filistin hakkında okuduklarımın çoğu siyonistler tarafından yazılmış kitaplardı. Ve siyonistler de doğal olarak tabloyu kendilerine göre  boyuyorlardı. Şehir ve kasabaların Araplarla dolup taştığını ve söz gelimi 1922’de bu son Filistin’de her bir Yahudiye karşılık 5 Arapın yaşadığını ve bu son derece belirgin nüfus farkından kalkarak buranın bir Yahudi memleketi olmaktan çok bir Arap memleketi olduğunu da nereden bilebilirdim?  (Esed,2019:122).

 (……) Kendimde Yahudi kökenli olmama rağmen Siyonizme karşı güçlü bir muhalefet beslemişimdir içimde. Araplardan yana beslediğim kişisel sempati bir yana, büyük yabancı güçler tarafından desteklenen Yahudi göçmenlerin ülkede nüfus çoğunluğunu sağlamak yolundaki niyetlerini hiç de saklamadan, bu ülkenin gerçek sahibi durumundaki insanlarını saf dışı bırakmak istemelerini ahlak dışı buluyordum. Ve sonuç olarak ne zaman Arap-Yahudi sorunu gündeme gelse ben kendimi Arapların yanında hissediyordum (Esed,2019:123-124).

(……) Siyonist hareketin lideri Dr.Weizmann Ulusal yurt düşünü bulandıran parasal zorluklardan ve dışarıdaki insanların bu düşe gösterdikleri ilginin yetersizliğinden yakınıyordu. O da Filistin’de olup biten her şeyin sorumluluğunu dış dünyaya yükleme eğilimindeydi. Bu durum beni orada bulunan öteki insanların onu dinlerken gömüldükleri saygılı sessizliği bozarak “Peki ya Araplar ne olacak?” diye sormak zorunda bıraktı.

Tartışmasız sürüp giden konuşmayı bu çatlak name ile yaralayarak bir gaf yapmış olmalıydım ki Dr.Weizmann  bana  doğru döndü elindeki fincanı sehpaya bırakarak şaşkınlıkla soruyu tekrarladı: “Araplar ne mi olacak?”

Tabii her şeye rağmen bu ülkede çoğunluk olan Araplar değil mi? Onların açık ve kesin muhalefeti karşısında Filistin’i kendi vatanınız haline getirmeyi nasıl düşünebilirsiniz?

(……) Siyonist hareketin lideri alaycı bir tavırla omuz silkerek: “Birkaç yıl kadar sonra onlar için çoğunluk falan kalmayacak” dedi (Esed,2019:124-125).

(……) Ne garip bir olguydu. Uzun ve acılı bir sürgün hayatını sürdürürken böylesine büyük haksızlıklara uğrayan bir halk, şimdi kendi tek boyutlu amacı uğruna, başka bir halka, üstelik Yahudilerin geçmişte çektiği acılardan hiçbir şekilde sorumlu olmayan mazlum bir halka karşı korkunç bir haksızlık işlemeye bütünüyle hazır görünüyordu. Tarih boyunca böyle bir olguya rastlanmamıştır sanırım (Esed,2019:127).

Son dönem gezginlerinden Orhan Kural, Kudüs seyahat gözlemlerini şöyle naklediyor: Kadınlar ayrı bir bölümde ve başları kapalı dururken, erkekler Kippa denen bir dua takkesi takıyorlar. Omuzlarında ise, talleth denen kutsal şal var. Yahudilerin radikal ve tutucu kesimini temsil eden siyah sakallı, kulaklarının yanından doğuştan itibaren hiç kesilmeyen zülüfleri olan, kara sakallı, fört şapkalı ve uzun siyah pardösülü erkekleri burada çok sık görüyorsunuz. İki radikal Yahudi, Ağlama Duvarı’na doğru ilerliyor. Adımları sıklaştıkça örgülü saçları daha bir inatla sağa sola savruluyor (Kural,2011:17).

Kural şöyle devam ediyor: Hani İstanbul için derler ya, “Doksan dokuz millet bir araya gelmiş, her biri bir başka kafadan ses veriyor” diye. Kudüs için de aynısı geçerli. Ağlama Duvarı’na dua etmeye giden, kara cüppeli, kara sakallı Ortodoks Yahudiler, müezzinin öğle namazını haber veren ezanı, Aziz Franciscus mezhebine bağlı rahipler (ki günde birkaç kez İsa’nın geçtiği yollarda gezinmeyi şiar edinmişler) ellerinde makineli tabancalarla dolaşan çok genç askerler, mini etekli polis kızlar, bermuda şortlu, ağızları purolu şişman turistler, ağır küfeli boz eşeklerinin yularına yapışmış, bağıra  çağıra  baharat pazarlayan Araplar, en ucuz ve sıradan kumaşları, Doğu ipeğiymiş gibi turistlere satmaya uğraşan Sefarad (İspanyol kökenli Yahudi) tüccarlar, “Şu görmüş olduğunuz tahta parçası, İsa’nın çarmıhından kesilmiştir, hediyesi yalnızca bir dolar.” diye bağrışan çocuk sürüleri… Hz. İsa’nın çarmıha gerildiği yer olan bugünkü St. Sepulchre Kilisesi, çarmıhı sırtlanıp ölüme yürüdüğü Via Dolorosa (Acılar yolu) boyunca düşe kalka acı içinde kendi sonuna doğru yürürken durakladığı, aralarında son kez ekmek yediği ve şarap içtiği yerlerde bulunan 14 nokta, bugün Hz. İsa’nın acısını paylaşmak isteyen Hristiyanlarca sık sık ziyaret edilmektedir (Kural,2011:20-21).

(…..) Bu mezarlar Avrupa, Amerika ve ülkemizde olduğu gibi çiçek ve yeşille bezenmemiş, sanki kentin yapısını yansıtır gibi tüm mezarlık taştan yapılmış. İnanışlarına göre mezarlık üzerine konan çiçekler kısa ömürlü olduğu için, mezar üzerine çiçek yerine uzun ömürlü olması için minik minik taşlar konuluyor. Bu mezarlıkta yüzlerce dindar Hristiyan, 31 Aralık 1999’u 1 Ocak 2000’e bağlayan dakikalarda gözlerini bulutlara dikerek Hz. İsa’nın dünyaya inmesini büyük bir heyecan ile beklemiş (Kural,2011:18).

Haluk Dursun, 1990’lı yıllarda yaptığı Kudüs seyahati intibalarını şöyle anlatıyor: Pastırma yazının hala sürdüğü bir kasım gününde Kudüs’e önce şöyle bir tepeden baktım. Nereden mi? Zeytin Dağı’ndan. Cemal Paşa’nın karargâhının yanlarından. Sultan Süleyman Han’ın yaptırmış olduğu surların dibine Aslanlı Kapı’ya ulaştım. Kudüs kapalı çarşısının felafeli, humuslu, kubbeli, kebaplı lokantalarının önünde her biri ateş topu gibi duran narların sıkıldığı, mis gibi suların içildiği büfeleri doya doya seyrettim. Baharatçılara, kınacılara, künefecilere göz ucuyla baktım.

Mescid-i Aksa’da mirâcı yaşamanın, Kubbet-üs Sahra’da namaza durup, mihrap yerine imamın arkasında Mescid-i Aksa’yla göz göze gelmenin ve sabah namazlarının o sessizliğini, cemaatinin tadını; o ruhanîliği hep Kudüs’de yaşadım. Buna karşılık yine orada cuma namazlarında heyecanlı hutbeleri, Filistin davasının ateşli hatiplerini, o cem-i gafûr içinde mescid bahçesinde servi ağaçları diplerinde dinledim. Kubbet-üs Sahra’nın kubbesini çeviren kuşak yazılarını, İstanbul hattıyla kaleme alınan Yâsin-i Şerîfi inceledim. Ah Kudüs! İstanbul benim mekânım, payitahtım, Medine sevgilim, Mekke kâbem, Şam ilk gözağrım. Sen ise, feleğin çemberinden geçmiş, nice peygamberler görmüş, nice sultanlarla yatmış kalkmış; yıpranmış, yaşlanmış, ama mihrabı yerinde kalmış bir şehr-i kadîmsin. İşte sana ‘Şam” kapısından giriyorum. Beni de koynuna almaya tenezzül eder misin? (Dursun,2003:256).

Haluk Dursun, intibalarını anlatmaya şöyle devam ediyor: Büyük cami avlusunda bir hutbe ve vaaz yarışı başladı. Hatta bu durum bana biraz da İngiltere’deki Hyde Park’ı hatırlattı. Hatiplerin mevzuları hep aynıydı. Heyecanla Müslümanların içine düştüğü durumdan; Filistin’in, Kudüs’ün acıklı halinden bahsediyorlar, cemaati kendine gelmeye, uyanmaya teşvik ediyorlardı. Bu her yaştan hatiplerin bir tanesi de dibinde konuştuğu Osmanlı döneminden kalma yaşlı servi ağacına dayanmış, Sultan Abdülhamit Han’ın Filistin konusunda göstermiş olduğu hassasiyeti övüyordu. (Dursun,2003:244-245)

Akif Emre, Kudüs izlenimlerini şöyle anlatıyor: Bütün bunlar olup biterken her dinden Kudüslü aynı anda “kutsallığı” yaşamaya çalışıyor. Tıpkı eski Kudüs’ün tarihi sokakları gibi kimi ayinler, törenler birbiriyle kesişiyor. Hatta karışıyor demek abartı sayılmaz. Tarihi Kudüs’ün hâkim nüfusunu oluşturan Müslümanların Ramazan ayında olmaları her tarafta hissediliyor. Taş döşeli, dar ve yüksek, çoğu kısmı kemerlerle kapanmış Kudüs Çarşısı’nda gözle görülen sükûneti iftara doğru yaşanan aceleci canlılık bozuyor.

Şam Kapısı’nı dolduran seyyar satıcılar, Ramazan coşkusunu hissettiriyor. Bu coşku, gün boyu dükkânlardan yankılanarak çarşıya yayılan Kur’an-ı Kerim kasetlerinin sesinde hissediliyor. Bu sükûneti sadece Ramazan yorgunluğuna bağlamak da yanıltıcı olabilir. Sokakta, çarşıda gezinen İsrail askerleri bu durumu açıklayan nedenlerden biri. Ekonomik sıkıntı içinde olan esnaf, İsrail işgal yönetiminin uyguladığı vergi politikasından yakınıyor. İş yerlerini kontrole gelen bir vergi memurunun arkasında en az 5-6 adet tam teçhizatlı askerle içeri dalmaları gerilimin boyutlarını göstermeye yetiyor (Emre,2019:92).

Yayıncı Hasan Bayraktar, Kudüs’ten şöyle bahsediyor: Hazreti Süleyman’ın inşa ettirdiği mabedin temel duvarlarından kalan bölümü Ağlama Duvarı olarak bilinir.

Bu mabet, Ağlama Duvarı, yüzyıllarca Yahudide milli ve dini şuuru ayakta tutmaktadır. Bu manzarayı da burada ibretle seyrettik. Cumartesi günü Halilurrahman Camii’ndeyiz. Peygamber mezarları üzerlerine inşa edilmiş. Bu mübarek Halil İbrahim’in yarısından fazlası Sinagog. İçinde Hz. İbrahim ve zevcesi Sare. Cami dışındaki ilk kabir oğlu Hz. İshak ve zevcesi Rıfka, Hz. İshak’ın oğlu Hz. Yakup ve zevcesi Laika ve Hz. Yakup’un oğlu Hz. Yusuf’un kabirleri bu caminin altındaki mağaradadır. Cami bu mağaranın üzerine inşa edilmiştir.

Camide Selahattin Eyyubi’nin Askalan Camii’nden getirdiği minber ve Eyyubi döneminden kalan mozaik süslemeli mihrap var. Cami içini çepeçevre saran Yasin-i Şerif suresi ve kabir örtüleri Sultan Abdülhamid’in yadigarı.

1994 yılı Şubat’ın 25. günü Ramazan ayının cuma günü, sabah namazındaki ABD kökenli bir Yahudi doktorun namaz kılan cemaati otomatik silahla taraması sonucu 29 kişi şehit olmuş 300 kişi de yaralanmıştı.

Katilin niyeti bütün cemaati öldürmekti, silah tutukluk yapınca Müslümanlar tarafından linç edildi ve katliama devam edemedi. İsrail bu saldırıyı bahane ederek camiyi 9 ay kapatmış ve açıldığında da caminin %60’ı Sinagog’a dönüştürülmüş. Camiye tam boy güvenlik turnikelerinden geçtikten sonra girebildik. Cumartesi günleri Yahudiler ailece, öğretmenler okul öğrencileriyle, ki ilkokul öğrencilerinin başlarında siyah fötr şapkalılarla gruplar halinde caminin işgal ettikleri kısmına geliyorlar. Cumartesi günleri Yahudiler rahatsız olmasın diye camide ezan okuyamıyorlar. Halilurrahman Camii’ne gelmenin sevincini ve buradaki Yahudi zulmünün devam etmesini görmenin burukluğu içinde ziyaretimizi tamamladık. (Bayraktar,2020:386).

(……) Mescid-i Aksa’da tanıdığımız insanlar sanki yüzümüze bakarak “Türk müsünüz? Bugüne kadar neredeydiniz” diye soruyorlardı. Gönüllerine ilaç olduğunuzu hissediyorsunuz. Boynumuza sarılanlar, evine davet edenler, ağlayıp göz pınarlarını tutamayanlar… Sokaklar Türk bayrakları ile dolu. Cadde isimleri ecdadın… Osmanlı ve İslam Tarihi… Binalara bakıyorum bizim, yollar bizim, taşlar bizim, toprak bizim.. Beldeye gelen 4 milyon gayrimüslime karşı 40 bin Müslüman… (Bayraktar,2020:387).

KAYNAKLAR

Ahmet Cevdet Paşa,(1973),Cevdet Paşa Tarihi, Cilt:1,İstanbul: Başbakanlık Kültür Müsteşarlığı

Adıvar Halide Edip,(1963),Mor Salkımlı Ev, İstanbul:Atlas Kitapevi

Aselî Kâmil Cemîl ,(2002), Kudüs,(Osmanlı Dönemi ve Sonrası) DİA,cilt: 26, s:334-338

Bayraktar Hasan, (2020) Bir Ömrün Tanıklığı,İstanbul:Şelale Yayınları

Birol Nurettin, (2009),Sadrazam Halil Rıfat Paşa Dönemi ve İcraatları,Ankara:Cedit Neşriyat

Coşan M.Esad ,(2018), Bakara Suresi Tefsiri,İstanbul:Server Yayınları

Dursun A. Haluk,(2003) Nil’den Tuna’ya Osmanlı Yazıları, İstanbul: Ötüken

Dündar Fuat, (2008), Modern Türkiye’ninŞifresi, İstanbul: İletişim Yay,

Emre Akif,(2019), Çizgisiz Defter,  İstanbul: Büyüyenay Yayınları

Esed Muhammed, (2019), Mekke’ye Giden Yol,İstanbul:İnsan Yay     

Harman Ömer Faruk,(2002), Kudüs, DİA , cilt: 26,  sayfa: 323-327

Kural Orhan (2011), Gezginin Gölgesi, İstanbul Han Yayınları,

Mustafa Münim,(2018), Kanal Seferi’nden Çanakkale’ye, İstanbul: Yeditepe Yayınevi

Naima,(1967),Naima Tarihi,Cilt:1 İstanbul: Zuhuri Danışman Yayınevi

Pomiankowski Joseph,(1997),Osmanlı İmparatorluğunun Çöküşü, İstanbul: Kayıhan Yay

Rey Ahmet Reşit (2014). İmparatorluğun Son Dönemlerinde Gördüklerim Yaptıklarım, İstanbul: İş Bankası Yayınları

Sarıbay Selahattin Adil, (1982), Selahattin Adil Paşa’nın Hatıraları, İstanbul: Zafer Matbaası   

Tomar Cengiz,(2002), Kudüs,(Memlüklüler Dönemi) DİA , cilt: 26,  sayfa: 332-334