Doğu Türkistan’ın Bağımsızlık Mücadelesinde Dini Değerler ve Din Adamlarının Rolü

Aslında Yusuf Has Hacib ve Ḳaşgarlı Mahmud birbirinden uzak ve birbirini tanımamalarına rağmen, ikisi de aynı malzeme üzerinde çalışıp yekdiğerini tamamlamıştır. Ḳaşgarlı Mahmud Türk kavimleri, yaşayış tarzı, dili, edebiyatı; Yusuf ise Türklerin fikir hayatı ve manevî varlığı üzerinde durmuştur.

Nur Ahmet KURBAN

Doç. Dr., Çanakkale Onsekiz Mart Üni, İlahiyat Fak.

İslam dini en etkin biçimde Karahanlılar döneminde, Doğu Türkistan’da yaşayan halkların hayatında yer aldığı söylenir. O günden yakın tarihimize kadar bölgede kurulan devlet ve beylikler İslamî değerleri benimsemiş, varlıklarının bu değerler üzerinde devam ettirmişlerdir. Kültür ve gelenekler, bu değerlerle özdeşleşmiş durumdadır. İleride temas edileceği bölgede yabancı unsurların işgal girişimleri sürecinde de dinî değer ve din adamlarını bölgenin bağımsızlığına giden yolda büyük bir güç oluşturduğu görülecektir. Biz bu konudaki verilerimizi, çalışmanın muhteva ve zaman unsuru elverdiği ölçüde aşağıdaki iki ana başlık altında kısaca özetlemeye çalışacağız.

A. Bölgenin Tarihsel ve Düşünsel Geçmişi

Günümüzde Doğu Türkistan deyince Çin’e Xinjiang Özerk bölgesi akla gelir. Tarihte Doğu Türkistan adının IX. yüzyılda ortaya çıkan siyâsî terim olduğunu söyleyebiliriz. Özellikle Rusya’nın Orta Asya’daki bazı Türk bölgelerini işgalinden sonra Çin idaresine terk edilen Türk yurdu, Doğu Türkistan olarak anılmaya başlanmıştır. Daha eskilere gittiğimizde bölge, etnik veya coğrafi tanımlamalardan daha ziyade Kaşgar, Buhara ve Taşkent gibi şehir adlarla ve bölgeyi yöneten dere beyliklerinin adı ile tanınırdı.

Günümüzde Uygurların en kalabalık yaşadığı yurt, Doğu Türkistan’dır. Talas Savaşı’ndan (MS. 751) sonra hiç Çin’den gelen bir saldırıya maruz kalmayan bu bölge halkı, ilk defa 1755 yılında Çin anakarasının büyük bir kısmına hükmetmekte olan Mançu Çing/Qing Hanedanı’nın (1644-1911) işgal girişimiyle karşı karşıya kalmıştır. Aradaki çekişmeler yıllar boyu devam etmiş, nihayetinde Çing işgaline karşı koymada aciz kalan Kâşgar Hanı, Hokand Hanlığı’ndan yardım istemiştir. Bunun üzerine Âlim Kul, 1865 yılında Yâkub Beg’i 1000 kişilik bir kuvvetin başında Kâşgar’a gönderdi. Bu tarihten itibaren giriştikleri her savaştan galip çıkan Yâkub Beg, 1870 yılında kuzeydeki birkaç il hariç Doğu Türkistan’ın diğer bölgesi kontrol altına aldı. Ardından 1872’de Sultan Abdülaziz’e bir elçi gönderip Kâşgar Hanlığı’nın Osmanlıya bağlılığını bildirdi ve bu talebi payitaht tarafından kabul edildi. Yâkub Beg’in 1877’de bir suikaste kurban gitmesi sonucu devlet toprakları yeniden Çing sömürgesine girmiş oldu.[1] Bu işgalden sonra 1884 yılında bölgeye Şinjiag adı verildi. Çin’de 1911 yılında Çing Hanedânı sona erince, Doğu Türkistan, Milliyet Çin/Guómíndǎng hükümetinin (1912-1949)kontrolüne, 1949 yılında Çin’de ana karayı ele geçirmeyi başaran Çin Komünist Partisi’nin eline geçti. Bölgenin adı Çin Halk Cumhuriyet’i tarafından 1955 yılında Şinjiang Uygur Özerk Bölgesi olarak değiştirildi,[2] (Sheng 100, 117, 187). Geçen zaman içerisinde Doğu Türkistan halkı 1933 ve 1944 yıllarında bağımsız devletlerini kurmayı başarsalar da bu devletlerin ömrü uzun soluklu olmamıştır.

Bilindiği üzere Doğu Türkistan’da yaşayan Türk boyları tarih boyunca bulundukları coğrafya ve dini inançları çerçevesinde dünya medeniyet hazinesine farklı düzeylerde katkıda bulunmuşlardır. Bu minvalde Türkistan coğrafyasında çeşitli şehirler kurulmuş ve oralarda kurulan ilim merkezlerinde çağın şartları nispetinde çeşitli ilim dallarında tedrisatlar gerçekleştirilmiş ve bu kurumların faaliyetleri neticesinde önemli yapıtlar ortaya çıkarılmıştır.

Erken bir tarihte yerleşik hayata geçmiş ve yüksek bir medeniyet düzeyine erişmiş olan Uygurların birçok açıdan Ḳarahanlı dönemi kültürüne etkileri olduğunu inkâr edemeyiz.  X. yüzyıldan itibaren yapılan türlü mimari eserlerde ve bilhassa resim sanatının gelişmesinde eski Türk sanatının büyük tesirleri de küçümsenmemelidir. Gerek mimari şekil ve gerekse iç tezyinat bakımından İslam mimari eserlerinde Uygur Türk tesiri açıkça görülmektedir.[3]

Doğu Türkistan’daki İslam medeniyetine dair eserlerin en somut örnekleri mesken, mabet, medrese ve türbe yapımları hem de süslemelerinde daha çok göze çarpar. Bölgede İslam dini yaygınlaştıktan sonra Tanrı Dağları’nın güney ve kuzeyinde mimaride önemli gelişmeler yaşandı. Doğusunda ise Buda dininin daha yaygın olması sebebiyle onlarda da kendilerine özgü tasarım ve süsleme sanatı kendini gösterdi. Ḳarahanlı devletinin başkenti Ḳaşgar’da ise İslamî hassasiyetleri dikkate alan bir kültür ve medeniyetin teşekkülü ön plana çıktı. Ḳaşgar’da inşa edilen Saciye Medresesi, Hamidiye Medresesi, Mahmudiye Medresesi ve özellikle de padişah adına inşa edilen Hanlık Medresesi bunlardan sadece bazılarıdır.[4] Buralarda çeşitli ilim dallarında dersler okutuldu ve felsefeden kelama, hukuktan ahlaka dair birçok eserler telif edildi. Yani Ḳaşgar bir başkent olmanın ötesinde bir ilim merkezi olarak ön plana çıktı. Ḳaşgarlı Mahmut’un hocası Hüseyin b. Ḫalef el-Ḳaşgarî (ö. ?),[5] Sultan Satuk Buğra Han’ın İslam ile tanışmasında büyük rolü olan Ebu Nasır Samanî (ö. 350/961), İmamuddin Ḳaşgarî, Abdulgaffar b. Huseyn el-Ḳaşgarî (ö. 476/1083) ve Muhammed b. Reşid b. Ali el-Ḳaşgarî (ö. 476/1083) gibi zatları sayabiliriz.[6] Münyetü’l-Musallî adlı eserin sahibi Sedîdüddin el-Kâşgarî (ö. 705/1305), Sa’deddîn-i Kâşgarî  (860/1456), eṣ-Ṣurâḥ mine’ṣ-Ṣıḥâḥ ve Mülḥaḳâtü’ṣ-Ṣurâh. eṣ-Ṣurâḥ mine’ṣ-Ṣıḥâḥ’ adlı eserlerin müellifi Cemâl-i Karşî (ö. 702/1303’ten sonra) gibi ulemayı sayabiliriz. Sünnî kelamın kurucularından Maturîdî (ö 944) ve İslam felsefesinin önemli simalarından Farabî (v. 950) buralarda yetişmiştir.[7] Müslüman âlim ve mütefekkir Yusuf Has Hacip (ö. 1070) İslam medeniyetine önemli katkısı olan bir müelliftir. Onun Kur’ân ve sünnetten mülhem mesajlarında henüz X. yüzyıldayken bilgiye her şeyin üstünde değer vermesi, dilin insana Tanrı’nın en büyük armağanı ve iyiliğin ve doğruluğun üstün bir fazilet olduğu hakkındaki görüşleri, yeni bir medeniyet sahasına giren Orta-Asya Türklerinin kültürel gelişmesinde büyük rol oynamıştır.[8]

Ḳaşgarlı Mahmud’un Divanu Lugati’t-Türki adlı eseri de bir Türk dil ve kültür hazinesi niteliğindedir.[9] Buna göre Divan, sıradan bir Türk dili lügati olmaktan ziyade Türk kültür hayatının çeşitli alanlarında bilgi veren bir ansiklopedi niteliğindedir. Aslında Yusuf Has Hacib ve Ḳaşgarlı Mahmud birbirinden uzak ve birbirini tanımamalarına rağmen, ikisi de aynı malzeme üzerinde çalışıp yekdiğerini tamamlamıştır. Ḳaşgarlı Mahmud Türk kavimleri, yaşayış tarzı, dili, edebiyatı; Yusuf ise Türklerin fikir hayatı ve manevî varlığı üzerinde durmuştur. Her ikisi Türk Halk Edebiyatı’nı yakından bilip ondan yararlandıkları gibi, içtimaî teşkilâtı da yakından biliyorlardı. Ḳaşgarlı Mahmud, Türk millî yapısının dış kısmı, Yusuf ise iç kısmı üzerinde durmaktadır.[10] İlgili eserleri inceleyen araştırmacılar, Türkistan’da Farabî, Ḳaşgarlı Mahmud ve Yusuf Hacip gibi isimlerin Rönesans’ı Avrupa’dan yıllar önce başlatmış olduğunu söylemektedirler.[11] Bu şahısların her biri kendi alanlarında yaptıkları çalışmaları ile dünya İslam medeniyet hazinesine önemli katkılar sunmuşlardır. 

Ḳarahanlı döneminin sonlarına doğru kaleme alındığı düşünülen önemli eserlerden biri de Edip Ahmet Yüknekî’nin (ö.1180) Atebetü’l-Hakayık adlı kitabıdır. Bu eserde, dinin değerler yönünü topluma yerleştirmek için çok defa âyet ve hadislerle desteklenen fikirler, kolaylıkla anlaşılabilecek tarzda oldukça sade bir dil ile ifade edilmiştir. Bu özellikleriyle esere bir nasihat kitabı olarak da bakmak mümkündür. Kitapta yer alan âyet ve hadisler, bu iki ana dinî kaynak İslâmî Türk edebiyatı sahasında bu ölçüde ilk defa kullanılmış ve bunlardan faydalanılmıştır.[12] Müellifin Hoca Ahmet Yesevî’den ilim öğrendiği kabul edildiğinde,[13] Yüknekî’nin edebiyat bilgisinin kaynağı daha iyi tespit edilmiş olur. Bu bağlamda onun Yesevî geleneğinin bir devamı olduğunu söyleyebiliriz. Sonraki süreçte dinî-ahlâki mesajlar içeren manzum eserlerin geniş çapta devam ettiğini biliyoruz.

Türkistan’da İslam’ın yayılmasından önceki dönemlerde, özellikle Budizm inancının icrasında yaygın olarak kullanılan enstrümanlar belli ölçüde İslam’ı kabul eden Türk toplumunda da kendine yer bulabilmiştir. Zira din dışı musiki türlerindeki kanaatleri etkileyen temel amil ise müziğin amacı, biçimi ve ortaya çıkardığı sonuçlardır.[14] Burada enstrümanların değil daha çok müziğe eşlik eden metinlerin bir değişime uğradığını söyleyebiliriz. Kurumsal tasavvufun daha çok Orta Asya kaynaklı olduğu görüşü kabul edilirse çalgılı zikirlerin yine o bölgede gelişip oradan diğer bölgelere yayıldığını söyleyebiliriz. Hatırlanacağı üzere Doğu Türkistan halkı içinde yaygın olan ve On İki Muḳam adıyla bilinen klasik müzik mecmuası, Saidiye Hanlığı’nın Hanı Sultan Abdurreşit Han’ın girişimleri ile derlenmiş bir müzik koleksiyonudur. X. yüzyıldan evvel bölgede yaşayan dinî güruhların ihtiyaçları çerçevesinde geliştirdikleri müzikler İslam dininin prensipleri ölçü alınarak ıslah edilmiştir.[15]  

Başta Ḳarahanlılar olmak üzere sonraki süreçte Doğu Türkistan’ın bazı medreselerinde onun müzik hakkındaki görüşleri takip edilmiştir. Özellikle şairler ve sanatseverler onun eserlerine büyük ilgi göstermiş ve merakla okumuşlardır. Şairlerin, gazellerini müzik eşliğinde ahenkle okumaları bir tür sanat haline gelmiştir. İşte bunun gibi şairler ve mugannilerin gayretleriyle Farabi ile başlayan Muḳam (makam) kültürü, Uygurların aydın kuşağı içinde derin kök salmıştır. Eski Kuçar, Ḳaşgar ve Ḫoten müzikleri, Farabî müzik nazariyesi esasında düzene konularak Uygur Muḳamcılığı’nı meydana getirmiştir. Uygur Muḳamları da XVI. yüzyılda bir sisteme oturtularak şimdiki On İki Muḳam şeklini almıştır.[16]

İslamiyet’ten sonra Gazneli Mahmud ve Ekber Şah’ın huzurunda Uygur ve Orta Asya halklarının musikisinin icra edildiği bilinmektedir. Özellikle Farabî’nin eserlerinin telli müzik enstrümanları ile icra ediliş biçiminin Arap musikisinin gelişmesinde de önemli rol oynadığı düşünülmektedir. Rak ve Uşşak Muḳamlar’ı esasen Farabî’nin eseridir. Özhal Muḳamı’nın bir kısmı yine ona aittir. Çağataylar döneminin Uygur düşünürü Lutfî, Sekkakî ve Nevaî gibi İslam edebiyatının ünlü simaları Uygur Muḳam müzik sanatının gelişmesine büyük katkılarda bulunmuştur. Buna bir anlamda Uygur İslam müziği demek de mümkündür. Zira İslamî Muḳamların metinleri; genelde Nevaî, Hüveyda, Muhammed Sıdık Zelîlî, Gumnam, Abdurrehim Nizarî, Ğocam Ḳuli Ḥırkıtî gibi şairlerin divanları, Ahmed Yesevî’nin Hikmetleri, bazı tasavvufi şairlerin şiirleri ve başka halk destanlarının parçalarından oluşur. Yine bazı müzik enstrümanları eşliğinde halkın kalabalık gruplar halinde takip ettiği destan, hikmet ve cenk namelerin anlatıldığı durumlar günümüze kadar uzanan bir uygulamadır.[17]

Geç dönem İslam müelliflerinden İsmetullah b. Nimetullah, Tevarîhi Musîyḳiyyun adlı eserinde müzik aletlerini ilk kullanan kişinin, Hz. Nuh’un Türk isimli oğlundan olan torunu Heriz (خرِز) olduğunu ifade eder. Ona göre bütün insanlık saz çalmayı ondan öğrenmiştir. Hatta öyle bir efsane anlatıyor ki; Doğu Türkistan’ın önemli yerleşim merkezlerinden Ḫoten ve Yarkent bölgeleri o kişi tarafından mamur edilmiş ve bu bölgelerin insanları onun soyundan gelmiştir. Ona göre yeryüzünde musikinin ikinci üstadı Pisagor, üçüncü üstadı ise Ebu Nesir Farabî’dir. O ilgili eserinde, başta Yusuf Sekkakî olmak üzere müziğe hizmetleri olmuş on yedi ünlü şahsiyetin isimlerini zikreder.[18]

Ḳarahanlılardan sonra Çağataylar döneminde yaşamış şairlerden Sekkâkî, Ubeydullah Lutfî ve Atâî gibi isimleri saymak mümkündür. Onlar kendi dîvânları ile dönemin edebiyatına, özellikle Türk İslam edebiyatına zenginlik katmışlarıdır. Bunların vefat tarihleri kesin olarak bilinmemektedir. Türkçe yazdıkları eserlerinde İslamî değerleri manzum bir metodla sonraki nesillere aktarmış önemli şahsiyetlerdir. Yine o coğrafyaların yetiştirdiği önemli şahsiyetlerden biri de Ali Şîr Nevâî’dir. Kendisi sadece yaşadığı bölge ve dönemde değil, Türk dünyasında ve tarih boyunca düşüncesi ve ortaya koyduğu eserleri ile bütün Türk edebiyatının medarıiftiharı olmuştur.[19] 

Saidiye Hanlığı döneminde de daha evvel değinildiği gibi edebiyat ve sanatın birçok alanında eserler verilmiştir. Hanlığın başkenti olan Yarkent’te devletin sağladığı huzur ortamı içerisinde kurulan Saidiye Medresesi, Reşidiye Medresesi, Yeşil Medrese, Medrese-i İḳlimât, Cihan Medresesi, Hanlık Medrese, Sâḳiye Medresesi, Veliye Medresesi gibi medreselerden bahsedilir. Bu kurumlar hem mimarî yapısı hem de yetiştirdiği ilim adamları ile İslam medeniyetinin gelişmesine önemli katkılar sağladı. Bu dönemde Arap ve Fars dillerinde tefsir, hadis, fıkıh ve kelama ilişkin eserler yazıldı. Dinî ilimlerin yanı sıra edebiyat sahasında da birçok değerli eser kaleme alındı. Bunlar arasından Mevlâna Şerefuddîn Ali’nin Kaside-i Bürde Şerhi zikre şâyândır.[20] Ayrıca Ḫoten’li şair Nevbetî ve onun Dîvân’ı önemlidir. Burada işaret etmeden geçemeyeceğimiz bir durum da ipek yolunun aktif olarak işletilmesi sonucu ortaya çıkan ticaret, el sanatları, tarım ve hayvancılık gibi hususlardır. Nitekim bu dönemde söz konusu alanlarda kayda değer çok olumlu gelişmeler yaşandı.[21]

XVII-XVIII. yüzyıllara geldiğimizde özellikle edebiyat sahası gelişerek devam etti. Manzûm eserlerin yanı sıra nesrî eserler de ortaya çıkmaya başladı. Bu dönemin önemli simalarından Muhammed Emin Hocamkulî (Ḫırḳıtî) ve kaleme aldığı Muhabbetname ve Mihnetkâme, Muhammed b. Abdullah el-Ḫarâbâtî ve Külliyati Mesnevî Ḫarâbâtî adlı manzûm eseri, Muhammed Sıddık Zelîlî ve diğer şiirlerinin yanı sıra Sefernâme adlı destanı, Molla Elem Şehyârî’nin Gül ve Bülbül Destân’ı, Molla Bilal b. Yusuf Ḫotenî ve Dîvân-ı Bilal adlı eseri ve Muhammed Sıddık Berşidî ve Sıddıknâme adlı destanı bölgede meşhurdur. XVIII-XIX. yüzyıllarda ise şair Abdurehim Nizârî ve Rabiye Seidin’i (Rabiya ve Saduddin), İmir Hüseyin Sebûrî ve Makâlat’ı, Molla Şakir ve Zafernâmes’si, şair Seyit Muhammed ve Şerh-i Şikeste’si, şair Hüseyinhan Tecellî ve Berk-i Tecellî Sebk-ı Mücellî adlı eseri burada zikredebiliriz.[22]

B. Bölgenin Yakın Dönemdeki Durumu

Çing Hanedanı generali Zuo Zongtang’ın 1877 yılında Doğu Türkistan’ı işgali etmesiyle bölge tarihinde yeni sayfa açılmıştır. Halkı tamamıyla Müslüman bir toplumun inançsızlaştırma politikası güden bir yönetime itaat etmesi düşünülemezdi. Dolayısıyla bundan sonra bölgenin her yerinde direniş hareketlerinin meydana çıkması doğaldı. Tömür Halife (ö. 1913) tarafından 1912 yılında Doğu Türkistan Kumul ilinde başlatılan ayaklanma Çin-Mançu hükümetinin gözünü pekâlâ korkutur. Silah gücüyle onu yenemeyeceğini anlayan Mançu hükümeti gönderdiği elçisi aracılığıyla yoğun Kur’an ve hadis içerikli mesaj ve vaatleriyle onu devletle anlaşmaya ikna eder. Hatta halife unvanıyla taltif eder. Ardından hükümet binasına yerleştirdiği Tömür’ü 1913 yılının Ramazan Bayramı günü bayramlaşma bahanesiyle gerçekleştirilen bir ziyaret esnasında tutuklar ve aynı yıl 6 Eylül tarihinde acı bir şekilde idam eder.[23]

Aradan 18 sene sonra yine Kumul’da Hoca Niyaz Hacı, bölge idaresini Mançulardan devralan Çin Cumhuriyeti’nin ağır baskılarına karşı bir direniş hareketi başlatır. Hoca Niyaz küçük yaşta medresede eğitim görmüş bir kişidir. Bölgede meydana gelen ve başarısızlıkla sonuçlanan bir ayaklanmaya katılması sebebiyle hakkında tutuklama kararı çıkarılınca Hac için Hicaz’ın yolunu tutar. 1912 yılında Hac ibadetini yerine getirdikten sonra dönüş parası olmadığı için üç sene kadar kutsal topraklarda kalır ve bu süre sonunda ana vatanına döner.[24] Daha sonraki süreçte sürekli yeni direniş planları üzerinde çalışır, Orta Asya’daki bazı bölgeleri dolaşır. Diğer yandan Doğu Türkistan’ın birçok ilinde de ayaklanma sesleri duyulmaya başlar.

20 Şubat 1931 tarihinde Kumul’da Hoca Niyaz Hacı liderliğinde başlayan ayaklanma hızla Doğu Türkistan’ın diğer illerinde de direnişin fitilini ateşlemeye başlar. Hoten’de bir medrese hocası olan Muhammed Emin Buğra talebelik yıllarından beri planladığı bağımsız bir devlet kurma projesinin artık pratiğe geçirilmesi için gün sayıyordu. Ve 1931 yılında örgütlenme çalışmalarını tamamlamış, harekete geçmek için beklenen zaman gelmişti. 24 Şubat 1933 yılında Hoten ilinin Karakaş ilçesinde ayaklanmanın ilk kurşunu atıldı. Kısa müddet sonra 465,8 km² toprağa sahip Hoten’in tamamı kurtarıldı ve aynı yıl 5 Nisan günü Hoten’de Hoten İslam Hükümeti (Hükümet-i İslamiyye-i Hoten) kuruldu. Bütün kademelerde din adamları yer aldı ve tamamen şerî kurallar geçerli kılındı. Hotan İslam ordusunun başkomutanı, Muhammed Emi Buğra idi. İlerleyen süreçte Hoten İslam Hükümeti’nin vekili Sabit Damollam Kaşgar’a gelir ve Kaşgar’da Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti’nin kuruluşuna önayak oldu.  Henüz Kaşgar’a ulaşmamış olan Hoca Niyaz Hacı’yı cumhur reisi, kendisini ise başbakan ilan etti. Görüldüğü gibi dünya tarihinde İslam cumhuriyeti adında bir devlet, ilk defa 12 Kasım 1933 tarihinde Kaşgar’da kuruldu. Uzun ömürlü olmasa da Uygur, Kazak, Özbek, Kırgız ve başka farklı Türk boylarının münevver din adamları, İslam ümmetinin bir ülküsünü gerçekleştirmiş oldular. Sabit Damolla, 1934 yılında Milliyetçi Çin yönetimi tarafından bölücülükle suçlanarak söz konusu cumhuriyetin bir kısım devlet adamlarıyla Çin hapishanesine atılmıştır. 1941 yılından 58 yaşında vefat edene kadar hapishanede kalmıştır.[25] Hoca Niyaz Hacı da aynı akıbeti yaşamıştır. Sabit Damolla siyasî bir kişiliğin yanı sıra Arap ve Fars dillerini çok iyi derecede bilen bir din adamıydı. Vefat ettiğinde geride birçok eser bırakmıştır.

Çin ve Rus güçlerinin güçlü bombardımanı sonu Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti dağıtılıp, devlet erkanı tutuklanınca Hoten İslam Hükümeti’nin kuruluşunu sağlayan Mehmet Emin Buğra, 15 Haziran 1934’te Ma Husan (Ma Hushan) birliklerinin saldırılarında yenilgiye uğrar ve 14 Temmuz 1934’te Doğu Türkistan ile Hindistan sınırındaki dağlara çekilir. Keşmir’de bir müddet bulunduktan sonra Kâbil’e yerleşir. Başta Türkiye olmak üzere çeşitli ülkelerde yürüttüğü yurtdışı temaslarını tamamlayıp Çin’e dönüş yolunda olan İsa Yusuf Alptekin ile 2 Kasım 1939’da Kabil’de karşılaşır. Türkiye’nin Kabil Büyükelçisi Memduh Şevket Esendal’ın da tavsiyesi üzerine, bu tarihten sonra Doğu Türkistan mücadelesini Alptekin’le birlikte siyasî yollarla devam ettirme kararı alır. 1942’de Afganistan’dan Hindistan’a geçen Mehmet Emin Buğra, o sırada bölgeyi elinde bulunduran İngilizler tarafından tehlikeli görülüp Peşâver’de altı ay boyunca hapiste tutulur. 8 Ocak 1943’te Çin’e gitmek şartıyla serbest bırakılır. 4 Nisan 1943’te Çin’in II. Dünya Savaşı yıllarındaki başkenti Çongçing’e (Chongqing) gelir. Burada Mesut Sabri Baykozi, İsa Yusuf Alptekin ve Kadir Efendi ile Yurttaşlar Cemiyeti adıyla bir teşkilât kurar. Teşkilatın hedefi gerek dönemin siyasal erki Çin Milliyetçi Partisi (Guomindang) nezdinde gerekse Çin kamuoyunda Doğu Türkistan meselesini gündeme getirmek ve mevcut imkânları kullanarak Doğu Türkistan lehine siyasî çözümler geliştirmekti. Onun bağımsız Doğu Türkistan devleti kurma yolundaki siyasî ve diplomatik çalışmaları daha sonra Türkiye’de de devam etti.

1940 yıllarında Doğu Türkistan’ın kuzeyinde yer alan İli (Kulca), Tarbagatay ve Altay illerinde geniş çaplı bir ayaklanma başlamıştır. Üç Vilâyet İnkılâbı adıyla bilinen bu millî mücadele hareketi neticesinde 12 Kasım 1944’te Ali Han Töre (Saguni) liderliğinde merkezi ili olan Şarkî Türkistan Cumhuriyeti ilan edildi. 1945 Yalta Konferansı’na kadar Üç Vilayet İnkılabı’nı destekleyen Rusya, artık yakın tarihte iktidara gelme ihtimali olan ÇKP lehine saf değiştirmiş ve Doğu Türkistan’da desteklediği bağımsızlık yanlısı oluşuma sırtını dönmüştü.

Doğu Türkistan, 12 Kasım 1949’da komünist Çin hükümeti tarafından işgal edilince Mehmet Emin Buğra, İsa Yusuf başta olmak üzere bir grup dava arkadaşıyla birlikte ikinci defa Hindistan’a hicret etmek zorunda kaldı. Kendisiyle birlikte gelenler için güvenli bir yaşam alanı oluşturmak amacıyla 1949-1951 yıllarında yoğun bir diplomasi gerçekleştirdi. Bu amaçla Hindistan Başbakanı Nehru ile görüştü. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği, Amerika Birleşik Devletleri Yeni Delhi Büyükelçiliği, Hint Dışişleri Bakanlığı ve Türkiye Cumhuriyeti hükümeti gibi merciler başta olmak üzere Kızılhaç ve Kızılay gibi kuruluşlara da başvurdu. Aralık 1951’de arkadaşları ve bir grup hemşerisiyle Türkiye’ye geldi. Başbakan Adnan Menderes, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Refik Koraltan, Dışişleri Bakanı Mehmed Fuad Köprülü ve bazı siyasîlerle yaptığı görüşmelerin ardından 13 Mart 1952 tarihli Bakanlar Kurulu Kararnâmesi’yle Hindistan ve Pakistan’da bekleyen 1850 Doğu Türkistanlı mülteci Türkiye’ye getirildi.

1953’te Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığına geçen Buğra, Ankara’ya yerleşti. Türkiye’deki sivil toplum örgütleriyle, bilhassa Batı Türkistanlı, Kafkasyalı, İdil-Ural ve Azerbaycanlı akraba topluluk liderleriyle iş birliğinin yollarını aradı. Bu kapsamda Türk Birliği ve Türk Ortak Cephesi gibi isimler altında Sovyet Rusya ve Komünist Çin’e karşı bir dizi siyasî çalışma yürüttü. 1954’te Tâif şehrinde düzenlenen Doğu Türkistan Kurultayı’na katılmak üzere Suudi Arabistan’a gitti. Kurultayda Doğu Türkistan meselesi için Milliyetçi Çin (Tayvan) hükümeti ile müzakerelerin başlatılmasına karar verildi. Mehmet Emin Buğra ile İsa Yusuf Alptekin Milliyetçi Çin liderleriyle görüşmeler yaptılar. Milliyetçi Çin’in bağımsız bir Doğu Türkistan fikrine olumlu yaklaşmaması üzerine görüşmeler sonuçsuz kaldı. Aynı yıl Ürdün’de düzenlenen Kudüs İslâm Konferansı’na katılan Buğra, Doğu Türkistan davasını Arap-İslâm dünyasına anlatmaya çalıştı. Ardından Kahire’ye ikinci bir diplomatik ziyarette bulundu, burada önemli siyasî ve ilmî görüşmeler yaptı. 1958’de Karaçi’de düzenlenen Milletlerarası İkbal Konferansı’na “İkbal ve Türkistan” adlı Urduca bir bildiri sundu. Pakistan’ın Lahor ve Ravalpindi şehirlerinde Doğu Türkistan meselesi hakkında çalışmalar yaptı. 1960’da Yeni Delhi’de düzenlenen Milletlerarası Sömürgeciliğe Karşı Asya-Afrika Halkları Konferansı’na İsa Yusuf’la birlikte katıldı, konferans sırasında çeşitli milletlerin delegeleriyle müzakerelerde bulundu. Aynı yıllarda Hindistan’da Dalai Lama ile Tibet sorunu ve Doğu Türkistan mücadelesinin durumunu görüştü. 14 Haziran 1965’te Ankara’da vefat etti. Dinî ilimlerin yanı sıra tarih, siyaset ve edebiyat gibi alanlarda kendini yetiştirmiş olan Buğra, geride önemli eserler kaleme almıştır.[26] Özellikle onun Doğu Türkistan’ın genel tarihi hakkında kaleme aldığı Şarkî Türkistan Târihi adlı eseri, henüz aşılmış değildir. Bağımsız Doğu Türkistan mücadelesinin geçmişine ait çok önemli bilgiler içermesiyle, halkın geleceğe olan bakışının inşası için vazgeçilmez bir kaynaktır.

Konuyu biraz baştan alacak olursak 1940 yılında Doğu Türkistan’ın kuzey illerinden Altay ilinde Kazak Türkleri tarafından başlatılan ayaklanma ateşi, hızla İli (Gulca) ve Tarbağatay illerine yayıldı. Bu hareketin gelişmesinde dini alim Osman İslam (Batur) büyük yol oynadı.[27] Ardından ayaklanma bir hükümet aşamasına geldiğinde büyük İslam alimi Alihan Töre (ö. 1976) öne çıkar. O, günümüzde Kırgızistan’ın Tokmak (Balsâğun) şehrinde Özbek bir ailede doğmuş, 1916 yılındaki Çarlık hükümetine karşı ayaklanmada aktif görev aldığı için 1920 yılında Doğu Türkistan’ın Kaşgar şehrine göç etmek zorunda kalmış bir alimdir. Töre, 12 Kasım 1944 yılında kurulan Doğu Türkistan Cumhuriyeti’nde cumhurbaşkanı olarak görev alır. Yukarıda bahsedilen Yalta Konferansı sonra,13 Haziran 1946 yılında Rus gizli servisi tarafından kaçırılıp vefatına kadar ev hapsinde tutulmuştur.[28] Bu da SSCB’nin bağımsız Doğu Türkistan mücadelesine attığı bir başka kazıktır.

Bölge 1949 yılında komünist Çin hükümeti işgaline geçtikten sonra düzensiz de olsa gönüllü din adamlarının çabalarıyla yetişen dindar nesil, Doğu Türkistan mücadelesinin ön saflarında olmuştur. Farklı kulvarlarda direnişi devam ettirmiştir. Bu amaca bağlı olarak irili ufaklı birçok ayaklanma gerçekleşmiştir. 31 Aralık 1954 yılında Abdulahmit Damolla’nın önderliğinde Hoten’de başlayan direniş hareketinin etkileri bölgede uzun süre varlığını korumuştur. 10 Nisan 1967 yılında gizlice Doğu Türkistan Halk İnkılıbı Partisi kurulur. Bu parti Çin hükümeti tarafından bölücü ve irticacı parti olarak kabul edilip, mensuplarına çok acı işkenceler yapılmıştır. 1 Ocak 1981 yılında Kaşgar’ın Peyzabat ilçesinde Doğu Türkistan Yalkun (Alev) Partisi kuruldu. Gizli kurulan bu partinin esas hedefinin Doğu Türkistan’da bağımsız bir İslam Devleti kurmak olduğu belirtildi. 12 Aralık 1985 yılında Ürümçi’de gerçekleşen öğrenci hareketi de Çin yönetimi tarafından iriticaî ve bölücü bir faaliyet olarak değerlendirilerek kanlı bir şekilde bastırıldı. Nisan 1990 yılında Kaşgar’ın Aktu kasabası Barin köyünde İslam temelli Doğu Türkistan Cumhuriyeti kurma sloganıyla bir teşkilat ortaya çıktı. Amaçları bölge bir şeriat devleti kurmaktı. Silahlı ayaklanma gerçekleşti ve olay şiddetli çatışmalarla iki gün sürdü. Her iki taraftan çok sayıda kişi öldü. 10 Şubat 1996 tarihinde Aksu İli’nin Konaşehir, Toksu, Şayar ve Tötkuça ilçelerinde Çin yönetimine karşı büyük direniş hareketi meydana geldi. Silahlı çatışmaya dönüşen bu olay çok zayiatla başarısız bir şekilde sonuçlandı. 1997 yılının Ramazan Bayramı’nda bir araya gelen Müslümanların kutlama faaliyeti Çin hükümeti tarafından devlete başkaldırı hareketi olarak değerlendirildi ve bu etkinliğin liderliğini Allah Partisi mensuplarının organize ettiği varsayılarak kanlı bir şekilde bastırıldı.[29]

Aralıksız devam eden direniş, 5 Temmuz 2009 olayı ile dünya gündemine oturmuştur. Çin bu tarihten sonra Doğu Türkistan politikasında köklü değişikliklere gitmiş, 2017 yılından itibaren milli, dini ve manevi değerlere topyekûn savaş açmıştır. Bu kapsamda Uluslararası İnsan Haklı örgütlerinin tespitlerine göre üç milyondan fazla insan hâlâ devam eden toplama kaplarına alınmış, bununda dışında çok sayıda aydın ve din adamı, çeşitli bahanelerle uzun süreli hapis cezalarına çarptırılmıştır. ÇKP halen devam etmekte olan Doğu Türkistan politikasıyla, bölgede milli ve dini değerler adına hiçbir iz bırakmamakta kararlı gibi gözükmektedir. Hatta durum böyle devam ederse yakın gelecekte oranın asıl sahiplerini bir hayli zorlaşacaktır.


[1] Yücel, Muallâ Uydu, “Yakup Beg”, TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2013 yılında İstanbul’da basılan 43. cildinde, 277-278.

[2] Carullah, Musa, Ömer Bay’ğa Mektup, haz. Albulbaki Hacım, Yusuf İgemberdi, Bulak dergisi, 2007, sayı: 3, s. 55, 100.

[3] Yurdaydın, İslam Tarihi Dersleri, 44-45.

[4] Abdurehim, Xinjang İslam Binakarlık Medeniyeti, 19 vd.

[5]Hezreti Mollam Mazirini Nokta Ḳılıp Opal’da Elip Berilğan Tekşürüş Doklati”, 2.

[6] Muti, “Uygurların İslam’ı Kabul Ettikleri İlk Dönemlerdeki İslam Medreseleri”, 306-308.

[7] Almas, 222, 224; Yâkupoğlu, 110.

[8] Eraslan, “Yusuf Hâs Hâcıb”, 438-439.

[9] Caferoğlu, “Ḳaşgarlı Mahmud ve Divanü Lügat-it Türk”, 15-16.

[10] Eraslan, “Yusuf Hâs Hâcıb”, 438-439.

[11] Almas, Uygurlar, 317-321.

[12] Gülensoy, “Atebetü’L-Haayı“, 4/50-51.

[13] Ahmet Yüknekî, Atebetü’l-Haḳayıḳ, 2.

[14] Apaydın, “Mûsiki (Fıkıh)”, 261.

[15] Şavdun, Mukam Heḳḳide Mulahize, 4.

[16] Möcizî, Tevarihi Musiḳiyyun, 1982.

[17] Muhammetemin, Uygur Halk Klasik Muzikisi On İki Muḳam Heḳḳide, 13 vd.

[18] Möcizî, Tevarihi Musiḳiyyun, 26 vd.

[19] Ğopur vd, Uygur Klasik Edebiyatı Tizisliri, 370-669.

[20] Yerken Seidiye Hanlıḳınıng Kıskıçe Tarihi, 4-6, 15.

[21] Buğra, Şerḳi Türkistan Tarihi, 382-383.

[22] Ğupur vd, Uygur Klasik Edebiaytı Tizisliri, 735-1160.

[23] Şerif Huştar, Şincang Yekinki Zaman Tarihidiki Meşhur Şehisler, I/151-154.

[24] Şerif Huştar, Şincang Yekinki Zaman Tarihidiki Meşhur Şehisler, I/155 vd.

[25] Seyit ve Rozi, Memeteli Efendi, s. 181-195.

[26] Buğra’nın hayatı ile ilgili bilgiler TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2016 yılında İstanbul’da basılan (gözden geçirilmiş 2. basım) EK-1. cildinde, 213-215 numaralı sayfalarda yer almıştır.

[27] Şinjiang Üç Vilayet İnkilabı Tarihi, Milletler Neşiryatı, 2000, s. 36 vd.

[28] Alihan Töre Sağunî, Türkistan Kaygusu, Almanya: 2007, s. 5 vd.

[29] Şinjiangdiki Milli Bölgünçilikke Karşı Turuş Köreş Tarihi, Şinjiang Helk Neşriyatı: 1999, s. 40 vd.