Türkistan Çini’nde Seyahat*

Esasen bunların mevcudiyeti on üçüncü asırda Asya’da seyahat etmiş olan Marco Polo tarafından keşfedilmişti. Bu koyunların boynuzları diğer ehlilerinden çok büyüktür. Altı asır evvel Marco Polo bu koyunları şu şekilde tarif ediyor: “Bunlar büyük cüssede yabani koyunlardır ki uzunlukları altı el ayasıdır.” Bu altı el ayasının 5 kademe (ayak) müsavi olduğu tahmin edilmektedir.

Yazan: Kazım Sevinç

Yayına hazırlayan: Ahmet Geçer

*Alıntı: Hayat Dergisi, 9 Ağustos 1928, Ankara, s.89.

Son zamanlarda İngiliz ve Amerikalı kâşifler Orta Asya’da (Tiyançin) dağları havalisinde ayrı ayrı keşfiyat ve tetkikatta bulunmuşlardır. Bunlarda Oven Lattimore dört aylık seyahati esnasında evvelce çöl zannedilen bir sahada vaktiyle bir Moğol sergüzeştçisinin müstakil bir hükümet teşkil ettiğini gösteren izlere tesadüf etmiştir. Bu hükümet Moğol hükümdarının Urga’dan gelen casusların elinde can vermesine kadar devam etmiştir. Bu küçük hükümet hududu dâhilinde medeni-gayri medeni hariçteki dünyadan hiçbir malumat mevcut değildir. Onlar orada her şeyden tamamen tecrit edilmiş bir halde yaşamaktaydılar.

Orta Asya’daki öz ana yurdu hakkında bize asıl kıymetli malumatı veren son defa Amerikalılar tarafından yapılan büyük tetkik seyahatidir. Bu seyahat, 7900 mil uzunluğunda bir saha dâhilinde yapılmıştır. Hindistan’ın şimâl-i garbisinde İndus nehri membaları civarında bulunan Rawalpindi şehrinden başlayarak, Srinagar, Gilgit ve Kaşgar’dan geçen bu tetkik yolu Tiyenşan Dağları’nı ve meşhur Turfan harabelerini takip ederek güney Sibirya’daki Bisk kasabasında nihayet bulur.

Hindistan’da Keşmir’in kuzeyini geçtikten sonra daima karlarla örtülü Himalaya ve Karakurum yüksek dağlarının bir tarafında bir kıta vardır ki “Orta Asya” ismiyle meşhurdur. Buradan güzel dağların arkasında korkunç sahralar ve mahsuldar vahalar vardır. İşte burası Türklerin ilk vatanıdır. Batı kısmı Rus idaresi altında cumhuriyet olan bu aziz ülkenin doğu tarafı, Çinlilerin elinde hususi bir idareye tâbidir. Çince yeni ülke manasına gelen Sinkiang (Sincan) ismini taşır. İlk defa Çin’den Roma’ya nakledilen ipek, Türkistan Çini namıyla yâd edilen bu sahanın yollarını takip etmiştir.

Bu büyük ülkenin kuzey kısmından Tiyenşan ismindeki semavi dağlar geçer. Bu dağlarda çeşit çeşit ceylan ve geyiklere tesadüf edilir. Tetkik heyeti Çin Türkistan’ının güney batısında bulunan Pamir yaylalarında dünyanın en güzel yabani koyunlarına tesadüf etmiştir. Esasen bunların mevcudiyeti on üçüncü asırda Asya’da seyahat etmiş olan Marco Polo tarafından keşfedilmişti. Bu koyunların boynuzları diğer ehlilerinden çok büyüktür. Altı asır evvel Marco Polo bu koyunları şu şekilde tarif ediyor: “Bunlar büyük cüssede yabani koyunlardır ki uzunlukları altı el ayasıdır.” Bu altı el ayasının 5 kademe (ayak) müsavi olduğu tahmin edilmektedir.

Sefer heyeti bu seyahat esnasında pek büyük zorluklara maruz kalmıştır. Himalaya yollarında arabaların yürümesi mümkün olmadığı gibi birçok yerlerden hayvanlar bile geçememektedir. Katırların geçmesi için karların iyice erimesi lazım gelmektedir. Bunun için heyet yerlilerinden birçok hamallar tutmuş ve eşyalarını bunlar vasıtasıyla naklettirmiştir. Tehlikenin en büyüğü çığlarda idi. O havalide bilhassa ilkbaharda çığlar çokça görülür. Birçok yolcu bunların altında kalarak hayatlarını yitirmişlerdir. Seyyahlar dağlardan yükseklere doğru çıktıkça birbirinin aksi iki tehlike karşısında bulunuyorlardı. Ayaklarının donması, güneşin yüzlerini yakması. 4500 metre yükseklikte seyyahlardan bir kısmının her iki ayağı da donmuştu. Tüm şeffaf buz kütleleri üzerinde parıl parıl yanan güneş şuaları bir tarafından gözleri kamaştırdığı gibi yüzleri güneş yakmasından muhafaza için mendil kullanmak mecburiyeti hâsıl oluyordu. Tabiat Gilgit’teki Türkleri irvâ ve iskâ mühendisi olarak yetiştirmiştir. Burada köyler, öte beriye benek benek serpilmiş taş ve kerpiçten yapılmış kulübelerden ibarettir. Göz alabildiğine mini mini köyler uzanır gider. Halk durup dinlenme bilmeyen bir çalışmayla buralara ufak su kanalları yapmışlar ve şuradan buradan sızan suları o kadar şayân-ı istifade bir şekilde taksim etmişler ki hayret etmemek mümkün değildir. Zaten yağmuru az olan bu havalide hayatı başka türlü kazanmak mümkün değildir.

Karakurum silsilelerinde yolcu, mütemadiyen dolambaçlı patikalardan dolaşmak mecburiyetindedir. Bu dağlık arazide uçurum kenarlarında tehlikeli yürüyüşlerden sonra uzun bir inişe tesadüf etmek için dolambaçlı bir yokuş çıkılır. Yeni bir geçitte dinlenmek için dar boğazlar geçilir. Fakat yolda seyredilen manzara o kadar güzeldir ki karlı şahikaların azameti bütün bir günlük yorgunluğu telafiye kâfi gelir.

Pamir havalisinde sık sık “yak”lara tesadüf edilir. Yak, bu havaliye mahsus uzun tüylü bir nevi öküzdür. Yük taşımada kullanılır. Çok mütehammil bir hayvandır.

Kaşgar geçildikten sonra arabalar işleyebilecek yollar başlamış demektir. Burada kullanılan arabalar iki çeşittir: Araba ve mapa. Arabalar bizim öküz arabalarına benzer iki tekerleklidir. Beş hayvanla çekilir. Bir hayvan ortaya konur. Diğer dördü ikişer ikişer öne koşulur. Mapalar daha dar ve daha ufaktır. Üçer hayvan tarafından çekilir, arabalardan daha seridirler.

 Kaşgar’dan Aksu’ya kadar seyahat geceleri yapılır. Bir defa çöl halinde bulunan bu havalide sıcaklar tahammül edilemez derecededir. Sonra sinekler ve sivrisinekler o kadar çoktur ki bunların hücumları gündüzleri seyahati hemen hemen imkânsız bir hale getirir. Gündüzü, seyyahlar bizim hanlara benzeyen kervansaraylarda geçirirler. Arazi çok yerlerde kumluktur. Ötede beride demirhindi ağaçlarına tesadüf edilir. Aksu nehrinde nakliyat çok defa su üzerinde yapılır. Aksuda para değiştirmek mecburiyeti vardır. Hindistan’dan gümüş rupilerle gelen seyyahlar Kaşgar’da bunları Kaşgar Taeller ile mübadele ederler. Bunların her biri 45 kuruş kıymetindedir. Aksuda bu paralar geçmez. Bunların yerine Tihwafu Taeller denilen paralar kullanılır. Bunlardan başka İmparatorluk Rusya’sının beş rublelik altın paraları da bu havalide çok rağbettedir. Esasen göçebe halinde bulunan ahali kâğıt paralardan ziyade altın ve gümüş paralara rağbet etmektedir.

Seyyahlar bütün yol boyunca Türklerin misafirperverliklerinden büyük sitayişle bahsediyorlar. Kılavuzları Muhammed Rahim Rusça, Çince ve Hintçeye vakıf bir Türk olup Amerikalıları ahlak ve geniş bilgisiyle çok memnun etmiştir.

Sefer heyetinin en çok hayretini celbeden cihet şurasıdır: Tesadüf edilen Türklerin ve Kırgızların çoğu İslam olduğu halde aralarında taaddüdü zevcâta (çok eşliliğe) tesadüf edilmemesidir. İslam dinin Araplardan bize yadigâr getirdiği bu âdetin Asya’daki ırkdaşlarımız arasında yaygın olmamasına oldukça şaşırdık.

Seyyahlar yolda tesadüf ettiklerinden (rüzgâr ve suyun oluşturduğu bir orta çağ şehirden) hayretle bahsediyorlar. Yüksek, geniş bir tepenin etrafına bina edilmiş eski bir şehir tasavvur edelim. Duvarları, kuleleri, istihkâmı ve surlarıyla bir ortaçağ şehri. Bir tarafında geniş çam ormanları uzanmış bu müstahkem şehre Orta Asya’da tesadüf edebiliriz. Fakat bu, bir şehir değildir. Büyük bir dağ üzerinde rüzgârın ve suların yaptığı etkilerden ibarettir. Tabiatın bu iki kuvvetli unsuru bu tepedeki kayaların gevşek ve nispeten yumuşak kısımlarını o suretle aşındırır ki bundan ortaya duvar mahsulü bir şehir meydana çıkmıştır. Dağın bir cephesinden bakıldığı zaman bu kayalar, sık bir çam ormanı manzarası arz eder.

Seyyahlar muhtelif yerlerde Moğolların hücumlarına maruz kalmışlardır. Zaten Moğollar o havalide çapulculukla maişetlerini temin ederler. Bu havaliye Bolşeviklik o kadar çok tesir edememiştir. Ahali çalışkan olup, kendi halindedir. Her türlü siyasi sergüzeşt ve entrikalardan uzak yaşamayı şiar edinmiştir.

Bahse nihayet vermezden evvel civarında bulunan keşfiyatla meşhur olan “Turfan” hakkında biraz malumat vermek isterim. Turfan Havalisi dünyanın en çukur yerlerinden ikincisini teşkil eder. Bunlardan birincisi, Filistin’de ölü deniz denilen Bahr-i Lut vadisidir. Turfan vadisinde en çukur yer, deniz sathından 980 ayak aşağıdadır. Buradan şimale doğru gidilirse Turfan şehrine tesadüf edilir. Çukur sahanın nihayetine doğru birçok kuyulara rast gelinir. Bu kuyular takriben 50 ayak derinliktedir. İçlerindeki sular acı olmayıp içmeye uygundur. Demek ki satıhta kulvi mevadı haiz (alkali maddeler) olan toprak, aşağıya inildikçe tebdil etmektedir. Çukur sahanın aşağı kısmında acı suyu havi bir göl vardır ki hiçbir yere dökülmez. Güneş harareti altında yazın kurur gider.

Türkistan Çini’nde dağlar arasındaki boğazların manzarası hakikaten muhteşemdir. 20.000, 25.000 kadem yükseklikte yalçın dağların arasında uzanıp giden bu geçitler bilhassa baharda karlı yamaçlarıyla tabiatın güzellik sanatının şaheserlerindendir. Hele buzullar bu mıntıkadaki orijinal manzaralara ayrı bir güzellik vermektedir. Hunza Boğazı, en güzel numuneleri Amerika’da bulunan kanyonlara benzemektedir.  Derin ve kutlu sular yataklarını aşındıra aşındıra iki tarafında tabaka tabaka yükselen ve uzandıkça başka başka manzaralar gösteren yüksek setler yapmışlardır ki bu kanyonları teşkil ediyor. Yaz mevsiminde köpürerek akan coşkun sular, boğazı geçilmez bir hale getirir. Boğazın yukarısındaki korkunç uçurumlar nihayet noktalarında şeytan minareleri denilen çeşitli doğal etkilerden oluşmuş şekiller arz etmektedir.

Çin Türkistan’ının birçok nehirleri dar ve seridir. Dipleri büyük çakılları ve çakmak taşlarıyla aşına aşına çok keskin girinti ve çıkıntılar hâsıl etmiştir ki bu nehirleri çıplak ayakla geçmek çok güçtür. Kaşgar’ın batısında bulunan Gez Şehri’ni yaz selleri esnasında geçmek mümkün değildir. Keşmir’den Kaşgar’a gitmek isteyenler yedi geçitli bir dağ yolunu takip etmek mecburiyetinde kalır.

Himalaya ve Karakurum Dağları’nın Kabil geçiş kısımlarında ora ahalisince “Tat” denilir bir nevi katır kullanılır ki ilkbaharda geçitleri kapayan karlar üzerinde yolculara büyük hizmet görür. Yaklar da bu dağlık arazide yük taşımakta kullanılır ise de bunların menşei Pamir yaylası havalisi değildir. Bu hayvanlara ilk defa Tibet’te vahşi bir halde tesadüf edilmiştir. Bununla beraber bunlar Pamir köylüleri için bir servet teşkil eder. Türkistan’daki Kırgız köylüleri uzun kollu pamuktan yapılmış bir nevi hırka giyerler. Hayvanlardan elde edilen yünler, Rusya’ya gönderilip satıldığı için Türkistan ahalisi elbiselerini daha ziyade pamuktan yapmaktadır.

Kırgızların kullandıkları çadırların kurulması şu şekildedir: Evvela tahta direklerden vahşi hayvan kafesi şeklinde bir çerçeve yapılır. Bunun yukarı kısmında baca makamında boş bir yer bırakılır. Bu çerçevenin üzeri kıldan yapılmış çadır bezleriyle örtülür. Çadırların zemini kıymettar halılarla tefriş edilir. Kenarlara çok defa yünden örülmüş büyük hurçlar (çuvallar) içerisinde zahireler konulur.  Ocak makamında olan ortadaki çukurda tezek yakılır. Zengin çadırlarında duvarlar işlenmiş süslenmiştir.

Kırgızların mandaları nakil vasıtaları olarak kullanmaları çok şayân-ı dikkattir. Bu hayvanların burun deliklerine bir halka geçirilir. Bunları raptedilen yular vasıtasıyla Kırgızlar altlarındaki mandaları idare ederler. Bu vasıtaya daha ziyade kısa mesafelerde müracaat edilir. Tiyenşen dağlarında Göksu havalisinde yaşayan İllik denilen bir nevi geyik vardır ki ormanda ve fundalık yerlerde bulunur. Bir şeyden korktuğu zaman köpek sesine benzer bir sesle haykırır. Uzun bacaklarıyla harikulade bir hıza sahiptir.

Türkistan’da kullanılan değirmenler taştandır. Su kuvvetiyle hareket ettirilir. Sular değirmenin altında dar bir delikten şiddetle akar. Bu deliğin karşısında alt tarafı çark şeklinde yontulmuş taştan bir sütun vardır. Bu çarklar, suların tazyikiyle dönmeye başlar. Sütunun yukarısına bağlı ağır taşı da döndürür. Bu suretle buğdaylar ezilerek un haline getirilir.

Orta Asya hakkında kâfi derecede bilgimiz yoktur. Dedelerimizin asırlarca evvel yaşadıkları bu ana yurt hakkında elimize geçen malumatı fırsat düştükçe Hayat mecmuası sütunlarında okuyucularımıza takdim edeceğiz. Tarih, arayan ve bulan kullarını mazinin karanlıklarına doğru daldırdıkça coğrafyada, bütün dünyada gezilmemiş ve görülmemiş bir yer bırakmamaya çalışıyor. Biz de bu malumat arasında Türklerin tarihi hakkında Türklerle meskûn diyarlar hakkında bilgilerimizi çoğaltmadan geri durmayalım.