“İslâmcılık yani benim tanımımla İslâmın bir bütün olarak yeniden yorumlanmaya çalışılması, yeni din yorumları, Yeni Selefîlik ve buna uygun bir yaşama üslubu arayışları… Elbette bunun kademeleri, renkleri, farklı tezahürleri var, hem kronolojik olarak hem de farklı coğrafyalar, gruplar itibariyle. Diyelim ki aynı problemi âlimlerle aydınların ele alma biçimleri ve öncelikleri farklılık gösterir veya büyük şehirlerde ortaya çıkmasıyla taşraya yayılması arasında zaman farkları vardır.”
İNSİCAM

S: Hocam bize İslamcılığın doğduğu şartlardan bahsedebilir misiniz? İslamcılık hangi şartlarda doğdu?
İslâmcılık fikriyatının ve ardı sıra İslâmcılık hareketlerinin iki kaynağından, iki zemininden bahsedilebilir. Bunlardan biri iç kaynaktır. İslâm ilim ve kültür tarihinde zaten var olan tecdid düşüncesi XVIII. yüzyılın ikinci yarısı veya son çeyreğinde kuvvetli bir temayül olarak yeniden canlanıyor. Malum, tecdid yenileme demek fakat esas yaptığı şey zaman içinde ana kaynaklarla, asr-ı saadetle hayatın, tarihin akışı ve ortaya çıkan din anlayışları ve yorumları arasında vücut bulan mesafeleri, problemleri hatta sapmaları yeni şartlarda bir daha ele almak ve tabiri caizse tarihi kaynaklara, kaynakları tarihe doğru çekmektir. Neyi içeri alacak ve sahayı genişleteceğiz ve neleri dışarda bırakacağız ve yeni sınırları nasıl çizeceğiz sorularını bir daha cevaplamaktır. Buna İslâmın, Müslümanlığın iç dinamiklerinin canlanması, kendini tadil ve tashih için harekete geçmesi, genişleyip daralması da diyebiliriz.
İkincisi dış kaynak veya dış etkiler.
Aynı dönemlerde yani XVIII. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Osmanlı Devleti dahil bütün büyük İslâm coğrafyalarında, Mısır’da, İran’da, Hindistan’da askerî-maddî başarısızlıklarla da irtibatlı olarak bir yetersizlik durumu ve kendinden şüphe fikri doğuyor ve gittikçe kuvvetleniyor. Bunu besleyen işgaller, misyonerlik faaliyetleri, sömürgeleşme, gavur çizmesi, oryantalistik çalışmaların psikolojik baskıları ve tahakkümleri de var.
Yetersizlik fikri ve kendinden şüphe çok önemli bir şey. Çünkü bir adım sonra bu İslâmın, mevcut İslâm yorumlarının ve İslâmı yaşama tarzlarının yetersizliği mânasına gelecek, böyle anlaşılacaktır. İslâm dünyasının modern Avrupa düşüncesi, modern Avrupa hayatı, modern bilimlerle münasebete geçmesi, bir başka şekilde söylersek modernleşmesi, batılılaşması, ıslahat hareketleri bu akışın içinde ortaya çıkıyor, vücut buluyor ve giderek kuvvetleniyor.
İslâmcılık yani benim tanımımla İslâmın bir bütün olarak yeniden yorumlanmaya çalışılması, yeni din yorumları, Yeni Selefîlik ve buna uygun bir yaşama üslubu arayışları… Elbette bunun kademeleri, renkleri, farklı tezahürleri var, hem kronolojik olarak hem de farklı coğrafyalar, gruplar itibariyle. Diyelim ki aynı problemi âlimlerle aydınların ele alma biçimleri ve öncelikleri farklılık gösterir veya büyük şehirlerde ortaya çıkmasıyla taşraya yayılması arasında zaman farkları vardır.
Ama bu iki kaynak İslâmcılık düşüncesi ve hareketlerinin bütününde vardır. Bu düşüncenin hem geleneksel hem de modern karakterde olması da bu kaynaklar sebebiyledir. Genişlemek ve daralmak, yayılmak ve sıkılaşmak… Yahut muhalefet ve uyum…
S: Bir zemin ortaya çıktı sayılır. Buradan sizin İslamcılık tarifinize geçelim isterseniz. Bu hareketi, bu fikri nasıl tanımlıyorsunuz?
Bundan 40 küsur yıl önce İslâmcılık meselelerine, çağdaş İslâm düşüncesine eğilmeye başladığım zamanlarda mevcut tariflerin yetersizliğini ve çok taraflı hissiliğini de görmüş ve eski tabirle “efradını cami ağyarını mani” yeni bir tarif yapmaya çalışmıştım. O tarifi aktarabiliriz:
“İslâmcılık, XIX-XX. yüzyılda İslâmı bir bütün olarak (inanç, ibadet, ahlâk, felsefe, siyaset, hukuk, eğitim…) ‘yeniden’ hayata hâkim kılmak ve akılcı bir metotla Müslümanları, İslâm dünyasını batı sömürüsünden, zalim ve müstebit yöneticilerden, esaretten, taklitten, hurafelerden kurtarmak, medenileştirmek, birleştirmek ve kalkındırmak uğruna yapılan aktivist ve eklektik yönleri baskın siyasî, fikrî ve ilmî çalışmaların, arayışların bütününü ihtiva eden bir düşünce ve harekettir”.
Bu tarif Türkiye’de İslâmcılık Düşüncesi’nin ilk cildinin Giriş’inde yer alıyor. Latife yapmak caizse hâlâ fena bir tarif sayılmaz diyelim…
S: Yine de bu kavram, neyi ve kimleri ifade etmek için kullanılmaktadır diye bir soru sorabilir miyiz?
Neyi ifade ediyor sorusunu cevaplandırırken en genel mânada yeni İslâm yorumlarını ve bununla alakalı yeni usulleri, yaklaşımları, metodolojileri diyebiliriz. Kimleri ifade ettiğine gelince burada durduğunuz yere veya öne aldığınız değişkene göre farklı cevaplar verebilirsiniz. Dar çerçeveden geniş halkalara doğru gidersek ilk İslâmcı halkada fikrî olarak din anlayışı itibariyle Yeni Selefî, kaynaklara dönüşü önemseyen, bu bakımdan dışlayıcılık hususiyetleri fazla, hareket olarak da aktivist ve siyaseti önemseyen, görünüşte muhalif tarafları kuvvetli kişilerden, gruplardan bahsedebiliriz sanırım. Hep altını çizdiğim bir husus var; İslâmcılık siyasal olana, siyasete, aktivizme indirgenemez, bu indirgeme birçok şeyi görmeyi engeller. Oryantalistler bunu bilerek ve bir sebebe mebni yapıyorlar ve Müslüman ülkelerin okumuş yazmışlarını da ciddi ölçüde etkiliyorlar. Bence aslolan Yeni Selefî din anlayışıdır, aktivizm ve siyasallık da oraya yaslanıyor. Her Yeni Selefî düşünce aktivizmi ve siyasallığı getirmese de…
Halkaları genişlettikçe İslâm ülkelerindeki yeni eğitim süreçlerinden geçmiş bütün kişilerin ve grupların din ve İslâm anlayışlarını, Müslümanlıklarını kademe kademe İslâmcılıkla ilişkilendirmek mümkün. Bu halkalarda İslâmcılıklar farklılıkları öne çıkan karakterleriyle tebarüz edebilirler. Meselâ cemaat ve tarikat yapıları dar fikrî İslâmcılık yorumlarına umumiyetle dahil edilmez, onlar geleneksel karakterde ve pasif tarafta kabul edilir. Bu elbette doğru olan bir şey değil. Burada kademeler kullanmak mecburiyeti var. Halkalar ve kademeler değiştikçe tarifin unsurlarında veya perspektiflerde de bazı değişiklikler olacaktır, olmalıdır.
S: Size göre İslamcılar neyi başardılar, neyi başaramadılar? Bu başarı ve başarısızlığın sebepleri nelerdir?
İslâmcıların başarıları konusunda benim not verme tarzım pek cömertçe sayılmaz. İlk çalışmalarımdan itibaren hem İslâmcıların kendilerini tarif biçimlerini hem de karşıtlarının veya oryantalistlerin, Türkiye’de Cumhuriyet ideolojisi mensuplarının veya bazı dindar fikir adamlarının, cemaat ve tarikat mensuplarının onlar için kullandıkları sıfatları ve tanımlamaları tenkit süzgecinden geçirmek gerektiğini vurguladım, sadece vurgulamakla kalmadım bunu epeyici bir miktar da yaptım, yapıyorum. Bu biraz da benim mesleğimin ve meşrebimin gereğidir. Benim başarıda kullandığım ölçü şu: İslâmcılık hareketlerinin bugün geldiği yer itibariyle Türkiye’yi ve İslâm dünyasını, hatta insanlığı taşıma kapasitesi nedir? Bu soruya hamasetten ve hissiyattan uzak kalarak ne kadar müsbet cevap verilebilirse başarıları da o kadar.
Bu noktada akıl yürütmeler, tahliller ve hükümler için İslâmcılık fikriyatı ile İslâmcılık hareketleri, aksiyonları arasında da bazı ayırımlar yapabiliriz. Diyelim ki bazı siyasî veya iktisadî başarılar, canlı aktivizm otomatik olarak fikrî başarı mânasına da gelmez. Hatta bunlar uyum hattını kuvvetlendirdiği için başarı gibi gözüken zafiyetler olarak da değerlendirilebilir. Tersi de doğru muhtemelen. Burada da bakışaçısı ve gözetilen kademeler önemli. Tek öncelikli ve tek kademeli değerlendirmeler muhtemelen doğru ve sıhhatli, üst seviyede ve imkânlı hükümlere götürmeyecektir.
S: Uzun yıllardır İslamcılık üzerine çalışıyorsunuz. Bugünden geriye doğru baktığınızda ne görüyorsunuz? Bu konu ne kadar çalışıldı? Mevcut çalışmaların seviyesi hakkında neler söyleyebilirsiniz?
Düne göre daha fazla çalışmaya ve imkâna sahip olduğumuz bir vâkıa. Farklı zaviyelerden bakan çalışmalar da bir miktar daha arttı. Ama yeterlilikten bahsedeceksek orada biraz daha durup düşünmek lazım. Bizim memleketimizdeki İslâmcılık fikri ve hareketi sözkonusu olduğunda yeterlilik derecesi biraz daha aşağıya düşecektir. Bunun tek sebebi akademik çalışmaların, fikrî gayretlerin azlığı değil, aynı zamanda 60 sonrası aktivist ve entelektüalist İslâmcılığın Türkiye merkezli düşünmeyi, oradan İslâm dünyasına ve dünyaya açılmayı, mukayeseli çalışmalar yapmayı başaramamış olmalarından da kaynaklanıyor.
Oryantalistik çalışmaların hem bakışaçısı hem de muhteva itibariyle çok yönlü etkilerini, belki belirleyiciliğini de hesaba katmak lazım.
S: Düne ve bugüne baktığınızda İslamcılığın yarını hakkında ne düşünüyorsunuz?
Geldik fütürist yaklaşımlara… Şunu söylüyorum: İki üç asırlık bir tarihi olan İslâmcılığı ortaya çıkaran sebeplerin hiçbiri ortadan kalkmış değil ve yeni kaynak arayışları da, etkilenmeler de ortada, devam ediyor. Bu durumda mantıken İslâmcılığın da devam etmesini beklemek doğru olur. Fakat hangi İslâmcılık devam edecek ve öne çıkacak ve diyelim ki Türkiye’yi taşıma kapasitesi ne kadar olacak? Muhalefet hattı mı yoksa Soğuk Savaş sonrasına daha bir hakim olan uyum ve entegrasyon hattı mı kuvvetlenecek?
Söylemlerin ve sloganların önemsiz olduğu elbette söylenemez, maddî büyümelerin, sayıların da… Ama daha önemli olan onların arkasındaki fikirler, onların revnakı, derinliği, yerliliği, yerindeliği ve kuşatıcılığıdır, dayanıklılığı ve kendini yenileme kapasitesidir, nereden konuştuğunu, nasıl ses verdiğini bilmesidir. Kendini bilmek, üst düzeyde farkındalık… İş buraya intikal ettiğinde ben yetersizlik ve zafiyetlerin, kemik erimelerinin daha fazla olduğunu görüyor ve düşünüyorum. Umarım yanılıyorumdur.
Kıymetli cevaplarınız için çok teşekkür ediyoruz.