Şimdiye kadar kullandığımız harfler Arap harfleridir, lâkin Türkçe onları kendi bünyesine uydurmuştur. Türkçe’nin Sami dil ailesinden gelmemesi, Arap harflerinin Türkçe’ye uymamasını icâb ettirmez. Farsça ve Urduca da Sami bir lisan olmamasına rağmen Arap harfleriyle pekâlâ yazılabiliyor. İmlâmızın bozukluğu geçicidir ve düzeltilmesi mümkündür. Mevcut harflere bir iki işâret ilâvesi, Türkçe’ye göre bazı fazlalık sayılan harflerin elifbadan çıkarılması imlâ meselesini halleder.
Hüseyin YORULMAZ

*Yazımızın başlığı, Necip Fazıl’ın bir şiirinden mülhemdir:
Ve sonra kelimeler; kutlu, mutlu, ulusal.
Mavalları bastırdı devrim isimli masal.
“Devrimler” deyince Üstad’ın üzerinde en fazla durduğu konu kuşkusuz harf devrimidir. Büyük Doğu’nun bazı sayılarında ve kitaplarında, “dil” konusundaki açmazlarla birlikte yer yer gündeme getirdiği “harf” veya “alfâbe” konusu, Tanzimat’tan beri aydınlarımızı meşgul etmiş bir meseledir. 1928 yılında Harf İnkılâbı yapılana kadar, “tebdîl-i hurûf” (harflerin değiştirilmesi) konusu yer yer dile getirilmesine rağmen, Cumhuriyetin kurulmasından sonra üst perdeden dillendirilmeye çalışılır. Konu, zamanla devrin bütün okur-yazarlarını meşgul eden mesele hâline gelir. Böyle bir mesele karşısında, herkesin kendini bir tarafta bulduğunu, lehte ve aleyhte ister istemez “taraf” olduğunu görüyoruz.
Harf İnkılâbının yapıldığı yıllarda konu oldukça yoğun tartışılır. Yüzlerce yıldan beri kullanılan Arap harflerinin bırakılıp, yerine Lâtin harflerinin kabul edilmesine “taraf” olanların görüşleri aşağı-yukarı şöyle özetlenebilir:
1. Şimdiye kadar kullandığımız harfler, Arap harfleridir. Bunlar Sami bir lisan olmayan Türkçe’nin bünyesine uygun değildir, imlâmızın bozukluğunun en büyük sebebi budur.
2. Madem ki Batı medeniyeti topluluğuna dâhiliz, o halde bu topluluğun yazı şeklinden de uzak kalmamalıyız. Dolayısıyla Avrupa medeniyetinin yazı şekli olan Lâtin harflerini de almamız gerekli.
3. Lâtin harflerini kabul etmedikçe inkılâbımız eksik kalacaktır.
4. Halkımızın ekseriyet itibariyle cahil kalması Arap harflerinin zorluğu yüzündendir. Lâtin harflerini kabul edersek elifbâmız kolaylaşır, herkes de kolayca okur. Hele ilk mekteplerde elifbâ tedrisi son derece basitleşir, çocuklarımız da bugünkü zahmetten kurtulur. Lâtin harfleri daha kolaydır. Lâtince’de sesli harfler fazla olduğu için dilimize uygundur. Ayrıca büyük harf, küçük harf ayrımı vardır.
5. Arap harfleri bizi Çin ayakkabısı gibi sıkmış ve Müslümanların geri kalmasına sebep olmuştur. Bu harfleri Cebrail getirmedi, dinle ve milliyetle bir ilişkisi yoktur. Aslında İbrani dili için olan Arap harfleri, Arap fonetiğine göre düzenlenmiş ve birtakım ilâvelerde bulunulmuştur. Lâtin harflerine de Hıristiyan alfâbesi gözüyle bakılamaz.
Harf devrimine taraftar olanlar bunları ileri sürerken muhaliflerin ileri sürdüğü bu iddialara karşı, Lâtin harflerinin kabul edilmesine “taraf” olmayanların görüşleri de aşağı-yukarı şu maddeler altında toplanabilir:
1. Şimdiye kadar kullandığımız harfler Arap harfleridir, lâkin Türkçe onları kendi bünyesine uydurmuştur. Türkçe’nin Sami dil ailesinden gelmemesi, Arap harflerinin Türkçe’ye uymamasını icâb ettirmez. Farsça ve Urduca da Sami bir lisan olmamasına rağmen Arap harfleriyle pekâlâ yazılabiliyor. İmlâmızın bozukluğu geçicidir ve düzeltilmesi mümkündür. Mevcut harflere bir iki işâret ilâvesi, Türkçe’ye göre bazı fazlalık sayılan harflerin elifbadan çıkarılması imlâ meselesini halleder.
2. Batı medeniyeti zümresine dâhil olmamız, bir an evvel Avrupa’nın kullandığı yazı şeklini almamızı gerektirmez. Çünkü bunun maddî ve manevî hiçbir kıymeti yoktur. Batı medeniyetine girmiş olan Japonlar da hâlâ eski yazılarını muhafaza ediyorlar.
3. Lâtin harflerini kabul etmekle, yapılan inkılâplar arasında bağ kurulamaz.
4. Halkımızın cahil kalması iktisadî gelişmenin gecikmesinden, maarifin yetersizliğindendir. Bir milletin geri kalmasında, kullandığı elifbânın zor veya kolay olmasının bir ehemmiyeti yoktur. Mektep olmadıkça, muallim bulunmadıkça hangi tarafı kabul etsek sonuç birdir. Sonra Lâtin harfleri de zannedildiği kadar kolay öğrenilen şeyler değildir.
5. Arap alfâbesi 350 milyon Müslümanın birleşme sembolü olan Kur’an harfleridir. Türk dünyasının yüzde doksanı da bu harfleri kullanmaktadır. Eğer alfâbeyi değiştirirsek, Türk ve İslâm dünyası arasındaki bağlar kopacaktır.[1]
Ahmed Cevdet Paşa’dan Halid Ziya’ya, Namık Kemâl’den Fuad Köprülü’ye ve Kâzım Karabekir’e kadar Arap ve Lâtin harfleri konusuna kafa yoran bir düzineden fazla aydın ve devlet adamı bu meseleyle ilgili görüşlerini dile getirir. Hemen hemen hepsi, Arap harflerinin ıslâh edilmesine taraftardır. Hiçbirisi de Lâtin harflerinin kabul edilmesini istemez. Yukarıda da belirttiğimiz gibi, içinde yaşadığı toplumun meselelerine kafa yoran bir aydın olarak Necip Fazıl’ın görüşleri de aynı doğrultudadır.
Necip Fazıl Kısakürek’in ifadesiyle “Türkiye’nin, ceket astarında kaybettiği güneşi, ceket üstündeki yanık bir kibrit çöpüne feda ettiği ve bu hâle devrimcilik ve ilericilik ismi verildiği” köklü değişikliklerden biridir harf inkılâbı. Üç kıtada dünyaya hükümran olmuş bir milletin yüzyıllardır birikimi olan yazılı kaynakların bir tarafa itilip, 1928 yılında alfâbeye yeniden başlaması ve kültürel anlamda emeklemesi de diyebilirsiniz buna. Üstad’a göre, eski yazıyı bilenlerle bilmeyenler arasındaki fark, “et yiyenlerle ot yiyenler” arasındaki fark gibidir.
15 Mayıs 1939 tarihli Haber gazetesinde Necip Fazıl’ın yazdığı bir “Çerçeve” yazısının başlığı: “Eski Harfler ve Softa”dır. Bu yazıda Üstad, devrin egemenlerine karşı: “Eski harflerle yazılı eserleri, âletlerine dargın olduğunuz için denize dökemezsiniz” der; “Cevherlerine de dargın mısınız?” diye sorar hemen ardından. Kendi ifadesi ile “keyfiyet ve kemiyet”in (nitelik ve nicelik) ölçüsünü gösterir bize.
Necip Fazıl’ın gerek Büyük Doğu’da yer alan kimi yazılarında ve gerekse kitaplarının satır aralarında harf inkılâbına önemli bir yer ayırdığını görüyoruz. İdeolocya Örgüsü’nde de bu konuya birkaç sayfa yer verir ve Arap harflerinin kaldırılarak yerine getirilen Lâtin harflerinin lüzûmlu olup olmadığına dair sorular sorar. Daha doğrusu, cevabı sorduğu soruların içinde olduğu için sormuş gibi yapar. Türklerin bin yıldan beri kullandığı harflerin sadece kavmî anlamda Arap harfleri olmadığını, İslâm harfleri olduğunu savunur: İsmine “Arap harfleri” denilen, tam on asır Türk medeniyet kadrosunun ifade unsurunu teşkil etmiş ve on asırlık millî irfanın temeli mevkiinde bulunmuş harfler, hakikatte sadece ve kavmî mânada Arap harfleri midir, yoksa kavim üstü bir mâna ile “İslâm harfleri” mi? Arap harflerini Araplara ait olduğu için bırakıp, yeni aldığımız Lâtin harflerine nasıl Türk harfleri diyebiliriz: Kavim üstü, küllî bir şümulle bütün mü’min beşeriyete atfedilip edilemeyeceği bir ilim meselesi olan harflere “Arap harfi” ismini vermek mümkün oluyor da, doğrudan doğruya ve münhasıran Lâtinlerin malı olduğu ilmen sabit harflere nasıl “Türk harfleri” denilebiliyor?
Arap harfleri dünyada en mütekâmil ve ince harflerdir: Bizzat Lâtin harfleri dünyasına mensup bir ilim ve fikir adamının dünyada en mütekâmil ve ince harfler olarak “Arap harfleri”ni gösterdiğini; ve kendi milleti için, kültür kökünü değiştirmek muhali olmasa bu harfleri tavsiye edeceğini bilen var mıdır? Necip Fazıl, kaldırıp attığımız harflerle birlikte neleri kaybettiğimizi Amerikalı bir eğitimcinin sözü ile destekler: Harf inkılâbı sırasında Amerikalı bir eğitim uzmanının, “Türklerin eski harflerini kaldırıp atması, bütün madenlerinden mahrum olmasından daha ağır bir kayıptır!” sözü gerçekten vaki midir? Amerikalı profesör, şüphesiz ki, kendi misyoner ve politikacılarının iştirak etmeyeceği bu sözüyle ne demek istemiştir? Nihayet ilmî insafı çatlamıştır da ondan mı?
Arap harflerini, Batı’dan alacağımız ilim ve teknolojinin önünde engel olarak görenlere verdiği cevap: Garptan bütün müspet bilgilerini ve her şeylerini alan, bütün medeniyet unsurlarını iktibas eden Japonlar, cihânın en çetin ve gülünç derecede iptidaî harfleri olan kendi yazılarını acaba niçin muhafaza etmişlerdir?
Eski harflerin öğretilmesinin çok zor olduğunu ileri sürenlere karşı da şu soruyu sorar: Bu harflerin öğrenilmesindeki zorluk, acaba tedris metotlarının sakatlığından mı, yoksa bizzat harflerin bünyesindeki çetinlikten mi doğmaktaydı? Eski harflerin bütün millete ve aşağı tabaka halka teşmil edilememesindeki zaaf, acaba o devrin maarifine mi, yoksa harflerin zatına mı aittir?
Çocukluk ve ilk gençlik yıllarında eski harflerle yazıp, bu alışkanlığını ömürlerinin sonuna kadar sürdürenlerin -aynı zamanda kendisinin de- duygu ve düşüncesine tercüman olur Üstad: Acaba harf inkılâbı yapanların ve hatta eski harfler içinde çocukluğunu ve ilk mektep çağını idrak edip de peşinden yeni harfleri öğrenenlerin, bütün hususî ve samimî ifadelerinde yalnız ve yalnız eski harfleri kullanmaktan başka bir şey yapamamaları, sadece alışkanlıkla izah edilecek ve içine eski harf kudret ve imtiyazından hiçbir pay karıştırılmayacak bir hadise midir?
[1] “Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Alfabe Tartışmaları”, (Haz. Hüseyin Yorulmaz), Kitabevi Yayınları, İstanbul 1995, 422 s.