Hayaller “Neden” Paris?

Zafer Takı’nı ardımızda bırakıp meşhur Şanzelize Caddesi’nde yürüyoruz bir süre. Halk ayaklanmasını kontrol edebilmek için yapılmış geniş caddelerden biri olan Şanzelize, bugün pahalı markaların sahne bulduğu bir yer. Şairin “şehrin insanı, şehrin insanı, şehrin/pahalı zevklerin insanı, ucuz cesaretlerin” dizeleri bu caddede tebellür ediyor.

Zübeyir ŞEKERCİ

Fotoğraf: Zübeyir Şekerci

    Söylemlerimiz, telakkilerimizin dilimiz yoluyla açığa çıkmasıdır. Hayat görüşümüze dair önemli çıktılar verir. Sözümüz, kimliğimizdir. Osmanlı’nın Avrupa’ya gönderdiği ilk elçiden bu yana yüzümüz hep Batı’ya dönüktür. Tanzimatla beraber yaşanan kırılma, bizi Batı’da bir “değer” olduğuna ikna etmiştir. Fransa, bu  “değer”in başını çekmiştir uzun süre. Bugün devletin kurucu aklı Fransız’dır. Bu sebeple toplum nezdinde hayaller Paris’tir. Paris’e dair kayda değer bir malumatı olmayan birisinin bile gözünde “Paris” kıymetlidir. Eyfel’in önünde çekilen bir fotoğraf, gıpta edilecek bir meseledir.

  Trenden inmiş ve garda bizi alacak olan arkadaşı beklemeye başlamıştık. Nihayet Paris’e gelmiştik. Gare de Lyon’da ciddi bir insan sirkülasyonu vardı. Askerleri görünce mekânın yüksek güvenlik önlemlerine sahip olması gerektiği fikri uyanmıştı zihnimde. Birkaç dakika bekledikten sonra arkadaş geldi ve yola koyulduk. Samet, Boğaziçi’nde siyaset okuyor ve buraya Erasmus için gelmiş. Macron gibi birçok ünlü simanın mezunu olduğu Paris Nanterre Üniversitesi’nde eğitim görüyor. Yol boyu sohbet ederken tanış çıkmıştık. Kalacağımız yere geldiğimizde çay içip sohbete devam etmiş sonrasında dinlenmeye geçmiştik.

   Ertesi gün beraber gecikmeli bir kahvaltı yapmış ve üç haftadır burada olan Samet bize pratik bir gezi rotası oluşturmuştu. Hazırlanıp çıkmıştık. Oldukça karmaşık bir metro ağına sahip olan Paris’te her aktarma için ayrı bilet tahsis etmek gerekiyordu. Metrodan indik ve Paris sokaklarında yürümeye başladık. Seyyar satıcılar, Fransız mimarisi ve evsizler… Sacra Cour Bazilkası’na doğru yürürken bir yandan da temkinli davranıyorduk. Hırsızlık, gasp vb. şeyler burada görece yaygın. Geniş sokaklardan geçerken bir yandan da mimariyi inceliyorduk. Birbirine yakın apartmanlar, meşhur Fransız balkonları ve tek tip renk tonları hayat pratiklerine ve mahremiyet esaslarına dair bize ipuçları veriyordu. Sacra Cour Bazilikası’na vardığımızda müthiş kalabalık bizleri bekliyordu. Bazilika önünde aşırı sıra olduğu için ve vakit darlığından ötürü girmeyi tercih etmedik. Bazilika’yı arkamıza alıp şehre geniş perspektiften bakabileceğimiz alana doğru merdivenlerden aşağı indik. Bu alan, Paris şehir merkezini boylu boyunca seyredebileceğiniz yerlerden birisi.

  Paris’e tepeden baktıktan sonra bazilikanın 100-200 metre uzağında olan Sacra Cour tepesine geçmiştik. Daha önce “Kutsal Yürek Tepesi” olarak anılan mekan, şu an “Ressamlar Tepesi” ismiyle anılıyor. Buraya gelen turistler ressamlara kendi portrelerini çizdiriyorlar. Gösteriş kültürünün bir tezahürü olsa gerek.  Kişinin kendine bir sebep aramadan “değer” atfedebilmesi. Bir süre bu cümbüşü izledikten sonra Eyfel’e gitmek üzere şehrin ara sokaklarına karışıyoruz. Uzun bir süre yürüdükten sonra ilk önce Zafer Takı’na varıyoruz. Napolyon’un ordusuna zaferin bir nişanesi olarak sunduğu bu devasa yapı, bugün turistlerin ilgi odağı. Çeşitli ülkelerden gelen onca insan kendileriyle eserin aynı karede olacağı fotoğraf açısı arıyorlar. Sanki uzun süre aranan fotoğraf açısı bir hatıra değil beğeni tanrısına sunulan bir adak.

 Zafer Takı’nı ardımızda bırakıp meşhur Şanzelize Caddesi’nde yürüyoruz bir süre. Halk ayaklanmasını kontrol edebilmek için yapılmış geniş caddelerden biri olan Şanzelize, bugün pahalı markaların sahne bulduğu bir yer. Şairin “şehrin insanı, şehrin insanı, şehrin/pahalı zevklerin insanı, ucuz cesaretlerin” dizeleri bu caddede tebellür ediyor.

 Şanzelize’den rotayı günün son durağı olan Eyfel’e çeviriyoruz. 15-20 dakika kadar yürüdükten sonra Eyfel kendini gösteriyor. Eyfel’in modern dönem adına kurgulanmış bir eser olduğunu yerinde teyit ediyorum. Paris dendiğinde akla ilk olarak bu garip yapının gelmesi bir kurgu başarısı. Eyfel’in dört bir yanında uzun saatler çekilen fotoğraflar, renkli ışık şöleni ve yağmurlu bir akşam.  Yorucu bir günün ardından eve dönüyoruz.

  Ertesi gün kahvaltı yapmak üzere derneğe geçiyoruz. Milli Görüş Sevran şube müdürü Nurullah abi bizim için kahvaltı hazırlamış. Kendisi buraya gezmeye gelen gençlerle ilgilenmekten keyif aldığını her haliyle belli ediyor. Hatta gün sonu Barselona’ya geçeceğimizi duyunca neden birkaç gün daha kalmadığımızı soruyor ve kalmamız için ısrarcı oluyor. Biletler önceden alındığı için bir başka sefere deyip durumu kotarıyoruz. Kahvaltı sonrasında yazıhane kısmına geçiyoruz. Buradaki faaliyetlerden, Fransa’daki Mili Görüş teşkilatlanmasından ve Türkiye ile temaslarından konuşuyoruz. Öğlen namazını cemaatle kıldıktan sonra akşam tekrar görüşmek için sözleşip yola koyuluyoruz.

  Metro yolculuğunun ardından bir süre yürüdükten sonra Louvre Müzesi’nde soluğu alıyoruz. Versay Sarayı’nın dış cephesindeki heykelleri inceledikten sonra bir köşeye geçip kalabalığı seyrediyoruz. En az birkaç gün öncesinden bilet almak gerektiği için müzeye giremiyoruz. Bilet alsak da oldukça kalabalık, bekler miydik bilemiyorum. Çevrenin kaydını alırken Afrikalı işportacı abiyi fark ediyorum. Hediyelik eşya satan abiden alışverişi yaptıktan sonra kendi aramızdaki konuşmalardan anlamış olacak ki “Türk müsünüz?” sorusunu soruyor. Evet cevabını aldıktan sonra müslüman olduğumuzu da teyit ediyor ve sonrasında samimi bir şekilde tokalaşıyoruz. Bize anahtarlık hediye ediyor.

  Daha önce tadilatta olduğumuz Notre Dame ve Pantheon’a uğradıktan sonra Paris’e dair en çok merak ettiğim Paris Büyük Camii’ne geçiyoruz. Cezayirli Araplar yönetiminde olan cami, Endülüs mimarisinden esintiler taşıyor. Girişte güvenliğe müslüman olduğumuzu ifade ettikten sonra avluya geçiyoruz. Camiye gayrimüslimler de rağbet gösteriyor. Kılık kıyafet hususunda net bir uyarı görmüyoruz. Caminin içerisine girdikten bir süre sonra iki kez ezan okunuyor. Sanırım iç ve dış ezan.  Veciz bir Maliki kıraatiyle namazı kıldıran imam, ikinci rekatta Kafirun suresini okuyor. İlk düşünmede okunan ayetlerin önemine hamasi bir anlam atfedilecek olsa da cami yönetimi mevcut Fransız hükümeti ile derin ilişkiler içerisinde. Hatta bir önceki Cumhurbaşkanı Sarkozy, Paris Camii ziyaretinde “Fransa’da İslam değil, Fransız İslam’ı istiyoruz” kabilinden ifadelerde bulunmuştu.

 Paris Büyük Camii’nin atmosferine doyamadan akşamki otobüse yetişmek için ayrılıyoruz. Metroya bindikten bir süre sonra arıza yapıyor. 100 seneyi aşkın metrolar hâlâ aktif olarak kullanılıyor. Birkaç aktarma sonrasında lojmana varıyoruz. Mevsimlik işçi olarak gelen Erkan abi ile beraber akşam yemeğini yiyoruz. Kendisi uzun süre burada yaşamış ancak alışamadığı için memleketine yerleşmiş. Buradaki  insanların soğukluğundan, gettolardaki düzensizlikten ve memleket özleminden dolayı böyle bir karar almış. Kendisine lavoba ihtiyacını sokakta görenlerden, metroda tırnaklarını kesenlerden bahsedince hiç şaşırmıyor. Yemek sonrası kompleksi gezdiriyor. Cami, okul, etkinlik alanı ve konferans salonu gibi çok yönlü bir kullanıma sahip bu yer henüz resmen onaylanmamış. Daha sonra terminale bırakırken Nurullah abi bize bunun sebebini izah ediyor. Önceki belediye başkanı müslümanlara müsamahalı davranırken şu anki başkan işleri yokuşa sürüyormuş. Açıkçası hiç şaşırmıyoruz. Terminale vardıktan ucu ucuna yetiştiğimiz otobüs önünde vedalaşırken Nurullah Abi kaşla göz arası cebimize zarf sıkıştırıyor. Her gittiğimiz şehirde benzer bir durumla karşılaşmak bizi artık şaşırtmıyor. Rabbim onlardan razı olsun.  “Hayaller”in aslında bir kompleks ürününden başka bir şey olmadığını idrak ettiğimiz Paris’e veda ederken yaklaşık 13-14 saatlik bir Barselona bizi bekliyor.