İsrail Devleti kurulduğunda Büyük Doğu çıkmıyordu. Daha doğrusu İsrail Devleti Büyük Doğu’nun çıkmadığı devrede kuruldu. Büyük Doğu’nun ikinci devresi 2 Nisan 1948’de sona erer ve üçüncü devre 11 Mart 1949’da başlar. İsrail devleti bu arada, 14 Mayıs 1948’de kurulur.
Muhammet Sani ADIGÜZEL
Doç. Dr., Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi

Necip Fazıl’ı önemli kılan Allah demenin yasak olduğu devirde Allah demesidir. Büyük Doğu Marşı’nın “Tanrı’nın alnından öptüğü millet” diye başlaması bunun en büyük delilidir. Aslında Tanrı kelimesinin buradaki kullanımından hareketle o devirde Allah yerine Tanrı demenin serbest olduğu zehabına kapılmamalıdır. Tanrı demek de serbest değildir. O zamanki adıyla Türk Dili Tetkik Cemiyeti bugünkü adıyla Türk Dil Kurumu başkanı vefat ettiğinde devlet ricali tarafından bulunulan taziyelere bakıldığında mesele kolaylıkla anlaşılır. Hiçbir devlet yetkilisinin taziyesinde Tanrı adı geçmez. Yani mesele hep öyle sanıldığı gibi Arapça Allah yerine Türkçe Tanrı demek meselesi değildir. Mesele önce Allah sonra Tanrı dememek meselesidir. Allah’ın adı taziyelerde bile geçmemektedir. Mehmet Âkif’in “İnmemiştir hele Kur’an, bunu hakkıyla bilin; Ne mezarlıkta okunmak, ne de fal bakmak için!” mısralarının bile gerisine düşülmüştür. Ancak Necip Fazıl da tam tersi bir durum söz konusudur. Önce Tanrı diye başlayan Büyük Doğu Marşı sonra Allah diye başlamıştır: “Allah’ın seçtiği kurtulmuş millet!”
Bu çerçevede, elbette Allah demek, Allah’ın adını zikretmek, sadece Allah adını anmak değil, aynı zamanda O’nun emir ve yasaklarını tebliğ etmek demektir. Konuyla ilgili olarak Necip Fazıl’dan bir iktibas yapılabilir:
İlk “Büyük Doğu” zamanında, “Allah” demenin yasak olduğu günlerde gazetelere “Din ve ahlaktan bahsedilmeyecektir.” diye Şükrü Saraçoğlu’nun emriyle tamimler geldiği devirlerde “Allah’a itaat etmeyene itaat edilmez.” mealindeki bir hadisi neşrettiğimiz için Vekiller Heyeti kararıyla ve Hasan Âli Yücel’in yüce marifetiyle kapatıldık, hocalıktan kovulduk, asker edildik, Eğridir Dağları’na iletildik, hakkımda çifte kırmızı aylı mahrem tamimlerle “Dikkat!” işaretinin verildiğine şahit olduk. Bir buçuk seneye yakın süren ve Eğridir’de başlayıp İzmit’te nihayete eren askerliğimiz esnasında tepemize yine manevi bir buhran yapıştı, bunu da hiçbir vakit layık olamadığımız muazzez mürşidin şifalı bir sillesine atfettik, 24 saat içinde vazife dışı ne kadar saat varsa odamıza kapanıp yalnız ağladık ve ibadet ettik.[1]
Büyük Doğu kısa devreler hâlinde çıkar. Büyük Doğu’nun 15 devresi vardır. Toplam 35 yıla (1943-1978) yayılan bu devrelerin ilkinde Necip Fazıl askere alınır. Bu ilk devrede Necip Fazıl siyasi bir yazı kaleme aldığından dolayı disiplin cezasına çarptırılır ve askerken bir gün hapis yatar. İkinci devrede de hapsi vardır. Bu sefer konu Sultan Abdülhamit’tir. Büyük Doğu’da Rıza Tevfik’in “Sultan Hamid’in Ruhaniyetinden İstimdat” adlı şiiri yayımlanır:
…
Tarihler ismini andığı zaman,
Sana hak verecek hey koca Sultan;
Bizdik utanmadan iftira atan
Asrın en siyasi Padişahına!
…
Bu şiirin yayımlanmasıyla Büyük Doğu dergisi kapatılır ve Necip Fazıl iki aya yakın bir süre hapis yatar. Bu şiirin altına düşülen not olduğu gibi iktibas edilebilir:
Yukarıdaki manzume, Rıza Tevfik’in, bundan 15-20 yıl evvel kaleme alıp sığınağı olan yabancı ülkede neşrettiği ve ana vatanda kimsenin bilmediği müthiş bir şiirinden birkaç parçadır. Ana vatan sınırları içinde intişar etmemiş olan bu şiiri ilk defa olarak umumi vicdana takdim ederken, duyduğumuz zevk ve zafer duygusu bir tane değildir:
- En genç fikir nesli biz olduğumuza göre, Abdülhamit devrini ne şahsi bir menfaat ne de siyasi bir garazla mütalaa etmemize imkân bulunmadığından sırf öz ilim ve saf hakikat adına ortaya attığımız “Abdülhamit devrinin ve Abdülhamit’e ait şahsiyetin baştan başa bir siyaset yalanı olarak Meşrutiyet’ten sonraki nesillere yutturulduğu” hakkındaki tezimizin tam bir teyide kavuşması ve üstelik bu teyidin Abdülhamit’e karşı bizzat mücadeleye girmiş olan bir şahıstan fışkırıvermesi…
- Devirler ve inkılaplar boyu gidişimizin, Meşrutiyet hareketi gibi, Mason locaları eliyle idare edilmiş en sığ ve kısır bir hareket mensubu tarafından bile görülebilmiş olması…
- En küçük samimiyet ve halisiyet anının bir zamanlar neler söylemiş bulunanlara şimdi neler söylettiği hikmeti… Biz yalnız doğruyu besleyenlerin elini öpenlerdeniz!”[2]
İsrail Devleti kurulduğunda Büyük Doğu çıkmıyordu. Daha doğrusu İsrail Devleti Büyük Doğu’nun çıkmadığı devrede kuruldu. Büyük Doğu’nun ikinci devresi 2 Nisan 1948’de sona erer ve üçüncü devre 11 Mart 1949’da başlar. İsrail devleti bu arada, 14 Mayıs 1948’de kurulur. Necip Fazıl bu devrede “Şüphesiz ki Yahudi meselesi kendisini ırklaştırmış bir ruhun topyekûn insanlığa karşı giriştiği suikastı bütün tarihi, hâli ve istikbaliyle anlayabilmek davasıdır.” diye bitirdiği “Yahudi Meselesi” başlıklı bir yazı kaleme alır. Yazısına Theodor Herzl’in 1996’da yayımlanan “Yahudi Devleti” kitabıyla giriş yapan Necip Fazıl İsrail devletinin kurulmasıyla bu kitabın iki amacından birinin gerçekleştiğini belirtir:
Herzl’in 1996 tarihinde ortaya attığı bu tezin arkasındaki Yahudi planı iki esas noktayı ihtiva eder:
1. Dünyada Yahudi olmayan ve Yahudiliğe zıt temayüller besleyen bütün hükûmetleri devirmek.
- Filistin’de bir hükûmet kurmak…
Bugün ikinci maddesiyle gerçekleşmiş bulunan Yahudi planının ana gayesi sadece birinci maddenin çerçevelediği esastan ibaret olup, öbürü Yahudi’nin ne kadar aza razı olduğunu gösteren ve kâr ve zararı gizlice ödenip namuslu bir dükkân örneği hâlinde muhafaza edilen göstermelik bir peçeleme oyunundan başka bir şey değildir. Yahudi’nin esasta razı olamayacağı ve benimsemeyeceği Filistin hükûmeti, gerçekten, her türlü hilekârlığı yapan gizli bir tröstün asla kazanmak üzere açmadığı, sadece ötesindeki gizli faaliyeti setretmeye yardımcı gördüğü, küçük ve namuskâr bir ticarethane modelinden ibarettir. Filistin hükûmeti aynı zamanda beynelmilel Yahudiliğin büyük ve gizli kurmay heyetlerinin emrinde bir insan deposu vazifesi de görebilir.[3]
“Bir şapka, bir eldiven, bir maymun ve inkılap.” mısraının mübdii ömrünün üç buçuk yılını hapiste geçirir. Bunlardan bir buçuk yılı 27 Mayıs 1960’tan sonradır. Necip Fazıl Türk edebiyatının en güzel hapishane şiirini 1961’de yattığı Toptaşı Cezaevi’nde yazar: “Zindandan Mehmed’e Mektup”. Sözde olanla gerçekte olan arasındaki derin farka dikkat çekilerek başlayan şiirin son bölümleri iktibas edilebilir:
“Ana rahmi zahir, şu bizim koğuş;
Karanlığında nur, yeniden doğuş…
Sesler duymaktayım: Davran ve boğuş!
Sen bir devsin, yükü ağırdır devin!
Kalk ayağa, dimdik doğrul ve sevin!
Mehmed’im, sevinin, başlar yüksekte!
Ölsek de sevinin, eve dönsek de!
Sanma bu tekerlek kalır tümsekte!
Yarın elbet bizim, elbet bizimdir!
Gün doğmuş, gün batmış, ebet bizimdir!”
(Necip Fazıl Kısakürek, Çile, Büyük Doğu Yayınları, İstanbul, 2018, s. 422)
[1] Necip Fazıl Kısakürek, “Bütün Tahlil Raporu”, Büyük Doğu gazetesi, Cuma-12 Ağustos 1949, Yıl: 5, Sayı: 23, s. 2.
[2] Büyük Doğu mecmuası, Cuma-30 Mayıs 1947, Yıl: II, Cilt III, s. 2.
[3] Necip Fazıl Kısakürek (Prof. Ş.Ü. imzasıyla), “Yahudi Meselesi”, Büyük Doğu gazetesi, Cuma-19 Ağustos 1949, Yıl: 5, Sayı: 24, s. 2.