Gazze Usulü Kek Tarifi

Bir başka videoda, küçük bir kız çocuğunun bulduğu pet şişenin içinde soğuk kahve yapıp tarifini verdiğini izliyorum. Her fırsat bulduğunda başka tarifler veriyor bu kız ve her defasında şöyle başlıyor tariflerini anlatmaya: “Şimdi size Gazze usulü …. tarifini vereceğim”. Çadırın arka tarafında, savaşın gölgesinde çocukça bir neşe ve huzurla içeceğini hazırlıyor. Bu sahneler, insanın kalbine dokunuyor. Zorlukların ortasında dimdik ayakta duran Filistinli kadınlar ve çocuklar, aslında çok daha derin bir insanlık dersini gözlerimizin önüne seriyorlar.

Zehra TUNÇ

Yazılmayan hiçbir şey kalmadı, söylenmeyen…

Yine de aklımızın hiç ermediği, derinliğini kavramakta zorlandığımız bir coğrafya: Filistin.

Her şeyi görünenle izah etmek mümkün mü? Bazı şeyler idrak sınırlarını zorluyor, öyle değil mi?

Yüzyıllardır belli aralıklarla, son bir yıldır da sürekli devam eden savaşın ortasında umut saçan insanlar gerçek mi mesela? Her ne kadar yıllardır Filistin’de yaşananları ekranlardan, haberlerden izliyor olsak da bu toprakların gerçekliğini anlamak gerçekten zor. Acılarla, umutlarla yoğrulmuş bir hikâye; yüzyıllardır devam eden bir mücadele… Son bir yılda sürekli olarak devam eden savaş ve zulme rağmen, o coğrafyada umut saçan insanların varlığı, zihnimizi zorluyor. Bazen düşündüğümüzde, bu kadar ağır koşullar altında yaşamlarını sürdürmeye çalışan insanların nasıl olup da hala direnebildiğini anlamakta güçlük çekiyoruz.

            Filistin’de olup bitenleri sadece gözle görülenle açıklamak mümkün mü? Bir şeylerin ötesinde bir hikâye var, öyle değil mi? Yüzyıllar boyu süregelen zulüm ve işgale rağmen, Filistin halkının – özellikle kadınların – hayata tutunma şekilleri, bizlere yeni bir bakış açısı sunuyor. İşte tam da burada, bombaların altında yaşarken bile umut dolu insanların var olduğunu görmek; acıların ortasında bile gülümsemeyi, direnç göstermeyi ve yaşamaya devam etmeyi başaran insanlar görebilmek ne garip!

            Sosyal medyada dolaşırken, televizyonda boy gösteren şatafatlı yemek yarışmalarına inat, Gazzeli kadınların mütevazı tariflerini paylaştığı videolarla karşılaşıyorum. Yıkık dökük evlerinin mutfağında çocuklarına yemek pişiren, balkonlarını temizleyen bu kadınlar… Nasıl bir huzur, nasıl bir tevekkül içindeler. Üstelik yaptıkları yemekler basit, ama ruhlarında derin bir güzellik saklı. O tariflerin her biri, sadece bir yemeğin değil, umudun, direncin ve hayata bağlılığın bir simgesi halinde gözümüzün önünde.

            Nasıl bir huzur, nasıl bir rahatlık, nasıl bir tevekkül…

            Bir yanda ekranlarda gördüğümüz lüks ve gösterişli yemek tarifleri: Mavi Haşhaşlı Kuzu Glaze ve kalamar… İçinde kestane püresi, vasabi sos, laym suyu ve mirin… Mirin nedir, ya hu? Bir yanda süt ve soda ile yumuşatılan kalamar, diğer yandan kremalı kestane ve soğan sosu. Tavada hafifçe çevrilen çerezler, aromalar… Kalamar pişirilirken et mühürleniyor, her yeri mavi haşhaşla kaplanıyor. İyi pişmiş, mükemmel sunumlu bir yemek. Kabul, tablo gibi. Fakat anladık mı? Evde yapar mıyız bunu? Pek sanmıyorum. Son dokunuşlar; kanlı kulak ve soya filizi. Sörf and törf.

            Bir diğer taraf; bombaların yıktığı binaların ortasında balkonunu temizleyip çocuklarına kakaolu kek yapan Gazzeli kadınlar. Gözlerimde bir an için iki farklı dünya beliriyor: Biri savaşın, yıkımın ortasında hayatını sürdürmeye çalışan, sabrı ve tevekkülü rehber edinmiş kadınlar, diğeri ise bolluk, yeme şehveti ve yapmacıklık içinde sanki hayatın yalnızca lüks ve estetikten ibaret olduğu bir dünya. Hangisi daha gerçek? Peki, hangisi daha samimi? Gazzeli kadınların hayatlarına bir an olsun bakınca, bir yanda savaşın getirdiği yıkım diğer yanda ise tüm bu yıkıma rağmen süren bir direniş ve umut dolu yaşamı görüyorum. Hangisi daha muhteşem? Karar veremiyorum.

            Bir başka videoda, küçük bir kız çocuğunun bulduğu pet şişenin içinde soğuk kahve yapıp tarifini verdiğini izliyorum. Her fırsat bulduğunda başka tarifler veriyor bu kız ve her defasında şöyle başlıyor tariflerini anlatmaya: “Şimdi size Gazze usulü …. tarifini vereceğim”. Çadırın arka tarafında, savaşın gölgesinde çocukça bir neşe ve huzurla içeceğini hazırlıyor. Bu sahneler, insanın kalbine dokunuyor. Zorlukların ortasında dimdik ayakta duran Filistinli kadınlar ve çocuklar, aslında çok daha derin bir insanlık dersini gözlerimizin önüne seriyorlar.

Filistinli kadınların bu duruşu bana Abdulmuttalip’in Ebrehe’ye karşı sergilediği tevekkülü hatırlatıyor. Kâbe’yi yıkmaya gelen Ebrehe’ye karşı Abdulmuttalip’in müthiş cevabı; tevekkül, teslimiyet ve iman. Filistin’deki kadınların her gün sergilediği işte bu duruş. Yıkımın ortasında bile hayatın devam ettiğini hatırlatıyorlar. Onlar için, her yeni gün Allah’a olan iman ve sabırla yeniden başlıyor. O halde bizler, küçük zorluklarla karşılaştığımızda hemen umutsuzluğa kapılmak yerine, onların bu duruşundan ders almalı değil miyiz?

            Ramazan boyunca yüzlerce şehit verdi Filistin. Fakat Arefe günü geldiğinde, savaşın gölgesinde bile bayram hazırlıklarını ihmal etmediler. Bayram günü çocuklarını buldukları en temiz kıyafetlerle giydiren, evlerini süsleyen, her yeri balonlarla donatan; yüreklerine cesaret ve ferasetle süsleyen bu kadınlara hayran olmamak elde değil. Zorluklara karşı direnen, hayatı ve umudu elden bırakmayan, rutinlerine tutunarak yaşamaya devam eden bu harika kadınlar…

            Tüm bu sebeplerle; Gazze’nin anlamı ‘umut’ demek olmalı. Gazze, sadece bir coğrafi bölge değil, aynı zamanda umudun, direncin ve sabrın simgesi. O kadınların duruşu, bizlere bir hayat dersi veriyor: Zorluklar ne kadar büyük olursa olsun, yaşamaktan, sevmekten, umut etmekten vazgeçmemek.

            İnsanız nihayet, Allah’ın “akleden” olarak yarattığı. Fakat işte en küçük imtihanlarda bile hemen şikâyet eden, bu niye böyle oldu diye dertlenen, çevresine de hayatı zorlaştıran “akleden”leriz çoğu zaman. Sabrımız ne kadar da az, ne zor teslim oluyoruz Allah’ın takdirine, nasıl da kabul etmiyoruz kendi hatalarımızı. Sonra çekilip kabuğumuza, kaçmayı seçiyoruz her şeyden. Oysa hayat devam ediyor, Allah “bitti” demedi ya; her an, yeniden “ol” diyor. O halde sorumluluklarımızın bilincinde bir hal üzere, biz de devam etmeliyiz. Olmayan şeylere takılmaktan vazgeçip yapmamız gerekenlere odaklanmamız gerekiyor. Bu gücü kendinde bulan ve tüm dünyaya da gösteren Gazze halkı, özellikle de kadınlar; umudun ta kendisi.

            Yenilgi yenilgi büyüyen zafer böyle bir şey olmalı. Rabbimiz en kısa zamanda hakiki manada muzaffer kılsın.