Tamamen yalan üzerine kurdukları, “vaad edilmiş topraklar” iddiasıyla yüz yıldır İslâm coğrafyasına saplanmış bir hançer gibi kan akıtan Yahudi, bu defa ininden çıkmadan vurulmuştu. Emperyalizm-kapitalizm düşünce ve olgusunun mimarı olan, “Siyonist” ideolojisine, dünyadaki çoğu devlet ve kurumları köle yapan Küresel Kötülük’ün merkez çetesinin dokunulmazlık hurafesi yıkılmıştı.
Mürsel SÖNMEZ
7 Ekim 2023 günü, Filistinli mücahidler yeryüzünün tarih boyunca en şerlileri olan ve topraklarını gasp eden Yahudi kavminin kendilerine saldıracağı istihbaratı üzerine, bir tufan başlattılar: Aksâ Tufanı.
Tamamen yalan üzerine kurdukları, “vaad edilmiş topraklar” iddiasıyla yüz yıldır İslâm coğrafyasına saplanmış bir hançer gibi kan akıtan Yahudi, bu defa ininden çıkmadan vurulmuştu. Emperyalizm-kapitalizm düşünce ve olgusunun mimarı olan, “Siyonist” ideolojisine, dünyadaki çoğu devlet ve kurumları köle yapan Küresel Kötülük’ün merkez çetesinin dokunulmazlık hurafesi yıkılmıştı.
Oluşturduğu kapitalist yapıyla dünya halklarının, kendisine karşı direnebilecek tek inanç ve kültür odağı olan İslâm ve Müslümanların düşmanı bu şebeke başta “Büyük Şeytan” Amerika olmak üzere hempalarını yardıma çağırarak karşı saldırıya geçti. Elbette bu saldırı, Yahudi kavminin karakterinden dolayı mertçe bir askeri saldırı olmayacaktı ve olmadı. Hiçbir savaş hukuku gözetmeden sivil halka yönelik bir “soykırıma” giriştiler. Bir yılı dolmak üzere olan bu savaşta, Gazze halkı da Gazze’nin yiğit mücahitleri de hâlâ ayakta ve mücadele sürüyor. Tamamına yıkık şehirler, talan edilmiş tarım arazileri, kıtlık ve yokluk ortamında gerçek inancın “özgür” olma yolundaki iradesi sapasağlam duruyor.
Filistin ve Gazze coğrafyasında fiziki, fiili olarak yaşanılanlar aynı zamanda tüm yeryüzü için de bir anlam taşıyordu. İnsan olmak; insan kalmak, ancak kanlı katiller ordusuna karşı olmak, karşı durmakla, mümkündü yeryüzünde. Haberi olan her insan, zalimden ya da mazlumdan yana olmakla, insan olmak ya da olmamak arasında bir seçimde bulunacaktı. Bulundu da. Umut verici bir şekilde dünyanın her tarafından insan öz doğasının gereği itirazlar, reddediş sesleri yükseldi. Ne ki bu feryatların bir karşılığı yoktu. Çünkü, mazlumdan yana ses yükselten halklar da gerçekte bu kanlı katillerin kapitalist düzenlerinde esir edilmişti ve başlarındaki devlet-hükümetler katillerin safındaydı.
Peki ya Filistin halkıyla aynı kandan, aynı inançtan olan Müslümanlar bu insanlık sınavında ne durumdaydı? Başlangıçta seslerini yükselttiler, görkemli protestolar yaptılar. İçtenlikli karşı çıkışlardı bunlar ama sonuç olarak, fiili hiçbir durum gerçekleşmedi. Dışlarında kalan toplumların yaptıklarını yaptılar. Yöneticileri ise yine o diğer dünyadakiler gibi açık ya da örtük zalimi desteklediler, az bir kısmı da yüksek ritimli sözlerle protesto ettiler. Ve gerçek değişmedi: On binlerce ölü, yüz binlerce yaralı.
Acılar güç ve direnme iradesine dönüştü mü? Bunu zaman gösterecek ama acıların bir vahdet bilincine dönüştüğünü söylemek zor. Hâlâ mezhep meşrep tartışmaları, hâlâ sonu gelmez gevezelikler. Peki bu tufandan kim kurtulacak? Elbette can pahası direnerek fedâ-yı cân edenler, gaziler ve onları asla yalnız bırakmayan; Gazze ve Filistin halkı. Bir de bulundukları her yeri som sorumluluk duygusuyla tevhid ve adalet yurdu kılmaya çalışanlar, alın terlerini akan kanla yoldaş kılarak başka bir dünya, başka bir yeryüzü ülküsü ile yürekleri yananlar. Son söz: “Aksâ Tûfanı, Nuh Tûfanı’nda olduğu gibi Hakk’dan yana olanların başarı ve zaferiyle sonuçlanmıştır. Çünkü, binlerce şehit kazanılmıştır.