Zülfikar Kınında Ağlar

Zalimin sevinç gözyaşları kendilerine insan sureti vermek için yaptıkları ağır makyajı paçalarından akıtırken; “polyannacılıktan” gözü yaşarmayan Müslüman dünya ise Hollywood’dan ödül üstüne ödül almaya doyamadı.

Nihal PAKIRDAŞI

Nice zamandır dünyanın dört bir yanında Müslüman kanı akıyor. Ümmetin damarlarından süzülen bu kan özgürlüğümüzün soluğunu kesiyor. Zalim, zulümden yonttuğu neşteriyle ümmetin ciğerini deşmeye devam ederken, sinemizdeki yaraya merhem olmak için ise ne bir yiğit kılıç çekiyor ne bir at kişniyor ne de toz dumana katılıyor.

Şimdilerde ise, asırlardan beri Müslümanların bu çaresizliğinden ümit devşirerek dünyaya hâkim olma arzusuyla, mazlumların üzerinde bilenen ABD ve Batı patentli o bıçak, İsrail’in eliyle ümmetin şah damarına dayanmış bulunuyor. Gazze’nin gerçek sahipleri olan o aziz halk, çoluk çocuk, genç yaşlı demeden Samiri’nin altın buzağına kurban ediliyor. Ardı sıra İslam beldelerine sıçrayan bu harlı ateş, tüm Müslümanları tehdit ederken; demokrat dünyanın, evlerimize karşılık bizlere kiraladıkları, hümanizmin neşeyle cıvıldadığı İrem bağlarında eğleşmeyi “yaşamak” sanıyoruz. Göğü delen binaların içinde, yarı açık pencerelerimizden göremediğimiz “kendi gök kubbemiz”[1] altında nefes alamazken; onlar, köklerimizle ilişiğimizi kesip bizleri kurşunlarının hedefi haline getiriyorlar. Ehli dünya karşısındaki kıldan ince boyunlarımız, müzelerimizde sergilediğimiz tunçtan miğferlerimiz karşısında tutulup kalırken, bir zamanlar kıvılcımlar saçan keskin kılıçlarımız ise kınında cesaretsizliğimizin yasını tutuyor. Kendimizi kraldan fazla kralcı ilan ettiğimiz “cihad” fikrine karşı, savaş meydanlarımız hipodromları andırıyor. Sağlam surlarımızın üzerinden elimizin tersiyle ittiğimiz kadim akl-ı fikrimizin yerine koyduğumuz “çıkma aklımız”ın inşa ettiği kumdan kalelerimiz, şehirlerimizi ve kalplerimizi korumaya muktedir olamıyor. Zalimin karşısında takındığımız, İslamiyet’in genetik kodlarında yazılı olmayan bu acizlik hali değil Kelime -i Şehadet ehlinin, tüm insanlığın çehresinin solmasına sebep oluyor.

Çok iyi bildiğimiz fakat çoğu zaman bilmezlikten geldiğimiz, Gazze soykırımıyla aşikâr olan Batı aklı ve ABD rüyası, insanlığa kan, gözyaşı, acı, sapkınlık ve çürümüşlükten başka hiçbir şey veremedi. Ellerinde tutukları teknoloji, dünyaya ezberlettikleri barış nakaratlarını silmeye ve yerine keyifle işledikleri soykırım destanlarını yazmaya yaradı. Zalimin sevinç gözyaşları kendilerine insan sureti vermek için yaptıkları ağır makyajı paçalarından akıtırken; “polyannacılıktan” gözü yaşarmayan Müslüman dünya ise Hollywood’dan ödül üstüne ödül almaya doyamadı. Küfür ehlinin, sadece kendi gibi olanlara yaşama hakkı tanıyan, öteki olarak gördüğü topluluklara ise, “böl, parçala ve yönet” taktiği çerçevesinde uyguladıkları Siyonist muamele, iki milyarı aşkın Müslümanı ahtapot misali sarıp sarmalayarak hareket edemez hale getirdi.

Hâlbuki Allah’ın kemale erdirerek bizi son elçisinin eliyle şereflendirdiği İslam, düşmanın akla hayale gelmeyecek zulümleri karşısında kendimizi ve tüm insanlığı korumak için kuşanabileceğimiz korunaklı bir zırh ve aynı zamanda her türlü tehlikeyi savuşturmak için elimizde adaletle parlayan keskin bir kılıçtı. Öyle ki; “Şehrin en uzak yerinden bir adam koşarak geldi; “Ey kavmim, uyun bu elçilere!”[2] dedi. Hazreti İbrahim milletinin bir ferdi son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa’ya (s.a.v) ümmet olma şerefine erdirdi. Resul-i Zişan Efendimize “Saldırıya uğrayanlara zulme mâruz kaldıkları için savaş izni verildi. Allah onları muzaffer kılmaya elbette kâdirdir[3] ayeti nazil olur olmaz, zulümlerini artıran Mekke müşriklerine karşı Ashab-ı Güzin, kılıçlarını çekip atlarından kıvılcımlar çıkartarak tozu dumana kattılar. Hayber’in fethinde; Resûl-i Ekrem (s.a.v), Hz Ali’ye sancağı teslim etmiş, kendisine zırhlı bir gömlek giydirip Zülfikâr’ı da beline kendi eliyle bağlayıp; “Allah, sana fetih nasip edinceye kadar çarpış. Sakın arkana dönme” emrini vermişti. “Fetih” diye adlandırılan savaşların temel amacı olan “İ’lâ-yi Kelimetullah”tı. Bir gazâ sırasında mübarek yüzüne tüküren düşmanı karşısında kılıcını indiren Hz. Ali; “Ben Hazret-i Peygamber’in bana armağan ettiği bu Zülfikâr’ı, ancak Allah yolunda kullanırım. Allah düşmanlarının başını yine O’nun rızası için vururum. Buna da asla nefsimi karıştırmam… Sen yüzüme tükürmekle beni kızdırmak ve hakaret etmek istedin. Ben o an hiddete kapılsaydım, seni, nefsime tâbî olmak gibi, bir mü’mine asla yakışmayan âdî bir sebeple öldürecektim. Hâlbuki ben, gururumu tatmin için değil, Allah için gazâ ederim” diye söyledi. Haksızlık karşısında geri durmayan Hz. Hüseyin ise Yezid tarafından Kerbela’da şehit edildi. Hz. Ebubekir ve Hz. Osman cihad için dünyalıklarından vazgeçtiler. Peygamber’in müjdesine nail olmak için kocamış yaşına rağmen İstanbul’a gelen Ebu Eyyûb el-Ensarî Hazretlerinin imanı ve dizlerinin bağı sapasağlamdı. Asırlar sonra gemileri karadan yürüterek İstanbul’u fetheden Fatih Sultan Mehmed, Eyüp Sultan hazretlerinin davasından bir milim dahi sapmadı. Tarık Bin Ziyad, gemilerini yakarak kendisini Endülüs’ün fethine mahkûm etti. Hz. Ömer, Selahaddin Eyyubi ve Yavuz Sultan Selim Kudüs’ün gerçek sahiplerinin kimler olması gerektiğini tarih boyunca yedi düvele hatırlattı. Sultan Muhammed Alparslan, Bizans’ı Malazgirt Ovasında yenerek Anadolu’nun kapılarını ardına kadar Türklere açtı. Tarih “Kızıl Elma” diye mukaddes bir hedefi önümüze koydu. Düşmanları tarafından dahi “Türk Kaplanı” olarak anılan Fahreddin Paşa, “Takdîr-i ilâhî, rızâ-yı peygamberî ve irâde-i pâdişâhî şeref-müteallik oluncaya kadar Medine müdafaası devam edecektir” diyerek gücünün son safhasına kadar Peygamberini terk etmedi. Milleti soykırıma uğramasına rağmen mümince bir duruş sergilemekten vazgeçmeyen Aliya İzzetbegoviç “Düşmanlarımıza tek bir borcumuz var; Adalet!” sözüyle zalimle aramızdaki o insani farkı ortaya koyan kalın çizgiyi çekti. Müslümanların soyundaki kahramanlık destanları dilden dile dolaştı. Hakikat, şehit annelerinin rüyalarında görüldü.  Hz. Âdem’den beri yeryüzünde fesat çıkaranlar “Tekbir” ile alt edildi.

İşte bu yüzden ahir zaman ümmeti; azgınlaşarak bozgunculuk çıkaran, insanlığı canından bezdiren bu putların boyunlarını asırlardır kınında beklettiğin Zülfikâr’dan başkası vuramaz!

Ve fakat;

Tut ki, Ali’den mîrâs kaldı sana Zülfikâr

Sende Ali’nin yüreği yoksa

Zülfikâr neye yarar? [4]

Kaynakça:

1.Beyatlı, Yahya Kemal. “Süleymaniye’de Bayram Sabahı.”

2. Yâsîn Suresi 20. Ayet.

3.Hac Suresi 39. Ayet.

4.Mevlana Celâleddin Rûmî.