Prof. Dr. Ergün Yıldırım, 1965 Elazığ doğumludur. İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi Sosyoloji Bölümünde öğretim üyeliği görevine devam etmektedir. Yıldırım’a yeni dini hareketlerin ortaya çıkışını ve insanların bu hareketlere katılmasının arka planındaki motivasyonu sorduk.
İstifadenize.
İNSİCAM
S: Kıymetli Hocam, modern insanın kendisi için manevi bir rehber yahut huzur bulacağı bir topluluk arayışında olduğunu söyleyebilir miyiz? Sanki bireyselleşme eski popülaritesini kaybediyor gibi. Ne dersiniz?
Modern insan, maddi dünya ilişkilerini temel alarak ve doğaüstü alandan ayrışarak yeni bir hayat kurmaya yöneldi. Buna sekülerleşme diyoruz. “Tanrı öldü” diyen Nietzsche, modernleşme ile beraber yeni insanın din dışı dünyasını anlatıyor. Tanrı öldüğüne göre, artık onunla ilişkili olan metafizik, doğaüstü alan ve yine bunlarla ilişkili otorite ve kurumların da ölmesi anlamına geliyor.
Modernite, Rönesans ile beraber yeni bir insan ya da özne inşa etmeye başlıyor. Bu özne, Descartes’in “düşünüyorum, o halde varım” ile veciz bir şekilde ifade ediliyor. İnsan düşünen bir ben ise var oluyor. Var olmak, düşünen ben ile mümkün. Yani, sonuçta önce ben var sonra bu ben düşünüyor ve en sonunda da var oluyor. Elbette Kant ile beraber bu insan artık aklın ve bilincin olgunlaşması ile tanımlanıyor.
Bireyselleşme, modernite, aydınlanma ve kapitalizmin pratik toplumsal ilişkileriyle gelişti. Özne, bütün kolektif yapılardan bağımsız bir şekilde tanımlandı. Tanrıdan bile bağımsız bir özne…Hegel, buna özgürleşme dedi. Kendilik bilincinin doğuşu olarak yorumladı. Çünkü, Ortaçağ Kilise düzeninde insan yoktu! Yani insan özne değildi. Skolastisizm, dogmatizm ve kilisenin kolektivist bir şekilde düzenlediği toplumsal yaşam vardı.
Öznenin modern doğuşu ve bireyselleşme, kapitalizmin üretim ilişkileri ile beraber krize girdi. Bu nedenle, komünizm gibi kolektivist hareketler doğdu. Onlar bu defa özneyi sildiler. Komünalist niteliğiyle bireyi boğdu.
Komünizm sonrası yeniden bireyselleşme yükseldi. Foucault, bu yükselen bireyselleşmenin sosyolojisini ve felsefesini yapan düşünür. Hakikat yerine öznelliği öneriyor. Hapishanenin Doğuşu ve Deliliğin Tarihi gibi eserlerinde deli, mahkûm ve cinsel özne gibi bireyleri araştırdı ve öne çıkardı. Bugün dünyada herkes “ben” diye bağırıyor. Fakat “çılgın ve kendinden geçen bireysellik” var burada. Egoizme ve narsizme sarkıyor.
Bu bireyselleşme ile beraber öte yandan pos-materyalizm ve post-pozitivizm sonucunda maneviyat yeniden ilgi uyandırmaya başladı. Bu maneviyat hem grupsal aidiyete hem de spirtüalist ihtiyaçlara karşılık veriyor. Maneviyat, cemaatsel (community) ilişkilerini gerektiriyor. Çoğunlukla kolektif bir duygu olarak tatmin ediliyor. Bundan dolayı neo-spirtüal diyebileceğimiz yeni akımlar doğuyor: Yoga, meditasyon, karma inançlar ile karşılaşıyoruz.
Elbette insan her zaman doğasında yer alan maneviyat ihtiyacını tatmin etmek ister. Bunu da ancak kolektif ritüeller, dayanışmalar ve paylaşmalarla gerçekleştirebilir. Post-materyalizm ve post-pozitivizm bunu daha belirgin hale getiriyor
S: Seküler bireyler semavi yahut “dogmatik” din anlayışını reddediyor ancak geldiğimiz noktada seküler gruplar arasında ilkel, mit, kült inançlar yeniden baş gösteriyor. Bunun temel nedenleri hakkında ne söyleyebiliriz?
İlginç bir şekilde pozitivizm sona eriyor, materyalist anlayış egemenliğini kaybediyor ama öte yandan da sekülerleşme yaşanıyor. İnsanlar materyalizmden ve pozitivizm bilinçten kopunca kurumsal olan dinlere koşmuyorlar sadece. Çünkü bu süreçte sekülerleşme de yükseliyor dünyada. Bu sekülerleşme, devletlerin baskısı ile yukarıdan gelen siyasal projelerden oluşmuyor.
Yeni sekülerleşme küreselleşme ile ilgili. Küreselleşen dünyanın yeni teknolojileri, yönelimleri ile besleniyor. Burada sosyal medya platformu oldukça güncel, pratik, tüketimle bütünleşen ve eğlenceyle beraber gelişen sekülerliğin yeni otobanları oluyor. Ulus devletler değil de şirketler ve teknolojiler bunu getiriyor ve üretiyor.
Çok daha maneviyatı tehdit eden bir sekülerleşme süreci yaşıyoruz. Çünkü pratik alışkanlıklarımıza sızıyor. Eğlenceyi, beğeniyi, tüketim tercihlerini ve hatta inancınızı da etkiliyor.
Bu sekülerleşme, garip bir şekilde “maneviyat da pazarlıyor”. Daha doğrusu spirtüalist eğilimleri de doğuruyor. Kurumsal olan, semavi olan, kadim olan, yazılı olan dinler yerine adeta “seküler maneviyatlar” üretiyor. Mitler ve mitoloji öne çıkarak gelişiyor. Neden?
Gözlemleyebildiğim kadarıyla toplumlarda dini pratikler, dini otoriteler ve dini kurumlar sarsıldığı ve itibarını kaybettikleri zaman büyük manevi kriz doğar. Bu manevi kriz, başka bir maneviyat alternatifi aranarak aşılmaya çalışılır. Bugün dünyadaki büyük dinler eşitsizlik, yoksulluk, kapitalist ve oligark hegemonyalar karşısında erdemi, adaleti, ölçülülüğü ve güveni telkin edemiyorlar.
Kitleler, dini maneviyat alanında yaşanan bu kriz karşısında mitolojiye koşuyorlar. Oradan çeşitli anlatılar, semboller, figürler, Tanrılar devşirmeye başlıyorlar. Onlardan kendilerine maneviyat devşirmeye çalışıyorlar. Manevi hazzı orada bulmak istiyorlar. Dikkat edelim, son dönemlerde artık Tanrı en fazla tartışılan konuların başında. Elazığlı arif biri geçen ziyaretimde bana söylediği bir ifadeyle bunu çok çarpıcı biçimde ifade ediyordu: “Eskiden Allah her yerdeydi, şimdi ara ki bulasın”. Hakikaten insanlar, bir yandan en hakikat olandan şüphe ediyorlar ama öte yandan tamamen muhayyile içinde üretilen anlatılara ve sembollere koşuyorlar. Mezopotamya Tanrıları, Grek Tanrıları ve Anadolu Tanrıları piyasaya hücum ediyor. Tanrı öldü derken şimdi de Tanrılarla dolup taşıyor ortalık! Grekler döneminde uyuşturucu, seks, kadın, alkol ve dans eşliğinde yapılan çılgın Dionysos ritüelleri yeniden yapılmaya başlanıyor. Aşırılık, zevk, çılgınlık ve kendini unutarak ruhsal dönüşümler yaşama yanılgıları, birçok kişiyi etkilemiş gözüküyor. Oysa bunlar bedeni de, ruhu da, zevki de çürüten ritüeller. Fahişeliği, eşcinselliği normalleştirir, aileyi yok eder. Gençlerin tutkularını anlık hazlarla ebediyen yok eder.
S:Hocam sosyal medyada hızla yayılan “evrene mesaj gönderme”, “arınma” ve “enerji yoluyla dilekleri gerçekleştirme” gibi ritüeller Müslüman gençlerin de yaşam pratiklerinde yer edinmeye başladı. Bunun ne gibi sakıncaları olabilir?
Yeni bir dil doğuyor. Bu dil de neo-spirtüalist özellikler taşıyor. Yani “seküler ruhaniyet”. Evrene mesaj gönderme ve enerji yoluyla dileklerini gerçekleştirme sır dinlerinin dilini de ele veriyor. İlkel dinlerle de yakınlığı var. Evreni fetişleştirme tutumu bu. Ağaç, rüzgar, kaya, yağmur vb. doğa nesnelerinden medet ummak…Tapınma böyle olmuştur. Oysa, bütün evreni aşan bir yaratıcı ve onunla ilişki kurma davranışı insan bilinci açısından çok üst bir aşama. Gelişmiş bir muhayyilenin ve bilincin inancını yansıtır. Tek tanrılı dinler bu yönüyle en üst bilinç düzeyine karşılık gelen Tanrıyla etkileşime girerler.
Ruhsal dönüşümler ve yükselişlerle beraber doğayla ve doğaüstü güçlerle yakınlaşma mistisizmde, spiritüalizm ve İslam tasavvufunda öteden beri yer alan bir konudur. Ancak bu bir yöntemle yaşanılabilir: İslam tasavvufu buna seyr u süluk der. Herkes bunu uygulayamaz. Arınmak, yükselmek, dönüşmek ve kendini bulmak yeni bir dil değil. Ancak şu an Yoga ve benzeri akımlarda doğan bu dil çok seküler ve tehlikeli. Çünkü istismara açık, çeşitli insanlar bu iddialar ortaya çıkarak insanların bilincine ve aklına el koyabiliyorlar. Onları kendi amaçlarına göre kullanabiliyorlar. Seküler bir dil altında yeni bir din onlara dikte edebiliyorlar.
Heidegger’in dediği gibi dil, evin hakikatidir. Yani, kendimizi içinde olgunlaştıracağımız temel doğrudur. Bu doğrudan şaşarsak evimiz başımıza yıkılır.
Arınmak ve yükselmek adıyla, tarih içinde bir çok sapma eylemi ile karşılaşıyoruz. Örneğin, M.Ö. Yunanistan’da, Atina’ya 20 km uzaklıktaki sır tapınağında arınma ritüelleri yapılır. Bunun için kişi tapınağa alınırken tamamen soyunur. Çırılçıplak hale gelir, sonra tapınakta ona sır verilir. Kişi bu sırrı alarak özel bir kişi olacağına inanır. Sırra nail olunca ayrıcalıklı olacak, kendisini bulacak ve farklı olacak. Oysa, gizem ritüelleri ile kililer bambaşka tutumlara yöneltilir. Benzer biçimde çıplak ritüelleri, arınmak amacıyla Mekkeli ilkel müşriklerde de vardı. Nitekim Kabe’yi çırılçıplak tavaf ederlerdi. Yani bütün dünyadan arındığı ve böylece Tanrı huzuruna çıktığını düşünerek ritüel gerçekleşiyor.
S: Hocam, son yaşanan toplumsal olaylarda seküler, inançsız ve din-dışı oluşumların ritüelleri gündeme geldi. Türkiye’de bu oluşumların tezahürü yeni bir şey midir? Medyada bu gibi gruplar yapılanmaları bakımından “tarikat” olarak adlandırılıyor. Bu ne kadar doğru?
Yoga başta olmak üzere gelişen Hint-Batı kırması neo-spirtüalist akımlar doğuyor. Bunların otoriteleri, gruplaşmaları, ritüleleri ve faaliyetleri var. Kendilerini seküler dille ifade ediyorlar. Aslında, seküler dile gizlenmiş dini bir dil var. ABD makyajlı geliyorlar. Hintle ilişkililer. Kimileri de Mevlana başta olmak üzere tasavvufu da kısmen katıyor çalışmalarına. Bunlara “seküler din” diyebiliriz ya da seküler maneviyat. İslamdan uzak olan, islamı kendine yakıştırmayan ve Müslümanlardan kopmuş olan kesimlerde görülüyor.
Bu seküler din grupları ya da neo-spirtüalist akımlar kendilerini ayrıcalıklı hissediyor. Toplumun genelinden ayrışarak farklı ve özel hissediyor. Onlara söylemler ve ilişkilerle bu hissiyat veriliyor. Bunlar vegandır, meditasyon yapar, grup çalışmalarına katılır, geziler( kutsal hac) düzenlerler, inzivadan bahsederler. ABD’nin orta ve alt sınıfın yükselen ve çoğu dünya taşrasından gelen bu kişiler elit olduklarını düşünür. Elit olmak; vegan olmaktır, meditasyon yapmaktır artık. Bu paket program. Aynen bizim gibi ülkelere de ihracatı yapılıyor, bir ürün gibi. Türkiye’den de orta-alt ve taşradan yükselen kişilerin kendilerini elit ve ayrıcalıklı hissetme sosyolojisi ve psikolojisi ağır basmaktadır.
Bunlara sosyolojik manada cemaat(community) veya tarikat denebilir. Çünkü sohbetleri var, zikirleri var, duaları var, cemaat olma halleri var, onları etkileyen ve domine eden aktörleri var. Seküler tarikatlardır. Tarikatın çeşitli özelliklerini sekülerlik içinde yeniden üretiyorlar.