Oluşan bu karamsar tabloyu renklendirmek, modernizmin ve ideolojilerin katı yapısını yumuşatmak gereği duyulduğunda, postmodern düşünürler devreye girmiştir. Zaten sekülerleşme ile bireycilik olgusu büyük yaygınlık kazanmıştı, postmodernite bu duruma farklılığı ve çoğulculuğu da ekleyerek değişim arzusunu derinleştirip genişletti. Küreselleşmenin getirdiği iletişim imkanları, farklı din ve kültür mensuplarının birbirinden daha fazla haberdar olmasını sağlayarak yeni eklektik dini grupların türemesini kolaylaştırdı.
İsa ÖZÇELİK
Dinin kaynağı, anlamı ve nasıl oluştuğu hakkında birbirinden farklı çok fazla görüş bulunmaktadır. Materyalist düşünce; dini, insan kaynaklı bir olgu olarak görmektedir. İnsanın kendisine yabancılaşarak zatında bulunan iyilikleri Tanrı’ya yansıtıp, onu mükemmel bir forma büründürerek sonra da ona tapma şeklinde bir süreç işlediğini öne sürmektedir. Materyalistler, ilkel insanın doğa olayları karşısında duyduğu korku ve çaresizliğin de Tanrı ve din olgusunun oluşmasında önemli bir rol oynadığını iddia etmektedirler. Yine aynı çevreler, totemizm kaynaklı yahut daha sonraki tek Tanrıcı dinlerin toplumsal işlevini göz önünde bulundurarak, dinin egemenlerin iktidar arzularının bir aracı olarak üretildiğini de ileri sürmüşlerdir. Bu bakış açısına göre, pozitivistlerin formüle ettiği gibi insan aklı olgunlaşıp kendine bilimsel metodu kılavuz edindiğinde dinler, tarihi bir olgu olarak rafa kaldırılacaktır.
Aklı ve fıtratı esas alan çoğunluk görüşü ise dinin kaynağının Allah olduğunu söylemektedir. İnsanın birtakım psikolojik ya da toplumsal ihtiyaçlarıyla dinin-vahyin öğretilerinin örtüşmesi aslında bu inancı zayıflatan değil destekleyen unsurlardır.
Dinin tanımlanma meselesi, dinin kaynağı nedir sorusuna verilecek cevapla da doğrudan ilintilidir. Bu bağlamda, özcü ve işlevselci yaklaşım şeklinde sosyolojide ortaya çıkan anlayışlardan özcü yaklaşım, dinin anlamı ve insanın psikolojik arayışlarına odaklanırken; işlevsel yaklaşım ise, dinin sosyal hayattaki fonksiyonlarına göre dini tanımlama yoluna gitmiştir. İlki, dini daha çok aşkınlıkla ve kutsala ait bir alanla ilişkilendirip kişiselleştirirken; ikinci anlayış, toplumsal kurallar bağlamında onu kamulaştırmaktadır. Bu iki anlayışın iç içeliği göz önünde bulundurulduğunda ikisini birleştiren çok sayıda farklı anlayışın da bulunması gayet doğal karşılanmalıdır.
Din kelimesi, Arapça’da şu anlamlara gelmektedir:
1. Ceza (karşılık), mükâfat, hüküm, hesap
2. Üstün gelme, hâkimiyet, zelil kılma, zorlama
3. İtaat, teslimiyet, hizmet, ibadet
4. Adet, yol, kanun, şeriat, millet, mezhep
“Her dinî kültürün din kavramını ifade etmede kelimelere ait anlamların ortak noktasının “yol, inanç, âdet, bağ, kulluk” olduğu söylenebilir.”
“Tehânevî tarifi : “Din, akıl sahiplerini kendi iradeleriyle şimdiki halde (dünyada) salâha, gelecekte (âhirette) felâha sevkeden, Allah tarafından konulmuş bir kanundur.”… TDV
Mevdudi din kavramını Kur’an’daki kullanımlarını inceleyerek dört ana esasa oturtur:
1.Hakimiyet ve egemenlik-uluhiyet.
2.Boyun eğme ve itaat-ubudiyyet
3.Uluhiyyet ubudiyyet ilişkisini düzenleyen nizam-sistem
4.Boyun eğilen ilah ve onun nizamına itaat ya da isyanın karşılığı olan, mükafat ya da azap. Diğer bir deyişle hesap.
Kur’an, Allah katında geçerli dinin İslam olduğunu belirtmekle birlikte yukarıda zikredilen bütüncül, kamil bir din anlayışına sahip olmayan inanış biçimlerini de din şeklinde değerlendirmeye tabi tutmuştur. Bu açıdan bakıldığında tevhid inancının da bir gereği olarak tek hak din İslam olarak nitelendirilirken diğer tüm dinler batıl kategorisine sokulmuştur. Din olgusu, Hz. Adem’le başlayan insanlık hikayesine paralel bir seyirde takip etmiştir. Mevdudi’nin çerçevesini çizdiği dinin anlam haritası, nefsi haz ve arzularının peşinde koşan insanlar tarafından zamanla ihlal edilmiştir. Bu sapma kimi zaman inanca taalluk eden uluhiyet anlayışında, kimi zaman ibadet ve kulluk ile ilgili kısımda bazen de dinin ortaya koyduğu toplumsal sistem ile ilgili alanlarda tezahür etmiştir. Hak çizgiden sapan grupların kendi konumlarını meşru bir zemine dayandırmak adına ürettikleri argümanlar ve pratikler zamanla yeni din anlayışlarının doğmasına sebep olmuştur. Bu yeni anlayışların bir kısmı, eski dinden bir sapma olsa da yine de onun içinde bir fırka olarak değerlendirilirken bir kısmı ise artık tamamen inkarcı ya da sapkın müstakil yeni bir din olarak tanımlanmıştır. Bu olguyu Yahudilik, Hristiyanlık ve İslamiyet dininin tarihi süreçlerinde açık bir şekilde gözlemlemek mümkündür.
Modernleşmeyle birlikte dine ve ondan kaynaklandığı varsayılan kurumlara karşı negatif yönde büyük bir değişim yaşanmıştır. Özellikle Batı dünyasında kiliseye karşı oluşan öfke patlaması, Tanrı ve dine karşı topyekün bir başkaldırıya ve yok saymaya doğru evrilmiştir. Batı modernleşmesinin ardından gelen sekülerleşme dalgası, dini inanç ve kurumları zayıflattığında bundan doğan boşluğun yeni motivasyon kaynakları ile doldurulması gerekmiştir. Ulus devlet inşasında bayrak, istiklal marşı, toprak, devlet, yeni kurulan devletin kurgusal kuruluş hikayesi, milli törenler ve vatandaşlık gibi çok sayıda unsur; kimi yerde eski dini anlayışlarla sentezlenerek, bazen manevi bir milliyetçilikle harmanlanarak, kimi yerlerde ise profan bir kutsallık halesi inşa edilerek kitlelerin manevi tatmini ve toplumsal birliği açısından işlevsel hale getirilmiştir.
Modernizmin din yerine ikame etmeye çalıştığı unsurlardan biri de ideolojiler olmuştur. Liberalizm, sosyalizm, muhafazakarlık ve faşizm gibi ideolojilerle kitleler düşünsel ve eylemsel olarak mobilize edilmiş ve büyük hayaller peşinden sürüklenmişlerdir. Ancak, geniş halk yığınlarındaki manevi boşluk bir türlü doldurulamamıştır. Aydınlanmacı, pozitivist Batı aklının bir sonucu olarak ortaya çıkan iki büyük dünya savaşı, modernitenin kitlelere sunduğu parlak gelecek hayalini karamsar bir tabloya çevirmiştir.
Oluşan bu karamsar tabloyu renklendirmek, modernizmin ve ideolojilerin katı yapısını yumuşatmak gereği duyulduğunda, postmodern düşünürler devreye girmiştir. Zaten sekülerleşme ile bireycilik olgusu büyük yaygınlık kazanmıştı, postmodernite bu duruma farklılığı ve çoğulculuğu da ekleyerek değişim arzusunu derinleştirip genişletti. Küreselleşmenin getirdiği iletişim imkanları, farklı din ve kültür mensuplarının birbirinden daha fazla haberdar olmasını sağlayarak yeni eklektik dini grupların türemesini kolaylaştırdı.
Geleneksel dinlerin yeni sorunlara cevap veremediğini düşünen ve modernizmin maneviyattan yoksun katı dayatmalarından rahatsız olan olan çevrelerin “Yeni Dini Hareketler” (YDH) denilen akımı başlattıkları ifade edilmektedir. 1950’lerde başlayıp 1960 ve 1970’lerde yaygınlık kazandığı ifade edilen bu hareketleri, “Yehova Şahitleri” gibi tarikatların ortaya çıktığı on dokuzuncu yüzyıla kadar götürenler de vardır. Hedef kitlesi çoğunlukla gençler olduğu için “Gençlik Hareketleri” ya da kıyamet öncesi kendilerine biçilen rol ve kurtarıcı misyonlarına vurgu yapmak için “Kıyamet Tarikatları”, “Kurtuluş Hareketleri” ismi de verilen bu akımlar “Yeni Çağ Dinleri” adıyla da anılmaktadır. Avrupa ve Kuzey Amerika’da yaygınlık kazanan bu hareketlerin çoğu kurucu liderinin ve düşünsel kaynaklarının Asya ve Afrika kökenli olduğu söylenmektedir.
Çağın ürettiği ekonomik, sosyokültürel ve psikolojik sorunlar karşısında, modern bireyin yalnız ve çaresiz konumunu istismar etmek isteyen çevreler içinden çıktığı toplumun kültür kodlarını da gözeterek binlerce yeni dinsel gruplar kurmuştur. Moon Tarikatı gibi Türkiye’ye de ulaşan bazılarıysa kendisine milyonlarca üye edinebilmiştir.
Kimi zaman karizmatik bir lider ve taraftarları yoluyla bazen de gevşek bir cemaatsel yapı ve pazarlama ağıyla bu tür akımlar, kişisel gelişim, falcılık, doğal taşlar, astroloji, tarot kartları, ruhi gelişim, yoga, meditasyon, sağlıklı yaşam, doğal yaşam, bütüncül maneviyat, benlik geliştirme vb. çok sayıda unsuru manevi bir havada, gizemli bir formla, önemli bir ticari boyuta da ulaşarak takdim ettiklerinde özellikle seküler çevrelerde ciddi bir talep oluşturmaktadırlar.
Sekülerleşen büyük kitleleri en çok etkisi altına alan akımlardan biri de yeni paganist eğilimler olmuştur. Çok tanrıcı ilkel paganizmin doğadan ürettiği putlarla kıyaslandığında modern seküler insanın put çeşitliliği çok daha geniş gözükmektedir. Postmodernitenin ürettiği kaygısız, kayıtsız, akışkan kimliğe sahip özgürlük ötesi bireyi, hız ve haz çağında anlık putlar üretmektedir. Ancak bu süreçte karmaşık bir tablo ortaya çıktığı da açıktır. Evrimci, ilerlemeci olan bu anlayış bir yandan bilimkurgu kıvamında bir gelecek ve gelişmişlik öngörürken -ve bunun doğrusal ilerlemeci anlayışın tabii bir sonucu olduğunu varsaydığı halde- aynı anda ilkel paganizmin ritüellerini tekrarlayarak aslında vahiyden yoksun bir aklın içine düşeceği çelişkili durumu sergilemektedir.
Bu çelişki Türkiye sekülerlerinde çok daha iyi gözlemlenebilmektedir. Özellikle, Kemalist çevreler sürekli olarak; bilimsel düşünce, aklın merkezi rolü, geleneğin-dinin köleleştirici prangasından kurtulmanın gerekliliği, insanın yüceltilmesi gibi söylemleri dillerinden düşürmedikleri halde paganizmin belirtilerinden olan atalar dinini ve “değiştirilemez insan görüşlerini” savunarak aklın ilkelerini, putlaştırdıkları kişi ve kurumlar adına tuhaf ritüeller ve gülünç hurafeler uydurarak bilimsel metodu, yeri geldiğinde ağacı ya da köpeği insandan değerli tutarak insanın yüceliğini yok sayıp ilkel paganizmle bütünleşmektedir. Bu bağlamda sekülerlerin eğlence, sanat, spor alanında ürettikleri çılgınca sayılabilecek inovatif katkıları! paganizm adına yeni gelişmeler olarak değerlendirmek de mümkündür.
Aslında akademik literatürün dışından bir gözle baktığımızda, yeni dini hareketler dendiğinde karşımıza çıkan en belirgin fenomenler, teknoloji temelli akımlar ve füturistik hareketler olsa gerektir. Pozitivist akıl bilimi putlaştırmıştı ancak bunun dinsel bir motivasyon kaynağına dönüşmesi sınırlı bir çevrede kalmıştı. Günümüzde ise teknoloji, felsefe ve bilimi alt başlıklara dönüştürerek seçkinci bir azınlığın putu olmanın ötesinde kitlelerin de vazgeçemediği en yaygın bir dinsel forma evrilmiş durumdadır.
Dijitalizm, teknoloji temelli yeni dini hareketlerin yatağına dönüşmüştür. Sosyal medya bir iletişim aracı olmanın çok ötesinde işlevler görmektedir. Netflix tarzı platformlar, üç boyutlu oyun ağları yalnız gençleri değil her yaştan insanı modernlik ötesi karmaşık hayat tarzlarının müridi haline getirmiştir. Her yaş grubuna ve herkesin meşrebine göre farklı seçenekler sunan internetin sonsuzluğu çağrıştıran, zaman ve mekanı sıfırlayan doğası aynı zamanda tüm insanlığı kendiliğinden bir teknotapınma seanslarına mecbur kılmaktadır. Metaverse hayalleri kısmen bile gerçekliğe dönüşse sayısız yeni dini akımların ocağı haline gelecektir. Tüm bu gelişmeler din dışı seküler birer olgu gibi gözükse de en başta yapılan din tanımlarıyla bir şekilde örtüştükleri aşikardır. Birçok düşünürün ifade ettiği gibi günümüzde dinler sekülerleşirken sekülerliğin de dini bir hüviyete büründüğü ortadadır.
Geleceğin ana akım yeni dini hareketlerinden olmaya aday iki süreçten bahsetmek mümkündür: Bunlar Transhümanizm ve Posthümanizm akımlarıdır. İkisinin de tekamüle ermiş bir tarihsel süreci tükettiği söylenemez. Taraftarları seküler ve büyük oranda materyalist eğilimli kişilerden oluşsa da, iki akımın da dinin temel argümanlarıyla örtüşen çok sayıda hedef ve söylemi bulunmaktadır. Batı, kapitalizm ötesi sekülerizm ötesi, post-truth çağı tartışmalarını yaparken bu sürecin aktörü olabilecek akımlar da belirmeye başlamış bulunmaktadır. Bu bağlamda Posthümanizm akımının Transhümanizm karşısında, Sosyalizmin Liberal Kapitalizm karşısında oynadığı role benzer bir ödevle görevlendirildiği gözlemlenmektedir.
Tüm bu gelişmeler yaşanırken diğer yanda da fıtrata dönüşü haykıran tüm insanlığı vicdanın sesini dinlemeye davet eden gelişmeler de olmaktadır. Vahy, akıl, fıtrat, tevhid, adalet ve kardeşlik temelli bir yenilenmenin ve gelecek kurgusunun da mümkün olduğunu bize hatırlatan Aksa Tufanı, yeni dini hareketlerin yönünü fıtrata döndürmeye kadir olabilecek midir göreceğiz…