Gazze Ablukası Ne Zaman ve Neden Başladı?

Bu eser, Filistin halkının yanında sadece hamasi duygularla değil, yapılan haksızlığı bilerek durmamızı sağlayacaktır. Bunun bir adım ötesi de bugünlerde elimiz yüreğimizde takip ettiğimiz Gazze Sumud Filosu gibi harekete geçmemize imkân sağlayacaktır.

Elif ATABAŞ

Yazar, https://balkandays.blogspot.com/

“İsrail Devleti, Holokost’un bir kefaleti olacak”, “Hıristiyanların günahının cezasını Müslümanlar çekecek”, “Batı’nın suçlu vicdanını bastırmak için emperyalizmin sunağında Ortadoğu kurban edilecekti”[1]

1800’lü yıllar boyunca Rus İmparatorluğu ile İngiltere arasında devam eden “Büyük Oyun”un son bulması ve 1916 yılı itibariyle Lloyd George’un İngiltere’nin başbakanı olmasıyla Ortadoğu’da artık yeni bir döneme girildi. Protestan olan Lloyd George, Yahudiler Filistin topraklarına dönerlerse Mesih’in yeryüzüne ineceğine inanıyor ve bunu gerçekleştiren kişi olmak istiyordu. Hıristiyan Siyonist olarak adlandırılan bu gruplar, bireysel ve devlet düzeyinde idealleri uğruna çalışırken, diğer yanda dindar Yahudiler bir gün kutsal topraklara dönme fikrini hep canlı tutmaktaydı. Ancak onlara göre Siyon’a kurtarıcı gelmeden dönmek yasaktı.

Bu şartlar altında, kutsal topraklara dönme fikrinin nereden ortaya çıktığını incelediğimizde karşımıza 19.yüzyıl Avrupa’sında gelişen milliyetçilik fikri çıkmaktadır. Milliyetçiliğin devamında gelişen ulus-devlet ve vatandaşlık anlayışı ile her ulusun bir devleti olmalıydı. Siyonizm fikri her ne kadar kendisinden çıkmamış olsa da, o dönemde Theodor Herzl (1860-1904), mevcut ideolojik unsurları uluslararası bir harekete dönüştürmeyi başardı. Asimile olmuş ve ateist bir kimlik ile siyasal Siyonizm’in ideolojik temelini oluşturan “Der Judenstaat” (Yahudi Devleti) kitabını 1896’da kaleme aldı. Ona göre, Yahudiler milli kültürlerini özgürce ifade edecek siyasal bir devletten yoksun bir milletti. Avrupa’da devam eden antisemitizmin tek çözümü de bu doğrultuda kurulacak olan bir Yahudi devleti olacaktı.

1907 tarihine gelindiğinde “Büyük Oyun” sona erdi ve artık Osmanlı toprakları paylaşılabilirdi. İngiltere, Fransa ve Rusya çoktan planlarına başlamıştı. Ancak, 1917’de başlayan Bolşevik İhtilali ile Rusya sahneden çekilmek zorunda kaldı. Savaş devam ederken yapılan Sykes-Picot Anlaşması’yla da İngiltere ve Fransa, Osmanlı topraklarını önceden paylaşmışlar ve oluşabilecek anlaşmazlıkları bu şekilde önlemeyi planlamışlardı.

İngiltere Dışişleri Bakanı Arthur Balfour, 2 Kasım 1917’de İngiliz Siyonist Lord Rotschild’e bir mektup yazarak aşağıdaki mektubu kabilenin onayladığını bildirdi. Çelişkilerle dolu bu mektup, Yahudilere milli bir vatan sözü verirken, Filistin halkının adı bile geçmemekteydi:

    “Krallık Hükümeti, Filistin’de Yahudi halkı için bir milli yurt kurulmasını uygun karşılamaktadır ve bu hedefi gerçekleştirilmesini kolaylaştırmak için elinden geleni yapacaktır; ayrıca, Filistin’deki Yahudi olmayan toplumların sivil ve dini haklarına ya da başka ülkelerde yaşayan Yahudilerin hak ve siyasal statülerine zarar verecek herhangi bir uygulamaya gidilmeyeceği kabul edilmektedir.”

1920 yılında yapılan San Remo Konferansı ile, Filistin’de 1917’de başlayan İngiliz manda dönemi resmiyet kazanmıştır. 1936 yılında Arap liderler bir araya gelerek Yahudilere karşı Arap Yüksek Komitesini kurmuş; ardından başlattıkları genel grev, halk ayaklanmasına dönüşmüştür.

Batı dünyası, Filistin’de Yahudi olmayan bir halkın da var olduğundan ancak 1936-1939 Arap İsyanları ile haberdar olmuş; “topraksız bir halka, halksız bir toprak” mitinin de asılsız olduğu ortaya çıkmıştır.[2] Bu dönemi ve Filistin halkının mücadelesini ayrıntılı olarak okumak isteyenlere Peren Birsaygılı Mut Hoca’nın “İzzettin El Kassam” kitabını tavsiye ederim.

            II. Dünya Savaşı’nın ekonomik yüküne ve Yahudi çetelerinin yoğun zararlarına daha fazla dayanamayan İngiltere, Filistin Mandası’nı 1947 yılında Birleşmiş Milletlere havale etmiştir. 29 Kasım 1947 tarihli BM Taksim Planı ile Filistin topraklarının %56’lık, en verimli bölümü Yahudilere; kalan kurak kısım ile Filistin halkına verilmiştir. O dönemde Filistin’de sadece %31’lik bir nüfusa sahip olan Yahudilere %56’lık bir toprak verilmesini, Filistin halkı ve Arap ülkeleri kabul etmemiştir. 14 Mayıs 1948’de, Filistin topraklarından İngiliz Mandası’nın çekildiği gün Ben-Gurion, sözde İsrail’in bağımsızlığını ilan etmiştir.

“Gazze’nin caddelerinde yürüdüm, gözü kör eden güneş ışığıyla dolu caddelerde. Bana, Nadya’nın bacağını, kardeşlerini— artık evlerini de etkileyen —bombalardan ve ateşlerden korumak için kendini onların üstüne attığında kaybettiğini anlattılar. Nadya kendini kurtarabilirdi, kaçabilirdi, bacağını kurtarabilirdi. Ama yapmadı. Neden?

Hayır, arkadaşım, Sacramento’ya gelmeyeceğim ve pişmanlığım yok. Hayır, çocukluğumuzda başladığımız şeyi de bitirmeyeceğim. Gazze’den giderken içindeki o silik duygu, o küçük duygu büyümeli ve içinde dev bir derinliğe ulaşmalı. O büyümeli, kendini bulmak için onu aramalısın —burada, yenilginin çirkin enkazında.

Yanına gelmeyeceğim. Ama sen, bize geri dön! Nadya’nın kopmuş bacağından, hayatın ne olduğunu ve var olmanın neye değdiğini öğrenmek için dön.

Geri dön, dostum! Hepimiz seni bekliyoruz.”[3]

Göz göre göre Filistin topraklarından ayrı düşürülmeye çalışılan Gazze’nin hikayesine, Gazze’den neden gidilmeyeceğini anlatan Gassan Kanafani’nin satırları ile başlamak; özellikle 7 Ekim 2023’ten beri mücadeleye devam eden Gazze halkını biraz olsun anlayabilmek adına önemli olabilir diye düşünüyorum. Bu derin anlamı okuyacağınız Tünel- Gazze’de Yaşamak kitabında, Mehmet Akif Ersoy Bey’in yaptığı tashihle devam etmek isterim. Herhangi bir sebeple internete yazdığınız İsrail-Filistin minvalindeki cümlelerde karşınıza çıkan ilk ifadenin “Filistin-İsrail Çatışması” olmasına yönelik bir düzeltme bu. Çünkü işin aslı “Filistin-İsrail Çatışması” değil; İsrail’in, Filistin topraklarını acımasızca işgal etmesi, Filistin halkını katletmesi ve abluka altına almasıdır.

Gazze’nin abluka süreci ise 1967’lerde başlar. 1967 yılında gerçekleşen Altı Gün Savaşı sonunda Gazze Şeridi, Mısır’dan alınarak İsrail tarafından işgal edilir. Lakin seneler içinde ne yaparsa yapsın, Gazze halkının nüfusunun artmasına engel olamayan İsrail, demografik nedenlerle 2005 yılında Gazze’den çekilmeye karar verir. Fakat bunu yaparken tüm yerleşim yerlerini boşaltır ve evleri de yerle bir eder. Bu çekilmeden sonra, Filistin’de 2005 yılında devlet başkanlığı seçimleri, 2006 yılında ise milletvekilliği seçimleri yapılır. Hamas, devlet başkanlığına katılmaz; ancak milletvekilliği seçimlerine girerek parlamentoda çoğunluğu kazanır ve 132 sandalyeli Filistin Meclisi’nde 76 sandalyenin sahibi olur. Fetih Hareketi ise ikinci sırada yer alır.

Devlet başkanlığına ise Mahmud Abbas getirilir. İsrail ve Batılı devletler, seçimle işbaşına gelen Hamas hükümetini tanımamış ve Hamas’ı bir politik aktör olarak muhatap almamışlardır. Seçimlerden sonra Gazze’ye yönelik baskıları artıran İsrail; ilaç, gıda, akaryakıt ve her türlü yardımın girişine engel olmuştur. Halkın hür iradesiyle başa gelen Hamas, tamamen yönetimden dışlanmıştır. ABD ve Avrupa Birliği başta olmak üzere, uluslararası toplumun büyük bölümü Hamas’la iş birliği yapmayı reddeder.

Bu durum, Filistinli gruplar arasında şiddetli gerginliklere ve çatışmalara yol açar. Sonuçta, Devlet Başkanı Abbas’ın liderliğindeki El-Fetih Batı Şeria’nın yönetimini alırken, Hamas ise Gazze’de ayrı bir hükümet oluşturur. Bu olaydan sonra da İsrail’in havadan, karadan ve denizden Gazze ablukası başlamış olur.

7 Ekim 2023’ten bugüne yaşananları derli toplu bir kaynaktan okumak isterseniz, Zahide Tuba Kor Hoca’nın Gazze kitabını okumalısınız. Bu kitapta, Gazze halkının 7 Ekim’den önce zaten çoktan ölüme terkedildiğini ve Hamas’ın bu son hamlesinin, aslında tünelden önceki son çıkış olduğunu; tarihi arka planı ve kaynaklarıyla sunulan metinlerden okuyacaksınız. Bu eser, Filistin halkının yanında sadece hamasi duygularla değil, yapılan haksızlığı bilerek durmamızı sağlayacaktır. Bunun bir adım ötesi de bugünlerde elimiz yüreğimizde takip ettiğimiz Gazze Sumud Filosu gibi harekete geçmemize imkân sağlayacaktır. Tıpkı Nurettin Topçu’nun “İsyan Ahlakı” nda kastettiği gibi bir harekete geçiş olacaktır bu.[4]

Gazze özel sayısı olarak basılan İnsicam Dergisi’nin bu sayısındaki yazımı, dünyanın gözü önünde yaşanan soykırım karşısında Gazze halkının neden hicret etmediği sorusuna, Tuba Hoca’nın kitabında verdiği cevapla bitirmek istiyorum: [5]

  1. Kur’an’ı, İslam tarihini ve hadisleri kapsamlı olarak bilen Gazzelilerin, Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in hicretinden haberleri olmaması mümkün değildir.

1948’de anahtarlarını alıp, “Tanturalı Kadın” kitabında bahsedildiği gibi yağ tenekelerini yukarı bir yere kaldırarak, az bir zaman sonra evlerine geri dönmek amacıyla çıkan Filistinlilerin mülklerini işgalci yerleşimciler yerle bir etmiş ve kendileri yerleşmiştir. Bugün aynı şeyi yaparlar ve giderlerse, İsrail Mescid-i Aksa dahil her yeri yıkacak ve kendi eserlerini inşa edecektir.[6]

  • 1948 yılında mülteci konumuna düşen birçok Filistinli, sığındığı Lübnan, Suriye ve Ürdün topraklarında örgütlendiler ve siyasi birimlerini kurdular. İsrail ise bunları ortadan kaldırmak adına Lübnan, Suriye ve Ürdün’ü de düşman ilan etti ve o topraklarda sivil halkları hedef alan saldırılarda bulundu. Böylelikle Filistinlileri, bulundukları ülkelerin halklarıyla karşı karşıya getirdi.

“Hangi hükümet kendi topraklarında güçlü bir milis gücü ister?” 1970’te Ürdün’de yaşanan “Kara Cuma” olayları buna örnektir. Filistin halkı, toprakları dışında verdikleri mücadelelerde de çok sıkıntı çekmiştir.

  •  Direnişe sanatıyla katılan birçok sanatçı da bulundukları ülkelerde suikasta kurban gitmiştir. Naci el-Ali ve yazımızda alıntı yaptığımız Gassan Kanafani, bu cinayetlerin acı örneklerindendir.
  • Sonuç olarak, Gazzeliye ne vatanında ne de dışarıda güçlenme ve ülkesine sahip çıkma fırsatı verilmektedir. Müslüman ülkelerin bu konudaki destekleri de malumunuzdur.

“Gazzeliler, ‘hicret’te aşağılanarak yaşamaktansa, vatan toprağında şerefiyle ölmeyi tercih eder.”  

Mü’min Süresi, 28. ayet: “Firavun hanedanından olup o zamana kadar iman ettiğini saklayan biri çıkıp şöyle hitap etti: “Ne o, siz bir insan “Rabbim Allah’tır” dedi diye kalkıp onu öldürecek misiniz?…”

KAYNAKÇA:


[1] Piers Brendon’ın Decline and Fall of the British Empire 1781-1997, s.479.

[2] https://insicam.net/2025/06/04/israil-hakkinda-on-mit/

[3] Gazze’den Mektup- Gassan Kanafani- Çeviri: Burak Demiryakan

[4] Sumud ne demektir: https://insicam.net/2024/10/05/sumudun-tezahuru/

[5] syf. 159-163

[6] https://balkandays.blogspot.com/2023/01/filistin-tantura.html