Soykırımı Destekleyen İdeolojilere Acil Boykot Çağrısı!

Geçmişten bu yana Mısır, Lübnan, Cezayir, Suudi Arabistan, Malezya, Özbekistan, Pakistan, Bosna Hersek vb. gibi farklı İslâm coğrafyalarında birçok İslâmî hareket ortaya çıktı. Özellikle Mısır’da doğan Müslüman Kardeşler Teşkilatı’nın kuruluşunun İslâm dünyasına etkisi çok güçlü olmuş ve farklı karakterlerde birçok İslâm’i harekete zemin hazırlamıştır.

Nihal PAKIRDAŞI

 “Ne çok acı var”

Cahit Zarifoğlu

Filistin’in güneybatısında bulunan Gazze şehri, 7 Ekim 2023 tarihinden itibaren İsrail başbakanı Binyamin Netanyahu önderliğinde yirmi beş gündür soykırıma tabi tutuluyor.

21. yüzyılın ilk çeyreğini süregeldiğimiz bu zaman diliminde “soykırım” tabirinin literatürden kaldırılmasına izin vermeyen İsrail’e başta Amerika olmak üzere İngiltere, Almanya, Fransa, İtalya, Hollanda, Kanada vb. birçok Avrupa ülkesi hiç zaman kaybetmeden bağlılıklarını sunarak destek oldu.

Hiçbir savaş ahlâkının gözetilmediği sivillerin, hastanelerin, kampların dahi fosfor bombalarıyla vurulduğu bu süreçte; İsrail’in en büyük müttefiki olan ABD’nin Beyaz Saray Sözcüsü John Kirby, “Savaş bu kanlıdır, çirkindir; masum siviller zarar görecek” ifadelerini kullanarak atalarının mirasına büyük bir bağlılıkla sahip çıktığını ispat ederken; geleceğe kötü, kanlı, yıkıcı ve yüz kızartıcı bir tarih bıraktı.

Yazıyı kaleme aldığım saatte dahi, mevcudiyetlerini korumak ve devam ettirmek maksadıyla Gazze’ye uyguladıkları bu soykırım yöntemi bizlere; geçmişten bugüne Amerika’nın, siyonist İsrail’in ve Batı’nın sömürü ve soykırım üzerine bina ettikleri yönetim politikalarından zerre miskal şaşmadıklarını göstermektedir.

Nicelikte büyük nitelikte küçük olan bu güçlü (!) devletlerin bizleri şaşırtmadıkları bir başka konu ise en akut zamanlarında okyanusları aşarak bir araya gelebilmeleri. Kendileri açısından çok önemli ve başarılı bir meziyet kabul edilebilecek bu birlik hali, takdire şayan bir dayanışma örneğidir! dersek abartmış olmayız sanırım. Aynı zamanda, 12 Ekim’de İsrail’i ziyaret eden ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken’in, “Bir Yahudi olarak da buradayım” İfadesi, Netanyahu’nun kutsal kitaplarına işaret ederek “Amalek’in sana yaptıklarını hatırlamalısın” vurgusu; diğer yandan ABD’nin Temsilciler Meclisi Cumhuriyetçi Başkanı Mike Johnson’ın, “Hristiyanlar olarak İncil’in İsrail’in yanında durmamız gerektiğini çok açık bir şekilde öğrettiğine inanıyoruz” çıkışı bu dayanışmanın din merkezli olduğunun da net bir göstergesidir. Bu kutsal birlikteliği sadece bu yüzyılın seküler dayanışması olarak görenlerin yanıldığı nokta ise bu güç ittifakının sanılanın aksine 3000 yıllık bir mirasın getirisi olmasıdır. Ve bu mirasın yekûnunun sadece Filistin değil Arz-ı Mev’ûd olarak adlandırılan Türkiye’nin de topraklarının içinde bulunduğu bölgeye yayılmasıdır.

21. yüzyıl sürecinde tüm müslüman âlemi “küfrün tek millet olma halini” tekrar deneyimlerken; ne yazık ki Filistin’in yanı başında bulunan birkaç müslüman devletin siyasi yaptırımları, sert söylemleri dışında çoğu İslâm ülkeleri haçlı-siyonist ittifakın gerçekleştirdiği bu soykırıma ancak “kınıyoruz” mesajını göndermeyi uygun gördüler, hem de bombalar Gazze’nin üzerine yağmur gibi yağıp, taş taş üstünde bırakmazken. Evlatlar şehit olan annelerini saçlarından tanıyıp; babalar evlatlarının parçalanmış cesetlerini torbalarda taşırken. Küçük kıyamet Gazze’de koparken. Allah’ın, Kur’an-ı Kerim’inde, münafıkların Allah’tan ziyade mücahit ve müstakim olan mü’minler’den korktuklarını ve “Onlar (Yahudi’lerle münafıklar) toplu bir halde size karşı savaşamazlar; ancak tahkim edilmiş yerlerde, yahud duvarlar (siperler) arkasından savaşırlar. Aralarında çarpışmaları ise şiddetlidir. (Ey Rasûlüm), sen onları toplu sanırsın, halbuki kalbleri dağınıktır; bu, onların akılları ermez bir kavim olmalarındandır” ayetlerini bu azgın topluluklarla karşı 1442 sene önce Müslümanlara göndermişken; bizler, Yahudi inancını belleyip, zulme karşı kendimizi geride tutarak Allah’ı ve peygamberini savaşa yollarken; karşı taraf düşmanlarının aleyhine birleşip Haçlı ittifakını kurarken, ne zaman ve nasıl bu akıl tutulmalarına düçar olduk?

Osmanlı Devleti’nin uluslararası siyasetten çekilmeye başlamasıyla beraber Ortadoğu’da yeni bir siyasi düzen kuruldu. Fransız ihtilali ile yayılan milliyetçilik fikri Osmanlı Devleti’nin içindeki etnik grupların bağımsızlık taleplerinde bulunmasında etkili oldu ve durum Osmanlı’nın dağılma tehlikesi ile karşı karşıya kalmasını sağladı. Bu süreç, öncelikle Batıcılık ve Osmanlıcılık akımlarını ortaya çıkardı. 19. yüzyıl Osmanlı Devleti’nde İslâm dünyasının niçin geri kaldığına yönelik daha kavramsal bir temelde yürütülen tartışmaların ortaya çıkardığı İslamcılık düşüncesi, küresel siyasetin de etkisiyle daha aksiyoner bir kimliğe büründü. Hindistan, Mısır ve Türkiye başta olmak üzere siyasal ideoloji bağlamında ele alınan İslâmcılık; tarih boyunca engellemelere, kırılmalara maruz kalmış olsa da varlığını günümüze kadar devam ettirmeyi başardı. Geçmişten bu yana Mısır, Lübnan, Cezayir, Suudi Arabistan, Malezya, Özbekistan, Pakistan, Bosna Hersek vb. gibi farklı İslâm coğrafyalarında birçok İslâmî hareket ortaya çıktı. Özellikle Mısır’da doğan Müslüman Kardeşler Teşkilatı’nın kuruluşunun İslâm dünyasına etkisi çok güçlü olmuş ve farklı karakterlerde birçok İslâm’i harekete zemin hazırlamıştır. Ez cümle, Osmanlı Devleti’nin Ortadoğu’da gücünün azalmasıyla birlikte kurulan yeni siyasi düzenler birçok İslâmî hareketi ortaya çıkardı.  Bölgenin toplumsal ve siyasal bileşeninde önem kazanan bu hareketlerin salt amacı gerek düşünce gerekse eylem bazında İslâm dünyasının çıkmazlarına çare üretmekti. Yine bu satırları yazdığım dakikalarda, İsrail Gazze’yi fosfor bombalarıyla ateş altında tutarken literatür anlamında sözü çok fazla uzatmadan, yormadan bir an önce sadede gelme taraftarıyım.  O zaman hiç vakit kaybetmeden iğneyi kendimize, çuvaldızı ele batıran sorumuzu çekinmeden kendimize yöneltelim: “Tarihin seyri içerisinde, İslâmî hareket ve ideolojilerin takipçileri, gözlerinin önünde din kardeşleri zulme uğrarken, kendilerini harekete geçirecek bir bilince ve aksiyona neden sahip ol(a)madılar, olamıyorlar?”

İslâm aleminin bu akut soru(n)larına karşı, “Bilimde çok ileriler, onlar muasır medeniyet, müslüman ülkelerin çoğu idarecileri kendi adamları, geçmişten bugüne özellikle zamanımızda geliştirdikleri teknolojiler sayesinde algı yönetimlerini çok iyi kullanıyorlar, zenginler vb.”  Batı ve avanesine hasredilerek verilen cevaplar hepimizin cebinde atıştırmalık leblebiler olarak duruyor. Peki, bizler bu cevapların Müslümanca bilgisinin kutsal kitabımız Kur’an-ı Kerim ve Peygamber (s.a.v)’in sünnetinde, uygulamalarının ise Asr-ı Saadet’ten başlayarak tüm İslâm devletlerinde yaşandığını biliyorken şu anki İslâm aleminin hal-i pür melalini ne ile izah edebiliriz? 

Geçen 200 yıl içinde İslâm alemi kendine ait yol işaretlerini takip etmenin aksine Batı’nın tabelalarını takip ederek yolunu kaybetti. Batı, kendi çıkarlarına hizmet etmek amacıyla ortaya çıkardığı birçok yol işaretlerini (ideoloji), ötekileştirdikleri toplumlara altın tepsi içinde sundu. Bu ideolojiler, Cemil Meriç’in de söyleminde işaret ettiği gibi “izm’ler (ideolojiler) idrakimize giydirilmiş deli gömlekleriydi” ve doğal olarak İslâm aleminin aklının ve ruhunun kangrenleşmesine sebep oldu. Batı’dan ihraç ettiğimiz ideolojilerin içinde konumuzla birebir ilintili olan hümanizm, Batılıların savaş karşıtı söylemlerinin beslendiği kaynak durumundadır. Ne yazık ki İslâm alemi süreç içinde bilerek ya da bilmeyerek insan/insanlık bünyesine zararlı hümanizm sosunu büyük bir iştahla yedi, yedirdi. Yedikçe öğretilerimiz eylemsizleşmeye başladı; bizler eylemsizleştikçe ataletimiz arttı, ataletimiz arttıkça vücudumuz tutuldu, kemiklerimiz eridi, obezleştik, depresyona girdik ve sonunda iş göremez bir hale geldik.  İslam’ı, ideolojiler çerçevesinde yorumlayarak düşüncede, eylemde fastfood bir hayatı inşa ettik. Kısaca, zaman içinde hümanizm/hümanist hareket, müslüman düşüncenin aksiyon tarafını büyük ölçüde kısırlaştırmayı başardı. Nihayetinde savaşı yadsıyan hümanist bakış Doğu’nun elindeki silahlarını (silahlanmada çağa yetişememe) alarak toplumun savaşçı tarafını törpülerken, çocuklarını ise kendilerine açık hedef haline getirdi. Tarihin geldiği bu anda İsrail, Gazze’deki din kardeşlerimize bu vahşeti yaşatırken istesek de felce uğramış bedenimizi yerinden kaldıramadık. 21. yüzyılın şu dakikasında dahi İsrail’in Gazze’de dindaşlarımıza yaptığı bu soykırımı çoğu İslâm devletlerinin kınayarak geçiştirmesi bu durumun açık bir göstergesidir.  Oysa biz yüzyıllar boyu haksız bir cana kıymanın, -İsrailoğullarına inen ayet bağlamında- bütün insanları öldürmüş gibi olduğunu bilerek İslâm’ın adaletini yeryüzüne hâkim kılmaya çalışan eyleme dönük bir inancın müdavimleriydik. Ne yazık ki İsrail’in 1948’den beri Filistin halkı nezdinde yaşattıkları bizlere göstermiştir ki İsrail’in, Amerika’nın, Batı’nın ve takipçilerinin ötekileştirdikleri halklara pazarladıkları hümanizm/hümanist yaklaşım safsatası, özellikle müslüman soykırımlarını karşılık görmeden rahatça yapmak için uydurdukları bir kılıftır. Ayrıca İsrail’in, 7 Ekim’den bu yana gerek ticari gerek ideolojik gerekse teknolojik bakımdan bir ahtapot gibi sardığı dünyaya karşı hiçbir sorumluluk hissetmeden işledikleri tüm vahşi katliamları kendi siyonist inançlarından referans alarak ortaya koymaktadır. Kendini, tüm dünyanın hâkimi sanan Firavunlaşmış zihin yapısının giriştiği bu vahşetten ne hümanist bakış ne hukuk ne Birleşmiş Milletlerin Ateşkes Çağrısı geri döndürememektedir.

İslâm aleminin şerefini tek başlarına koruyan Gazze, açık bir mezarlığa dönüşmüşken, Müslümanlar ivedilikle tarih içindeki hatalarından ders alıp, kendilerine ait değerler ve kavramlar etrafında insanlık adına çözümler geliştirip, ortaya koymak zorundadır. Siyonist İsrail’in ne ahlâki ne de hukuki kuralı gözetmeyen sınırsız soykırımları karşısında vicdanı sızlayan dünya halkları dahi intifadaya kalkıyorken, Allah’ın izzetli kıldığı Peygamber (s.a.v)’in ümmetine bu zelil duruş hiç yakışmamaktadır. Son olarak kısa bir hatırlatma; Mescid-i Aksa tüm Müslümanların ilk kıblesidir. Tüm ümmetin sorumluluğunu ve izzetini üstlenip onurlu bir direniş gösteren Gazze ve Filistin halkına selam olsun. Mahcubiyetle…

Nihal PAKIRDAŞI

Küçük Bir Not

Burada şerh düşmek gerekir ki her daim güçlünün değil haklının yanında olmaya özen gösteren Osmanlı Devleti’nin mirascısı Türkiye Cumhuriyeti’nin Devlet Başkanı Recep Tayyip Erdoğan tüm insiyatifini kullanarak siyonist İsrail ve müttefikleri tarafından ortaya konan bu sınırsız zulme karşı tepkisini koymuştur.  Konuyla ilgili başta bölge ülkeler olmak üzere sağduyulu tüm devletlerden bu soykırıma karşı durmaları konusunda çağrılarda bulunmaktadır. Ayrıca, konu ile ilgili aktif bir diplomasi uygulayan Türkiye’nin, İsrail’le olan enerji anlaşmaları askıya alınmış, İsrail’in savaş suçlusu ilan edilmesi için girişimlerde bulunmaya başlanacağı ilan edilmiş ve İsrail zulmüne karşı somut adımlar atılmıştır, atılmaya devam edilmektedir. Türkiye Devleti çözümü ise başkenti Kudüs olan bağımsız Filistin Devleti’nin kuruluşunda olduğunu belirtmiştir.