Medine Belgesi, açıkça Yahudilerin Mekke müşriklerine veya onların iş birlikçilerine bir yardım yahut himaye hakkı vermelerini yasaklamıştır. Medine’ye bir düşman saldırısı halinde, buna karşı çıkmak üzere bir Müslüman-Yahudi ittifakı yapılacaktır. Şehrin savunulması için girişilecek savaşların masrafları, taraflarca karşılanacaktır. Fakat Medine dışında yapılacak bir savaşta hiçbir topluluk diğerine yardımda bulunma sorumluluğu taşımaz. Müslümanların çıktıkları savaşlara Yahudilerin katılması, Hz. Muhammed’in müsaade ve rıza göstermesine bağlanmıştır. Yahudiler, Müslümanlara düşman olan Mekkelilere bundan böyle eman hakkı tanımayacaklardır.
Rıza SAVAŞ
Prof. Dr., Dokuz Eylül Üni. İlahiyat Fak. Emekli Öğretim Üyesi

Gazze’de dünyanın gözü önünde büyük bir katliam ve soykırım yaşanıyor. Bu vahşete gösterilen tepkiler katil İsrail devletini bütün kanun, kural ve insanî değerleri çiğnemekten vazgeçiremiyor. Bu gündem dolayısıyla Müslümanlar için en güzel örneklerin kendisinde olduğu rahmeten lilalemin olan Hz. Muhammed’i (a.s.) ve onun Yahudilerle Medine’de nasıl başa çıktığını hatırladım. Bundan dolayı Hz. Peygamber’in Medine Yahudileriyle ilişkilerini çok özet bir şekilde kaleme aldım.
Gazze, Hz. Peygamber’le ilişkisi olan bir şehirdir. Hz. Peygamber ailesine ismini veren dedesi Hâşim’in kabri, Gazze’dedir. Kabileye adını veren Hâşim b. Abdimenâf’ın soyu, Fihr (Kureyş) b. Mâlik yoluyla Adnan’a ulaşır. Hâşim, Abdülmuttalib’in, onun oğlu Abdullah da Hz. Peygamber’in babasıdır (Muhammed b. Abdullah b. Abdülmuttalib b. Hâşim).
Hâşim, cömertliği ile şöhret bulmuştu. Kendisi büyük bir tacir olmuş, sık sık Filistin’e seyahat etmiştir. Hatta o, ticaret sebebiyle gittiği Gazze şehrinde yaklaşık miladi 524 yılında genç yaşta; 25 yaşında ölmüş ve burada toprağa verilmişti. Bu sebeple bu şehre Gazzetu Hâşim, yani Hâşim’in Gazze’si adı verilmiştir.[1]
Hz. Peygamber (a.s.) ilk vahyi aldıktan sonra yaklaşık 13 yıl putperest Mekkelilerle uğraştı. Kendisinin daha önceki peygamberler gibi bir Allah elçisi olduğunu ısrarla söylemeye devam etti. Kur’ân-ı Kerîm’in üçte ikisi Mekke’de nazil oldu ve bu ayetler, Mekkelilerin yanlış bir yolda oldukları, ilah olarak saygı gösterdikleri putların insanlara hiçbir fayda ve zarar vermeyecekleri bildirmiştir. Bununla birlikte vahiy, onların sosyal hayatlarındaki yanlışları dile getirdi, yaptıkları haksızlıkları, ahlaksızlıkları ve çirkinlikleri açıkladı. Mekkeliler, İslam’a ve Müslümanlara ciddi baskılar ve saldırılar yaptılar. Mekke’yi Müslümanlara dar ettiler ve yaşanmaz hale getirdiler. İlk vahiyden yaklaşık beş yıl sonra 100 kişiden fazla Müslüman Habeşistan’a göç etti.
“Onlar sırf “Rabbimiz Allah’tır” dediklerinden dolayı haksız yere yurtlarından çıkarılmış kimselerdir. Eğer Allah’ın, insanların bir kısmıyla diğer kısmını engellemesi olmasaydı, Allah’ın adının çokça anıldığı manastırlar, kiliseler, havralar ve mescidler yıkılır giderdi. Allah kendi dinine yardım edenlere muhakkak yardım edecektir. Kuşkusuz Allah güçlüdür, mutlak galiptir.”[2]
Bilindiği üzere 622 yılına gelindiğinde Mekkeli Müşrikler, Müslümanların ve Hz. Peygamber’in Mekke’de yaşama haklarını ellerinden aldılar ve onlar da Medine’ye hicret etmek zorunda kaldı.
Hicretten önce Yesrib’de Kurayza, Kaynukâ’ ve Nadîr kabilelerinden oluşan Yahudiler, Güney Arabistan kökenli Evs ve Hazrec Arap kabileleri bulunuyordu. Yesrib’de yaşayan bu farklı topluluklar, zaman zaman birbiriyle savaşmışlardır. Medine’de merkezî bir otorite yoktu, yönetimde, sosyal, kültürel ve ahlâkî alanlarda kabile gelenekleri hâkimdi. Kan davaları yaygındı. Arap ve Yahudi kabileleri birbirinden bağımsız bir şekilde ayrı ayrı mahallelerde yaşıyorlardı. Her topluluk, biri diğerinden birkaç kilometre uzaklıkta bir köy oluşturmuştu.
Hz. Peygamber Medine’de Yahudilerle anlaşmalar yapmış, onlarla barış içinde yaşamak istemişti. Hz. Peygamber, Müslümanları, gayrimüslim Arapları ve Yahudileri içine alan, etnik kökenleri ve dinleri farklı çeşitli gruplardan oluşan ve belli ilkeler etrafında toplanmış yeni bir toplum oluşturmak için önemli bir adım atmıştı. Bu çaba her şeyden evvel Medine’de yaşayan şehir halkının barış ve güven içinde yaşamasını sağlamak gayesini taşıyordu.
Medine’de yaşayanlar durumu müzakere etmek üzere Enes b. Mâlik’in evinde bir toplantı yaptı. Bu toplantıya katılanlar, Medine toplumunu yeniden düzenleyen bir yapıyı oluşturmaya karar verdiler. Buna göre Medine’de yaşayanların birbirleriyle ve yabancılarla ilişkilerini, idârî ve adlî yapılarını, fertlerin sahip oldukları din ve vicdan hürriyetini, haklarını ve sorumluluklarını belirli esaslara bağlayan bir metin hazırladılar.
Araştırmacılar tarafından 47 veya 52 madde olarak kabul edilen bu metin, ana kaynaklarımızda bir bütün olarak yer almaktadır. “Kitâb”, “Sahîfe” ve “Müvâdea”, yani sulh antlaşması adını taşıyan bu belge, zamanımızda Medine Anayasası, Medine Vesîkası, Medine Belgesi ve Medine Sözleşmesi gibi isimlerle adlandırılmaktadır.
Elimizde bulunan bu belge, iki farklı bölümden oluşmaktadır: 1 ila 23. paragraflar arasındaki ilk bölüm Müslümanlarla ilgili konuları, 24 ila 47. paragraflar ise Yahudilerle ilgili konuları ele almaktadır. Kaynaklarımıza göre sözleşme Hz. Peygamber’in Medine’ye gelişinden kısa bir süre sonra, hicretin birinci yılında yürürlüğe konulmuştur.
Medine Belgesi, daha ilk maddede bir savaş durumunda Müslümanlarla birlikte saldırgana karşı savaşacaklarını kabul eden gayrimüslim topluluklardan oluşacağı belirtilmektedir. Belgeye göre bu topluluk (ümmet) diğer bütün insanlardan ayrı bir mahiyettedir. Aralarında ihtilaf çıkan herkes için Allah, kanunların ve adaletin yegâne kaynağıdır. Hz. Muhammed de hakemdir.
Medine Belgesi, açıkça Yahudilerin Mekke müşriklerine veya onların iş birlikçilerine bir yardım yahut himaye hakkı vermelerini yasaklamıştır. Medine’ye bir düşman saldırısı halinde, buna karşı çıkmak üzere bir Müslüman-Yahudi ittifakı yapılacaktır. Şehrin savunulması için girişilecek savaşların masrafları, taraflarca karşılanacaktır. Fakat Medine dışında yapılacak bir savaşta hiçbir topluluk diğerine yardımda bulunma sorumluluğu taşımaz. Müslümanların çıktıkları savaşlara Yahudilerin katılması, Hz. Muhammed’in müsaade ve rıza göstermesine bağlanmıştır. Yahudiler, Müslümanlara düşman olan Mekkelilere bundan böyle eman hakkı tanımayacaklardır.
Belgede Müslümanların ve İslâm’ın hukukî ve sosyal varlığı, diğer unsurlar tarafından tanınmaktadır. Bu sözleşme ile Medine’deki müşrik Araplar ve Yahudiler, Müslümanları dinî, siyasî ve sosyal açıdan tanımış oldular. Müslümanlar da gayrimüslimlere, inanç ve fikir hürriyeti, mal ve can güvenliği sağlıyorlardı. Hile, desise ve tuzak kurma yasaklanıyordu. Baskı, zorbalık, hakka ve hukuka riayetsizlik, zulüm ve şiddetin hâkim olduğu o günün dünyasında bu vesika çok önemli bir gelişmedir.
Hz. Peygamber ve Müslümanlar, Medine Belgesi’nin muhtevasına aykırı davranmadılar. Yahudiler, belgenin şartlarına aykırı davrandıkları her seferinde Hz. Peygamber tarafından uyarıldılar. Ancak Yahudilerin vefasız davranmaları, Kureyş’i tahrik etmeleri, hileleri, Evs ve Hazrec’in aralarını bozmaya çalışmaları, Hz. Peygamber’e suikast tertiplemeleri gibi davranışları sebebiyle cezalandırıldılar.
Kaynukâ’ Oğulları
Hicretin ikinci yılında gerçekleşen Bedir Savaşı’ndan sonra kuyumculukla yaşamlarını sürdüren Yahudilerin en cesuru sayılan Kaynukâ’ Yahudileri, Medine Belgesi’ne aykırı hareket etmeye başladılar (Enfal, 56-58). Bedir Savaşı’ndan sonra kin ve hasetlerini açığa vurdular. Kaynukâ’ çarşısında bir Yahudi’nin ticaretle meşgul olan Müslüman bir kadına saldırısı, sabırları taşırdı. Kaynukâ’ Yahudileri; “Sen bizi, savaş bilmeyen Mekkeliler mi sanıyorsun? Biz savaşa hazırız...” diye Hz. Peygamber’e meydan okudular. İslam ordusu, hicretin ikinci yılı Şevval ayı ortalarında Benî Kaynukâ’yı muhasara etti. Kuşatma, on beş gün sürdü. Kaynukâ’ oğulları diğer Yahûdî kabileleri ve münafıklardan bekledikleri yardımı göremeyince, teslim olmaya mecbur oldular. Antlaşmayı bozdukları, vatana ihanet ettikleri için ciddi bir ceza gerekiyordu. Kaynukâ’ oğullarının daha önce Hazrec kabilesi ile antlaşması vardı. Hazrec kabilesinden, münafıkların başı Abdullah b. Übeyy, bunu ileri sürerek onların affını istedi. Rasulullah (a.s.), onların Medine’den çıkarılmalarını emretti ve bu konuda Ubâde b. Sâmit’i görevlendirdi. Böylece, 700 kişiden ibaret Kaynukâ’ Yahudileri, Medine’den Şam tarafına sürüldüler. Ele geçen ganimet malları konusunda ise Muhammed b. Mesleme görevlendirildi. Ganimetlerin beşte biri devlet hazinesine (Beytü’l-mâle) ayrıldı. Geri kalanı gazilere paylaştırıldı. Kaynukâ’lıların toprakları da toprağı olmayan Müslümanlara verildi.
Nadîr Oğulları
Nadîr oğullarından Ka’b b. Eşref, şiirlerinde Hz. Peygamber’i ve Müslümanları her zaman kötülerdi. Bedir Savaşı’nda Müslümanların galip gelmesini hazmedemeyen bu şair, “Yerin altı üstünden daha iyidir” demişti. Bununla da kalmamış Mekke’ye giderek, Kureyş müşriklerini Hz. Peygamber’e karşı tahrik etmişti. Medine’ye döndüğünde Müslümanların hanımları için aşk şiirleri terennüm etmeye başladı. Hz. Peygamber, Ka’b b. Eşref’in öldürülmesine karar verdi ve gönderdiği bir birlikle onu ortadan kaldırdı.
Çıkan bazı problemlerin çözümü için Yahudiler, Rasulullah’a bir haber gönderdiler ve “Sen bize üç adamını alarak gel. Buna mukabil bizim hahamlarımızdan da üç kişi çıksınlar, her iki taraf da aralarında dinî meseleleri seninle, birlikte tartışsınlar. Eğer bu hahamların gönlü hoş olursa, hepimiz senin dinine geçeriz.” dediler. Bu Yahudi hahamlar, elbiselerinin altına hançerler alıp gizlemek suretiyle Rasulullah’ı öldürmeyi kurdular. Fakat evvelce bu kabileye mensup Yahudilerden biri ile evlenmiş bir Arap kadın vardı. O, Ensar’dan olan Müslüman kardeşine bu suikast haberini ulaştırdı ve bu erkek Müslüman kardeş de tam o sırada Nadîr Yahudi kabilesi bölgesine gitmek üzere evinden çıkmış bulunan Rasulullah’a yolda yetişti ve kendisine getirilen bu kötü haberi nakletti. Bunun üzerine Rasulullah derhal geri döndü ve ertesi sabah, silahlı kuvvetlerinin başında olduğu halde onların oturmakta olduğu bölgeyi işgal etti. Onlar, şehrin güney doğu kesiminde yaşıyorlardı. Sayıları toplam iki-üç bin kadardı.[3]
Nadîr oğulları, Uhud Savaş’ında müşrik ordusunun karargâhına gelerek onları Müslümanlara karşı kışkırtmışlardı. Medine yakınlarına kadar gelen Mekke lideri Ebû Süfyan’ı ağırlayarak Müslümanlarla ilgili istihbarat bilgileri vermişlerdi. Bu durum Medine Belgesi’ne aykırı bir işti. Öte yandan Müslümanların Uhud yenilgisi ve Mekke müşriklerinin desteği, Nadîr Yahudilerini daha da cesaretlendirdi. Bu arada Maûne Kuyusu faciasından sağ olarak kurtulan Amr b. Ümeyye ed-Damrî facianın sorumlusu Benî Amir kabilesine mensup iki kişiyi, Hz. Peygamber’den himaye aldıklarından habersiz bir şekilde Medine’ye dönüşünde öldürmüştü. Öldürdüklerinin diyeti Medine Belgesi’ne göre şehirdeki cemaatler tarafından müşterek ödenecekti. Hz. Peygamber bu diyete katkıda bulunmalarını müzakere için Nadîr Oğulları yurduna gitti. Onlar Hz. Peygamber’i suikastla ortadan kaldırmak istedilerse de Hz. Peygamber’in durumu öğrenerek bölgeyi terk etmesi ile bu teşebbüslerinde başarısız oldular. Ancak Yahudilerin bu tutumu, anlaşmanın bozulması anlamına geliyordu.
Hz. Peygamber Nadîr oğullarına karşı derhal bir sefer düzenledi. On beş günlük kuşatmadan sonra silahları hariç̧, develerinin taşıyabildiği kadarlık bir yük ile şehri terk etmelerine müsaade edildi ve onlar Medine’den ayrıldılar.
Kurayza Yahudileri
Kureyza oğullarının cezalandırılması da Medine Belgesi’ni ihlal ettiklerinden dolayıdır. Bu Yahudiler, Hendek Savaşı’nın en kritik anlarında düşmanla iş birliğine girişmiş̧; Mekkeli müşriklerin Medine’yi ele geçirmeleri için düşmana istihbarat bilgileri vermişlerdi. Savaştan sonra kalelerinde kuşatılan Yahudiler, bir süre sonra Sa‘d b. Muaz’ın hakemlik yapması şartıyla teslim olmayı kabul ettiler. Sa‘d da eli silah tutan erkeklerin öldürülmesi, kadın ve çocukların esir edilmesi, mallarının ise ganimet olarak taksim edilmesine hükmetti. Hüküm yerine getirildi. Yahudilere verilen bu ceza, savaş sırasında ihanet suçu işledikleri içindir.
[1] Yakut, Mucem, IV, 202; Riyaz Rahim Hüseyin Saffarî, Hâşim. Abdulmuttalib, Kerbela 2017, s. 215
[2] Hac Suresi, 40. Ayet.
[3] Abdurrezzak, Musannaf, V, 359-360;
أخرج في ثلاثة من أصحابك ويخرج إليك ثلاثة من علمائنا فليسمعوا منك فإن آمنوا بك آمنا كلنا وصدقناك فخرج النبي صلى الله عليه و سلم في ثلاثة نفر من أصحابه واشتملوا على الخناجر وأرادوا الفتك برسول الله صلى الله عليه و سلم فأرسلت امرأة ناصحة من بني النضير إلى بني أخيها وهو رجل مسلم من الأنصار فأخبرته خبر ما أرادت بنو النضير من الغدر برسول الله صلى الله عليه و سلم فأقبل أخوها سريعا حتى أدرك النبي صلى الله عليه و سلم فساره بخبرهم قبل أن يصل النبي صلى الله عليه و سلم إليهم فرجع النبي صلى الله عليه و سلم فلما كان من الغد غدا عليهم رسول الله صلى الله عليه و سلم بالكتائب فحاصرهم.
M. Asım Koksal, İslam Tarihi, IV, 278.