İnsan, yaşamak için tabiata muhtaçtır. Tabiata sahip çıkarsa, onu korursa o da ona hizmet etmeye devam eder. İnsan, hayatını devam ettirebilmek için elbette tabiatın imkânlarını kullanacaktır. Ancak bunun yanında tabiatın ona bir emanet olduğunu, onun sadece kendisine mahsus olmadığını, gelecek nesillerin de bunda hakkı olduğunu unutmayacaktır.
Mustafa Özel
Prof. Dr., FSMVÜ İslami İlimler Fakültesi

İnsan, yeryüzünde var olduğu andan beri çeşitli sorunlarla karşı karşıya gelmiştir. Bunların mühim bir kısmı, kendisinin yol açtığı, sebep olduğu sorunlardır. Bunun temelinde de onun ahlâkî zafiyetleri yatmaktadır. İnsanın hırsı, bencilliği, açgözlülüğü, kıskançlığı, vurdumduymazlığı onun hem insanlarla hem de tabiatla olan ilişkilerini olumsuz etkilemiştir.
Canlılar bir ortam içinde yaşarlar. Hayatiyetlerini sürdürebilmeleri, bu ortamın sağlıklı olmasına bağlıdır. Eskilerin anâsır-ı erbaa (dört unsur: hava, su, toprak ve ateş: sıcaklık) dedikleri hayatın temel maddeleri, yeryüzündeki canlılar için olmazsa olmazdır. İnsanların da, hayvanların da, bitkilerin de varlığı, hayatını devam ettirmesi bunların niteliğine bağlıdır. Sanayi inkılabına kadar yaşam koşullarındaki kırılmalar, keskin ve sert değildi. İnsan hayatında meydana gelen makineleşme ve buna bağlı olarak ortaya çıkan enerji kaynakları, canlı hayatını tehdit eder hale geldi.
Önceki dönemlerde insanların tabiata verdikleri zarar, yakacak ihtiyaçlarını gidermek ve tarım arazisi elde etmek için ormanlık alanları yok etmeleri şeklindeydi. Bu durum, sanayileşmemiş ülkeler için bugün de geçerlidir. İnsan, yaşamak için tabiata muhtaçtır. Tabiata sahip çıkarsa, onu korursa o da ona hizmet etmeye devam eder. İnsan, hayatını devam ettirebilmek için elbette tabiatın imkânlarını kullanacaktır. Ancak bunun yanında tabiatın ona bir emanet olduğunu, onun sadece kendisine mahsus olmadığını, gelecek nesillerin de bunda hakkı olduğunu unutmayacaktır. Yeryüzünün ve içindekilerinin emanet olduğu, bir şuur olarak herkeste kök salmalı, vazgeçilmez bir ilke ve tutum haline gelmelidir.
Bize göre, başlıkta da ifade ettiğimiz gibi, çevre meselesi ahlâk eksenli bir sorundur. Buna paralel olarak dinî bir sorundur. Çünkü ahlâk ile din arasında derinden, kopmaz, köklü bir münasebet vardır. İnancımıza göre ahlâkın kaynağı dindir, ilâhîdir. Dinden uzaklaşma, dinî değerlerin zayıflaması, dinî uygulamaların, ibadetlerin azalması, ahlâka da doğrudan tesir etmektedir. Bilindiği gibi Avrupa’da sadece sanayi inkılabı meydana gelmedi, buna koşut olarak dinî, ilmî, sosyal, kültürel hayat da dönüşüme, değişime uğradı. Din önce o coğrafyada, daha sonra da Avrupalıların hâkimiyetlerinin etkisiyle bütün dünyada güç ve alan kaybetti.
***
Tabiat dediğimiz âlem, bütün canlıların ortak yaşam alanıdır. İnsanlar, kendi hayatlarını sürdürürken diğer canlıları göz ardı edemez. Böyle bir lüks ve imkânları yoktur. Hayvan olsun bitki olsun herhangi bir canlının hayatına müdahale etmek, aslında kendi hayatına müdahale etmektir. Uzun vadede bunun faturası kendine çıkar. Başka canlıların yaşam alanlarını daraltmak, onların yok olmalarına sebep olmak, insanın kendi felaketini hazırlamasından başka bir şey değildir. Kur’an-ı Kerim’de teshîr diye bir kavram kullanılmaktadır. Bu kelime, geçtiği yerlerde Allah’a izafeten kullanılır. Cümlelerin faili/öznesi, Allah’tır hep. Mefulü/nesnesi ise insanın dışındaki varlıklardır; güneş, ay ve yıldızların yanı sıra bulutlar, denizler, nehirler, çeşitli hayvanlar. Sözü edilen bu varlıkların tümü, insanın hayatını idame ettirmek için var edilmişlerdir. Onlara zarar verilmesi, onların yok edilmesi, insan neslinin yok oluşuna zemin hazırlamaktadır. Doğaya, doğadaki varlıklara yapılan tahribat, insana yapılan tahribatın ta kendisidir. Kısa vadede kazanç gibi gelen her hareket, uzun vadede insana, hayatını nasıl dipsiz bir uçurumun kenarına getirdiğini haber vermektedir. Biz, bize sunulan her nimeti, her imkânı, ancak ve ancak onu varlık amacına uygun olarak kullanmakla mesulüz. Yoksa ahirette, hesap gününde bunlardan da hesaba çekileceğiz; ormanları katletmenin, denizleri suları havayı kirletmenin, hayvanların nesillerini yok etmenin de hesabını vereceğiz bütün bir insanlık olarak.
***
Konu, yani sorun ahlâkla ilgili dedik. Peki, ahlâkın hangi konu ve kavramlarıyla ilgili, şimdi ona bakalım. Önce şunu söyleyelim: Çevre kirliliği, ahlâkın sadece bir veya birkaç konusu veya kavramıyla değil, bütünüyle alakalıdır. Ancak bunlardan öne çıkanlar vardır. Bunlara dikkati çekmeye çalışacağız.
Bencillik. Bizce bu ahlâkî zafiyetler içinde ilk sırada olan, eskilerin hodbinlik, hodkâmlık; batılıların egoism dedikleri bencilliktir. Bu bağlamda benmerkezciliği, egosantrizmi de anmalıyız. Sorunun temelinde insanın kendini, diğer varlıkların üstünde görmesi, kendisini dünyanın ve hayatın merkezine koyması yatmaktadır. Bunun da temelinde hâkimiyet duygusu bulunmaktadır. İnsan maddî varlıklara, eşyaya sahip olma hissiyle yaratılmıştır. Bu özellik, onun bu dünyada imtihan olunmak için yaratılmasının sonucudur. Bu arzunun bütünüyle gerçekleşme ihtimali sıfır bile değildir. Buna rağmen insanlar hem kendilerine hem türdeşlerine hem de yaşadıkları ortama sürekli zarar vermektedirler. Bunun giderilmesinin tek yolu vardır. O da bencilliğin törpülenmesi, kontrol altına alınmasıdır.
İsraf: Aşırı tüketim. Günümüzde insanlık tarihinde görülmeyen bir tüketim çılgınlığı yaşanmaktadır. Yiyecek içecekten giyeceğe, yakacaktan ulaşım araçlarına kadar birçok nesne sorumsuzca, gereksizce kullanılmakta, tüketilmektedir. Yemek masasındaki yiyecek çeşitlerinden dolaplardaki giysilere kadar aşırı bir tüketim yapılmaktadır. Ekonomik olarak bir biçimde gelişmiş olan ülkelerdeki mutfak israfı, çoktan dudak uçuklatan rakamlara ulaşmıştır. İnsanın ihtiyacından fazlasını tüketmesi, hem vücut sağlığını bozmakta hem de içinde yaşadığı çevrenin kirlenmesine yol açmaktadır.
Tamahkârlık: açgözlülük. Bu ahlâkî zafiyet, bir öncekiyle doğrudan ilgilidir. İnsanoğlu neyi elde ederse etsin, neye sahip olursa olsun, bir türlü tatmin olmamakta, gözü doymamaktadır. Yetinmeyi bilmeyi çoktan terk ettik insanlık olarak. Gözümüz, başkalarının ellerindekilerde. Sahip olma duygusu, herkesi yakıp yıkmaya, kırıp dökmeye, kural ve sınır tanımamaya sevk etmektedir. İşin ilginç tarafı, bu tamahkârlık, açgözlülük maddi durumları iyi olanlarda daha baskın, daha belirgindir. Bunun sebebi, muhtemelen, onların elde ettiklerinden duydukları haz, ele geçirdikleri güç ve kuvvettir. Sahip olunan her yeni şey, daha fazlasına yöneltmektedir. İnsanlık bu şekilde bir kısır döngü içinde yuvarlanıp gitmektedir. Bütün insanlarda bir hırs-ı pîrî alıp başını gitmiştir.
Hırs: kazanma arzusu. Kazanma arzusu ile açgözlülük, birbirine yakın iki kavramdır. İlki, diğerinden daha hafiftir. Kazanma arzusu herkeste vardır ancak her insan açgözlü değildir. Ekonomik kazanımların sonu yoktur. Şartlar uygun olduğunda, insan da çalıştığında bir şeyler kazanır. Yaşamak için çalışmak, dolayısıyla kazanmak gerekmektedir. Fakat şurası unutulmamalıdır: “Yaşamak için kazanırız, kazanmak için yaşamayız.” Kazanmak hayatın temel gayesine dönüştüğünde insanın yaşam kalitesi düşer, insan ilişkileri çıkar temelli ilişkilere dönüşür. Çünkü insan tabiatı, kazanan insana mütemayildir. Kazanana gösterilen bu temayül, kazanma konusunda onu daha da kamçılar.
Nankörlük: şükürsüzlük. Din insandan daima, kendi kullanımına sunulanlardan dolayı bir şükür halinde olmasını ister. Şükür, insanın varlığın değerini bildiğini gösteren insanî bir eylemdir. Şükür, beraberinde kanaati getirir. Kanaat duygusu, elde edebileceğimiz en büyük zenginliktir. Kanaatkârlık gibi bir bahtiyarlık yoktur. Şu bir hakikattir ki, kapitalizm kanaatkâr insanı sevmez. O, sınırsız tüketim peşinde koşanları önemser. Onun tercihi, bu tip insanlardır. Şükreden kanaatkâr olur, kanaatkâr olan da çevreye zarar vermez, onu kirletmez.
Mesuliyetsizlik. Ahlâkın, dinin en asli konularından birisi, mesuliyet hissi, sorumluluk duygusudur. Mesuliyet duygusu taşıyan her insan, ne kendisine ne etrafındakilere ne çevresine ne de tabiata zarar verir. Bu his, onu tutar, sınırlar, yanlış ve kötü davranış ve hareketlerden muhafaza eder. Modern zamanların insanının baskın vasıflarından biri, sorumsuzluktur. Anarşist bir ruh ve davranış tarzı, beraberinde kuralsızlığı, düzensizliği, başıboşluğu getirmiştir. Doğaya karşı hoyratça davranış, anarşizmden başka bir şey midir? Kendisinde sorumluluk hissi yerleşen insan, sadece anne babasına, sadece iş yerindekilere, sadece sokak ve mahallesindekilere karşı değil bütün bir evrene, kâinata karşı mesuliyet duygusuyla davranır.
Cimrilik: elindekileri paylaşmamak. Bu hususta zikredilmesi gereken başka bir konu da cimriliktir. Allah, nimetleri kullarına farklı miktarlarda ihsan ve ikram etmiştir. Sağlık konusunda da, çoluk çocuk konusunda, maddi ve ekonomik konularda da böyledir bu. Maddi ve manevi nimetlere sahip olanlar, ellerindekileri bunlara sahip olmayanlarla paylaşsalar, onlarla bölüşseler, onların çevreye verdikleri zararı bir nebze de olsa azaltmış olurlar. Dünyanın dengesi ve huzuru, büyük ölçüde paylaşmaya bağlıdır.
***
Çevre kirliliği denen olgu, kapitalizmin doğurduğu, büyüttüğü, her tarafa yaydığı bir gerçekliktir. Kapitalizm, insan ve toplum hayatında egemenliğini sürdürdükçe de bu sorun artarak bütün gezegeni kaplayacak, hatta böyle giderse uzaya da ulaşacaktır. Uzaydaki kirlilik, uydu kirliliği şu an hayatımızı etkilemediği için üzerinde pek durulmamaktadır.