Yükselen tüketim kültürü, gelişen sanayi üretimi ve vahşi hammadde kullanımı tüm canlıların ortaklaşa yaşadığı doğayı berhava ediyor.
Ebubekir Dilekçi
Eğitimci-Yazar

İnsanoğlu, kendisine verilen akıl yeteneğiyle yeryüzündeki tüm yaratılmışlardan ayrılıyor. Yüzyıllar boyu biriktirdiği bilgiyi mantıksal bir kurgu içinde kullanma becerisi onu uzay çağının eşiğine getirdi. Yeryüzünün sırlarını keşfetmesi, maddenin yapısını analiz etmesi bilimin temel dinamiklerini oluşturdu. Bilginin pratik yansıması olan teknoloji son iki yüzyılda baş döndürücü bir hızda gelişti. Bunun sonucunda hayvancılık ve el sanatlarına dayalı toplumsal yapı büyük bir değişime uğradı. İnsanlar kütleler halinde şehirlere akın ettiler. Teknolojinin gelişmesiyle daha kolay bir yaşama ulaşacağına inanan insanoğlu teknolojiyi elde ederken neleri kaybettiğini zamanla anladı.
Yükselen tüketim kültürü, gelişen sanayi üretimi ve vahşi hammadde kullanımı tüm canlıların ortaklaşa yaşadığı doğayı berhava ediyor. Modern yaşamın, insan hayatını kolaylaştırdığı iddia edilse de bu yaşam standartlarını sağlayan aygıtlar tabiata zarar veriyor. Sonuç olarak yavaş yavaş yok olan ekolojik denge yeryüzündeki tüm canlıların varlığını tehdit ediyor.
Petrol kuyularından ve maden ocaklarından çıkarılan hammaddelerin proses sürecinde ortaya çıkan olumsuzluklar tolere edilemez noktalara geldi. Yine tüketimin körüklediği israf sonucunda atıkların bilinçsizce doğaya bırakılması bitkilerin ve hayvanların yaşam alanlarını yok ediyor. Önceleri belgesel filmlerinde izlediğimiz küresel ısınma ve iklim değişikliği olaylarını günümüzde bizzat yaşayarak hissediyoruz. İki asırdır yeryüzünün kaynaklarını acımasızca kullanan kapitalist zihniyetin yan etkileri karşımızda duruyor.
Sera gazlarının ozon tabakasına verdiği zarar bundan 30 yıl önce tespit edilmişti. Süreç içinde bu zararı engelleyecek tedbirler alınamadı ve ozon tabakasındaki delik gittikçe büyüdü. Yine denizlerde ve okyanuslarda milyonlarca ton plastik atığın bulunması dünyamızın büyük bir çöplüğe dönüştüğünün ifadesidir. İnsanoğlunun kendi arzu ve refahı için doğayı talan eden bir zihniyete sahip olmasının cezasını ne yazık ki tüm canlılar ödüyor. Aslında, insanoğlu doğaya zarar vererek kendi sonunu kendi elleriyle hazırlıyor.
Korona salgını sürecinde alınan tedbirler, sokağa çıkma yasakları, fabrikaların daha az çalışması, trafiğe çıkan araç sayısının azalması insanoğlunun doğa karşısındaki yıkıcı etkisini gözler önüne serdi. İnsanoğlunun elini eteğini çektiği bir dünyada karbon emisyonu azaldı, daha temiz bir hava ortaya çıktı. Yine su ve deniz kirliliği azalırken Haliç’te Yunus balıklarının tekrar yüzdüklerini gördük.
Gelinen noktada doğayla barışık bir yaşam için gerekli tedbirleri almak bütün insanlığın ortak sorumluluğudur. Bu anlamda toplumumuzda çevre bilincinin oluşması büyük önem arz ediyor. İçinde hayvanların, bitkilerin, denizlerin, dağların ve ovaların bulunduğu yeryüzü bizlere yüce yaratıcının bir emanetidir ve bu emaneti korumak boynumuzun borcudur. Bunun için çevremizdeki canlı ve cansız varlıklara karşı çok duyarlı olmamız gerekiyor.
Milyarlarca insanın şehirlerden kırsala göç etmeleri mümkün değilse, modern hayatın zaruri kıldığı üretim süreçlerini geri çevirmek şimdilik gerçekçi görünmüyorsa doğayla dost bir yaşamın formülünü bulmak zorundayız. Bunun için yönetim erkine ve bireylere büyük sorumluluklar düşüyor. Yönetimler doğaya zarar vermeyen üretim süreçleri için standartlar belirlemeli ve fabrikaların bu standartlara uymalarını sağlamalıdır. Yine şehirlerde ortaya çıkan atıkların tabiata zarar vermeden bertaraf edilmesi için gerekli yatırımlar yapılmalıdır. Güncel bir problem olarak karşımızda duran Marmara Denizi’ndeki müsilaj sorununun yerel yönetimin biyolojik arıtmaya gerekli önemi vermediğinden kaynaklandığı hepimizin malumudur.
Ülkemizde çevre duyarlılığı oluşturmak için anaokulundan başlayarak çevrenin korunma konusu her sınıf seviyesinde müfredatlara yerleştirilmelidir. Hava kirliliğinden su kirliliğine, toprak kirliliğinden gürültü kirliliğine kadar öğrenciler her yıl bilinçlendirilmelidir. Çevresine duyarlı, içinde bitkilerin ve hayvanların yaşadığı yeryüzüne sahip çıkan bir toplum için en önemli görev eğitim sistemine düşmektedir. Yine ülkemizde çevreci sivil toplum kuruluşlarının sayıları arttırılmalıdır. Her mahallede onlarca köy derneği olmasına rağmen çevre konusunda faaliyet gösteren STK’lar yok denecek kadar azdır. Çevre bilincine sahip, gönüllü kişiler tarafından teşekkül edecek çevreci dernekler teşvik edilmelidir. Bu tür STK’ların çevre duyarlılığı konusunda yapacakları çalışmalara destek verilmelidir.
Sıfır atık konusunda insanların bilinçlendirilmesi, evsel atıkların içindeki geri dönüşüm ürünlerini kaynağında ayrıştırarak israfın önlenmesi büyük önem arz etmektedir. Evlerimizde çöpe attığımız her şeyin geri dönüştürülebilir nitelikte olduğu bilinci her insanımıza kazandırılmalıdır. “Çöp yok atık var” sloganı herkesin dimağına işlenmelidir. Evlerde kaynağında ayrıştırma yapıldığı zaman plastik, kâğıt, cam, ürünleri kolay yoldan geri dönüşüme dâhil edilecek, evsel atıkların içindeki kıymetli ürünler geri kazanılabilecektir. Böylelikle doğada yüzyıllar boyunca kaybolmayan atıklar canlılara zarar vermeyecek, israf önlenecek, ülke ekonomisine katkı sağlanacaktır.
Çevresindeki canlılara zarar vererek bilinçsizce doğayı tüketen insanoğlu kendi kıyametini hazırlıyor. Böyle bir çağda, yaratılmış her şeyin bizlere bir emanet olduğu bilincini kuşanarak gelecek nesillere daha yaşanabilir bir yeryüzü bırakmak için dünyamıza sahip çıkmalıyız. Unutmamalıyız ki, yok olan çevremiz değil; yok olan geleceğimizdir.