Yaşadığı Çağa Damga Vuran Bir Sûfi: Mehmet Zahid Kotku (Rha)

Kotku’ya göre, “Halîfe demek, peygamberin eşyasına sahip olmak demek değildir. Belki onun yaşayış ve harekâtını benimsemek ve sonra da buyurduğu sünnet yolundan ayrılmamaktır.

Müzekkir KIZILKAYA

Dr., Tokat Gaziosmanpaşa Üni. İslami İlimler Fak.

Mehmed Zâhid Kotku, yirminci asrın başlarından son çeyreğine kadar yaşamış, Osmanlı’nın son anlarına ve Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk günlerine yakından şahit olmuş bir kişi olarak süreci iyi tanımış, son dönemde yetişmiş bir İslâm âlimi ve mutasavvıftır. Yaşadığı dönemde ülkemizin siyasî hayatını etkilemiş bir âlim ve şeyh olarak, Müslümanlar kadar, İslâmî kesim dışındaki çevrelerin de dikkatini üzerine çekmiş bir isimdir. Şu kadar var ki, Kotku, doğrudan veya dolaylı olarak siyasetin içinde olmamasına rağmen siyaseti de etkilemiş bir şahsiyettir.

Mehmet Zahid Kotku’nun Siyasî Hayata Dair Düşünceleri ve Türk Siyasî Hayatına Tesirleri

Kotku, siyasi görüşlerini yazarken bir reddiye veya bir müdafaa olarak ele almamış, sohbetlerinde işlediği konulardaki olaylardan hareketle görüşlerini sunmuştur. Bu nedenle görüşleri, konu bütünlüğü arz etmez. Kitaplarında değişik yerlerde, değişik konuları ele alırken görüşlerini beyan etmiştir. Genel olarak siyasi kavramları, “Halifelik” hariç içerik olarak ele almamıştır. Üzerinde durduğu şahsı veya konuyu incelerken savunma veya tenkit olarak ele almaz, eleştirilecek yerleri tenkit eder, takdire şayan olan durumlarda ise beğendiğini, kabul ettiğini ifade etmekten kaçınmaz[1]. Örnek olarak Osmanlı Sultanlarına getirdiği tenkit:

Hâlbuki asıl hilâfet ulemâ-i kirâmın hakkıdır. Halife olup da saltanat sarayında oturup çalım satmak, “Ben de halife-i müslimînim!” diye övünmek, herhalde doğru bir şey değildir. Halife-i müslimînim der, öte tarafta Avrupa’nın kanunlarını alır, giyim tarzını alır; süs, saltanat ve israfa boğulan koca koca sarayları yaptırır. İçinde de enva-i çeşit günahlarla; nadide, güzel, kibar saray hanımları, cariyeleri, hizmetkârları… Acaba bunların hangisi halifeye ve hilâfete yakışır? Halife demek, Peygamber’in eşyasına sahip olmak demek değildir. Belki onun yaşayış ve harekâtını benimsemek ve sonra da buyurduğu sünnet yolundan ayrılmamaktır[2].

Kotku’ya göre, “Halîfe demek, peygamberin eşyasına sahip olmak demek değildir. Belki onun yaşayış ve harekâtını benimsemek ve sonra da buyurduğu sünnet yolundan ayrılmamaktır[3].” Osmanlı halifelerini ve halife olduğunu iddia edenlerin, lüks ve keyfi olarak nefsânî arzuları yaşamalarını dolayısıyla hayatlarını eleştirir.  Avrupaî hayata duydukları özentiden, Avrupalılara benzemek için Avrupa’dan ithal edilen yaşam tarzını, kanunları, mimariyi, süs ve saltanatı, yapılan sarayları tasvip etmez. Eğer Osmanlı halifeleri, Osman Bey’in nasihatlarına uysalardı, Osmanlı devletinin ömrü daha uzun olurdu. Padişahların bazı davranışlarının halifeye yakışmayan davranışlar olduğu görüşünü öne sürer[4]. Kotku’ya göre gerçek manada “Hilafet”, dört halife döneminde olmuştur. Sonraki dönemler saltanat dönemi olmuştur. Dört halife dönemindeki hilafeti “Hilafet-i Hakiki” olarak değerlendirirken; Emevîler, Abbasiler ve Osmanlılar dönemindeki hilafeti ise Hilafet-i Hakiki’nin yorumu olarak değerlendirmiştir”[5].

Demokrasiye temkinli yaklaşır ve demokrasinin uygulanmasındaki aksaklıklar nedeniyle bazı işlemlerinden dolayı dikkatli olunması konusunda uyarılarda bulunurdu. Şu ifadeleri ise bu durumu açıklamaktadır:

Müslüman devletine, milletine ve işine sadıktır. Grev bilmez. İşine gelmiyorsa başka yerde iş arar. Adamın fabrikasını kapatmağa, onun fabrikasını dağıtmağa kimin hakkı var? Mutlaka istediğimi ya vereceksin veya senin fabrikan çalışmayacak. Davul, zurna, burada grev var… Şimdiye kadar bunu hangi müslüman yapmış? Ama hakkı verilmiyormuş… İş her yerde var… Ama bunu anlatmaya imkân yok[6].

Bu ifadeleri, Batı’daki işçi-işveren münasebetinin İslâm toplumuna aktarılmasını, İslâm ile bağdaştırmamasından kaynaklanmaktadır. Bunu da, şu ifadelerle ortaya koymaktadır:

İşte Müslümanlığın çökmesine en büyük âmil, Müslümanların hakiki Müslüman olmayıp servet ve bilgilerine mağrur olarak, fukara ve zuafanın, bahusus işçinin hakkına riayet etmeyip, onlara İslamî ve insanî muamele yapmadıklarından dolayı; hem ahiret saadetlerinden mahrum olurlar, hem de İslâmiyet’in çökmesine sebep olduklarından, en büyük kabahat bunlara teveccüh eder[7].

Demokrasiden kaynaklanan bazı hakların İslâm’la uygunluğu noktasında farklı bir anlayışa sahip olup, grev hakkı, sendikalaşma, oy kullanma gibi haklarda farklı bir görüş sunar. Herkesin oy kullanma hakkına sahip olmasına sıcak bakmaz, oy kullanma hakkına sahip olacak kişilerdeki özelliğin ilim sahibi olmasına ve ilmî olgunluğa bağlı olduğu görüşünü savunur ve Hz. Muaviye’den şu sözü iktibas eder:  “Bir kişi rey sahibi olamaz, taki ilmi cehline galip olmadıkça…[8]” On sekiz yaşını dolduran herkesin oy kullanmasına karşı çıkar, seçme hakkının ilim ehli olan insanlarda olmasının yararlı olacağını dile getirir. Günümüzde oy kullanma işlemi, bilindiği gibi on sekiz yaşını dolduran kadın erkek her insana, gerek cahil gerek âlim gerek hasta gerek ihtiyar gerek sakat herkese hak tanımak şeklinde olmaktadır. Demokrasinin vazgeçilmez unsuru olan particiliğe ve partilere, birlik beraberliği böldüğü, hizip oluşturduğu için karşı çıkar ve particiliğin doğru bir eylem olmadığı fikrini söyler. Hatta Müslümanların particilik yapmasına sıcak bakmaz, “Particilik, Müslümanlığa yakışan bir şey değildir. Müslümanlık bizden daima vahdet ve birlik ister[9]”. Partilerin vahdeti bozmasını, kollara ayrılan bir nehre benzetir, nehrin kollara ayrılmakla ana kolun zayıflayacağı gibi memleketin de bölünerek zayıflayacağı görüşünü ileri sürer[10]. Siyasi partilerin iktidara geldiklerinde tecrübeli, işinde ehil insanların yani bürokratların sık sık siyasî mülahazalarla değiştirilmesini tasvip etmez. Bu insanlardan milletin işlerini görmeye matuf, seçilmiş, tecrübeli ve ahlâken temiz kimselerden olanlarının yerlerinde tutulmasının ülke açısından yararlı olacağını dile getirir[11].

Kotku, özgürlükler ve haklar konusunda, dönemindeki kanun koyucuların ve yöneticilerin tutarsızlıklarını dile getirmiştir. İnsanların özgür hareket edemediklerini, bazı hakların dahi kanunlarla düzenlendiğini, kılık kıyafet kanunu[12], tekke ve zaviyelerin kapatılmasını, dinî bilgilerin öğretilmesindeki yaşanılan zulüm ve eziyetleri, tecziyeleri dile getirmiş ve o günlerin geride kalacağını, baki olanın yine İslâm ve Müslümanlar olacağını şükürle ifade etmiştir[13]. Zamanın yöneticilerinin uygulamalarındaki çelişki ve ikiyüzlülüğü şu şekilde dile getirir ve Müslümanları uyanık olmaya davet eder:

Bir taraftan Müslümanız diye iftihar ederken, diğer taraftan Allah’ın emirlerini yerine getirmeye çalışanları ve öğretenleri zindanlarda çürütmek ne oluyor? Artık Müslümana bu kadar gaflet yeter. Uyanmalısın, yoksa sen sustukça daha ağır hakaretlere maruz kalacaksın. Bunda şüphen olmasın. Çünkü çalışmayanın hakkı kötektir. Senin dinine yapılan bu hakaretlere göz yumduğunun cezasını çekeceksin…[14].

Dini koruma adına, insanların, üzerine düşeni yapması gerektiğini, ancak Müslümanların kabuğuna çekildiğini, kaderine razı olduğunu, sıkıntılardan kurtulmak için bir şeyler yapmaya cesaret edemediklerini şu sözleriyle bize aktardıktan sonra, yapılması gerekenin ne olduğunu şöyle açıklar: “Emr-i bil ma’ruf ve nehy-i a’ni’l- münker Müslümanın, namaz borcu gibi borcudur. Mutlaka elinden gelen herkes, dilinin döndüğü kadar dinini müdafaa edecek ve onu başkalarına çiğnetmeyecektir[15].”

Mehmed Zahid Kotku’nun İktisadî Hayata Dair Düşünceleri ve Yönlendirmeleri

Kotku, ülkemizin tam anlamıyla bağımsız olması için ekonomik ve askerî bakımdan son derece güçlü olması gerektiğine inanır: “Şimdiki cihat ise malum; din ve dünya ilimlerine, sanat ve ticarete tamamı ile hâkim olmadıkça hürriyet hâsıl olmaz[16].” Bu nedenle Müslümanların güçlü ve kuvvetli olmaları için üzerlerine düşen görevleri en iyi şekilde yapmalarını, ekonomik yönden, teknoloji ve sanayi bakımından güçlü olmak gerektiğini vurgular. Üretimin Müslümanlar tarafından yapılmasını, ülkenin güçlü olması için gerekli teçhizatın üretilerek temin edildiği zaman güçlü olunacağını, satın almanın çare olmadığını dile getirir[17]. Ayrıca israftan kaçınılması gerektiğini, iktisada riayet edilmesinin önemini, ülkenin milli gelirlerinin hoyratça harcanmaması gerektiğini, eserlerinin değişik yerlerinde vurgular[18]. Mutluluk ve saadetin çok harcamada olmadığını, insanların kanaat sahibi olmaları gerektiğini savunur.

Saadet ve selâmet, çok kazanıp israf ile harcamakta değil, belki kanaat ile iktisat edip, devlet ve milletin kalkınmasına hizmet etmektedir. Bu, her vatandaşın başlıca vazifelerinden biridir. Biz, Avrupalının yaşadığı gibi yaşamaya özenirsek, hiç bir zaman kölelikten kurtulup hakiki hürriyetimize kavuşamayız[19].

Batı dünyasını şu cümleleriyle tenkit eder, onlara bakış açısı hakkında bize ipucu verir:

Amerika ve Avrupa’nın çılgın ve şımarık halkı, ister zengin ister fakir olsun, hepsi nefislerinin esiridir. Gayeleri harp, darp ve meşakkatlerle insanları ızdıraba düşürüp top, tayyare, silah vesaire malzeme-i harbiyeleri satıp para kazanmağa ve bütün milletleri elleri altına alarak iktisaden bunaltmaya ve kendilerine pay çıkartmaya bakıyorlar[20].

Tüm dünya Müslümanlarının bir araya gelerek İslâm birliğinin teşekkül etmesini çok arzulamıştır. Kurtuluşun, Batılıların esaretinde ve tesirinde bulunan Müslümanların, esaretten kurtulmasına, bu ülkelerin tam bağımsızlıklarını kazanmalarına, ekonomik güce kavuşmalarına ve bir İslâm birliğinin kurulmasına bağlamıştır. Gelecekte, Hristiyan devletlerin ellerinde esir bulunan diğer Müslümanların da hürriyetlerine kavuşacakları, sonra da hep bir araya gelip, el ele verip dünyanın en muazzam ve yıkılmaz bir devleti kuracakları ümidini taşır[21].

Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz: Kotku, siyasî görüşlerini açıklarken sistematik ve planlanmış bir yapı sergilemez. Fikirlerini, olaylara getirmiş olduğu bakış açısı, kendi görüşü ve kanaatini sunarken ortaya koyar. Fikirleri tamamen kendi ilmî ve dinî birikimi sonucudur, yani fikrî ve siyasî düşünce akımlarından etkilenerek fikir beyan etmemiştir. Olayları olması gereken boyutlarıyla ele almış, olan üzerinden değerlendirmeye gitmiştir. Hayatın gerçeklerine sırtını dönmemiş, vakıa neyse vakıanın olumlu-olumsuz yönlerini incelemiş, fayda veren taraflarını kabul etmiş, zararlı taraflarından da uzak durulması konusunda uyarmıştır. Yani, İslâmî anlamda ideal olanla, gerçek olanı ayırmış ve her ikisini de dikkate almıştır. Görüşlerini teorik tartışmalar bağlamında değil, müşahhas olaylarla ilgili değerlendirmeler şeklinde ortaya koymuştur. Bu yüzden faydasız ve gereksiz tartışmaların dışında kalmıştır.

Tüm Müslümanlar için, siyasî alanda güçlü olmanın yolunun ekonomik ve siyasî güç sahibi olmaktan geçtiğini görmüş ve bunu tam bağımsızlığın şartı kabul etmiştir. Müslüman ülkelerin birliğini bir hedef olarak ortaya koymuştur. Düşüncelerinden etkilenen ve sevenlerinden olan Necmeddin Erbakan, başbakanlığı döneminde Müslüman ülkelerin güçlü ve zengin sekiz İslâm ülkesi ile D8 (Gelişmekte Olan Ülkeler) teşkilatını kurmuştur. Bunun amacının ise batılı ülkelerden oluşan G8 ülkelerine alternatif bir güç ve yapı oluşturmak olduğu kanaatindeyiz.

Kotku, daha hayatta iken siyaseti etkilemiş, 1965’li yıllardan itibaren talebeleri ve sevenleri siyasetin içerisinde yer almış, onun halkasından yetişmiş veya ona sempati duymuş sevenlerinden, ülkemizin son elli yılına damgasını vurmuş, cumhurbaşkanları, başbakanlar, bakanlar ve siyasetçiler yetişmiştir.

 Memuriyete Dair Düşünceleri ve Değerlendirmeleri

Mehmed Zahid Kotku’nun memuriyet hakkında ilginç görüşleri ve fikirleri vardır. Kotku’nun devlet kapısında çalışma ve memuriyet hakkındaki düşünceleri incelendiğinde tekkeye hapsedilmiş bir tarikat anlayışı değil, hayatın içinde, hayatın gerçekleriyle ilgilenen, siyaset, iktisat, ekonomi, kalkınma ve memurluk hakkında fikirler beyan eden, sevenlerine, talebelerine bu konularda yol gösterici tavsiyelerde bulunan hatta bazı işlerde öncülük eden bir mutasavvıf karşımıza çıkmaktadır.

Eğitim öğretim gören insanların amaçlarının devlet kapısında bir iş bulmak ve maaş alıp rahat bir hayat yaşamak olduğunu beyan eder[22]. Bu amaçla öğretim gören gençlerin düşüncelerinin yanlış olduğunu, gençlere rehberlik edilmesi gerektiğini, eğitim-öğretimin hedef ve amaçlarının doğru tespit edilmesi, ülkenin kalkınması için ticaret ve sanayi alanında faaliyet yapılması fikrini ısrarla savunur. İlim tahsilini zaruri görür; ancak bu tahsilin memuriyet elde etmek için değil, ülkeye değişik alanlarda daha faydalı ve daha verimli çalışmalar yapmak için olması gerektiğini ifade eder. Ülkenin ekonomik ve ticari faaliyetlerinin gayr-i müslimlerin elinde olmasından rahatsızlık duyar ve gençleri bu konuda göreve çağırır[23]. Memuriyet konusunu “tevekkül” kavramıyla ilişkilendirir, memuriyet elde etmenin, insanda kendini garantiye almış edası oluşturduğu düşüncesini ima eder. Sanayi ve ticaret sahasını Hak kapısı görür, insanın üzerine düşen sorumluluklarını yerine getirdikten sonra Allah’a tevekkül edeceğini beyan eder. İnsan ticari hayatta çeşitli risklerle karşı karşıya olduğunu kabul ederken, ticaret erbabının tevekkülle bunu aştığını, zengin insanların memurlardan değil, ticaret erbabı arasından çıktığını söyler[24].

Diğer taraftan memurların bir gruba, bir zümreye taraf olmaması gerektiğini yalnız milletin işlerini görmeye matuf, tecrübeli ve ahlâken temiz, günümüz ifadesiyle kariyer ve liyakat sahibi kimselerden seçilmiş olması görüşünü savunur. İşini yapan her kademedeki memurun, siyasi iktidarın keyfi uygulamalarıyla görevinden alınmasına sıcak bakmaz; işinin ehli olan kişinin, kim olursa olsun yerinde kalması ve işini yapmasına müsaade edilmesi gerektiğini ve bu durumun sorumluluk gerektiren bir davranış olduğunu vurgular. Ancak bulunduğu makamın ehli olmayan, vazifesini hakkıyla yapmayan memurların da aynı mülahazalarla korunmasını doğru bulmaz, bu özellikte olan kişilerin yerine işin ehli insanların görevlendirilmesinde sakınca görmez[25].

Amir konumunda olan insanların mahiyetinde olan insanlara hoşgörülü davranmalarını ister. Amirlerin sorumluluk duygusuyla hareket etmelerini, Hz. Ömer misali en küçük bir şeyin dahi hesabının sorulacağı duygusunu taşımasını ister. Görevlerinin sorumluluğunu yerine getirmeyen makam sahiplerinin büyük vebal altında olduklarını, bu nedenle de “Memuriyetin ve riyasetin evveli melâmet[26], ortası nedamet, sonu da Cehennem azabıdır[27].” der.

Kadınların ve kızların memur olmasına sıcak bakmaz, ancak zaruret halinde müsaade olunacağını ifade eder[28].

Makam istenmez verilir, ilkesini savunur. Uhdesine verilen görevi, memurların en güzel şekilde yerine getirmelerini ister. Her türlü rüşvetten, kayırmacılıktan ve haksız eylemlerden uzak durulmasını ve görevin hakkını vererek hareket etmek gerektiğini, aksi takdirde insanın büyük günahlara düşeceğini bildirir[29].

Kotku’nun memuriyete dair görüşlerini ele aldığımızda, şu şekilde bir değerlendirme yapabiliriz. Kanaatimizce her insanın sanayici ve esnaf olamayacağı aşikârdır. Toplumsal ihtiyaçlar, çeşitli alanlarda işin ehli memurluğu zorunlu kılmaktadır. Bu sahalarda ehliyetli kişileri yetiştirmek bir sorumluluktur. Önemli olan inançlı, ehliyetli, sorumluluk bilincinde olan, eğitimli insanlar yetiştirmektir. İşin ehli olan kişilerin gerektiğinde ümmetin/milletin menfaati için gerekli makamlara talip ve ısrarcı olmaları gerektiği kanaatindeyiz. Zira Kur’an-ı Kerim’de Hz. Yusuf’un Mısır melikinden, sorumlu olduğu hazine bakanlığı görevini ve makamını ısrarla istediğini ve kendisinin bu makamın gereği olan işleri çok iyi bildiğini söylediğini görmekteyiz[30].

 Sonuç

Mehmed Zahid Kotku, yaşadığı dönemde hedef kitle olarak genelde her kapısına geleni, özelde ise görev yaptığı İskenderpaşa Cami’inin muhit olarak üniversite bölgesinde olması hasebiyle üniversite gençliğe ağırlık vermiştir. Mehmed Zahid Kotku, Allah ve Resulü yolunda giden, üstün meziyetlere sahip, hayatın her aşamasında ihsan derecesinde yaşama gayreti olan nesiller yetiştirmek için çaba ve gayret sarf etmiştir. Kendisi de yaşantısıyla her daim örnek bir şahsiyet olmuştur. Çalışmaları esnasında Ehl-i Sünnet yolundan ayrılmamış, sohbetlerinde ve eserlerinde görüşlerini âyet ve hadislerle desteklemiş, halkın anlayacağı şekilde sade ve anlaşılır bir dille konuşmuş, eserlerini kaleme alırken aynı anlayış içinde hareket etmiştir. Hayatın her aşamasında çeşitli faaliyetlere öncülük etmiş, ekonomiden siyasete, eğitimden sağlığa ve yayıncılığa kadar birçok alanda öncülük etmiş, öncü kurumların açılmasına vesile olmuştur. Sanayileşme alanında yaptığı öncülük ile ülkemizde ağır sanayi hamlesinin başlamasına önderlik etmiş bir sûfidir. Hocaefendi dervişliği tekke ve dergâha hapsetmeyen ufku, vizyonu, basiret ve ileri görüşlülüğü ile çağa damga vurmuş büyük bir sûfi ve mürşid-i kâmildir. Rahmetle ve özlemle anıyoruz.


[1] Say, Mehmet Zahid Kotku ve Tasavvuf,  ss. 137-150.

[2] Kotku, Cennet Yolları (Hadislerle İlim), Seha Neşriyat, İstanbul 1994,  ss. 223-225.

[3] Kotku, Cennet Yolları,  ss. 224-226.

[4] Kotku, Cennet Yolları,  ss. 224-226.

[5] Kotku,  Ehl-i Sünnet Akaidi, Seha Neşriyat, İstanbul 1991,  s. 232.

[6] Kotku, Cennet Yolları, ss. 191-192.

[7] Kotku,  Müminlerin Vasıfları,  Seha Neşriyat, İstanbul 1995,  ss. 19-20.

[8] Kotku, Tasavvufî Ahlak, I, s. 149.

[9] Kotku, Cennet Yolları, s. 240.

[10] Kotku, Müminlerin Vasıfları, s. 121.

[11] Kotku, Müminlerin Vasıfları, s. 118.

[12] Kotku, Tasavvufî Ahlâk, II, s. 111.

[13] Kotku, Cennet Yolları, s. 226.

[14] Kotku, Tasavvufî Ahlâk, II, s. 82.

[15] Kotku, Cennet Yolları, s. 385.

[16] Kotku, Hadislerle Nasihatler, I, s. 179.

[17] Kotku, Hadislerle Nasihatler,   I, s. 177.

[18] Kotku, Cennet Yolları, ss. 224 – 226. ; Kotku, Tasavvufî Ahlak, V, s. 216.

[19] Kotku, Tasavvufî Ahlâk,  III,  ss. 5-6.

[20] Kotku, Cennet Yolları,  s. 159.

[21] Kotku, Cennet Yolları,  ss. 226-227.

[22] Kotku, Tasavvufî Ahlak, III, s. 5.

[23] Kotku, Tasavvufî Ahlak, III, s. 6.

[24] Kotku, Tasavvufî Ahlak, III, ss.5-7.

[25] Kotku, Tasavvufî Ahlak, V, ss. 111-116.

[26] Melâmet: Arapça kökenli kelime, “yermek, kınanmak” demektir. “Kınayanın kınamasından korkmazlar” ( Maide 5/54.) ayetinden esinlenerek Melâmîlik doğmuştur.

[27] Kotku, Tasavvufî Ahlak, V, s. 112.

[28] Kotku, Tasavvufî Ahlak, III, s. 57.

[29] Kotku, Tasavvufî Ahlak, V, ss. 113-114.

[30] Yusuf 12/5. ; Hasan Tahsin Feyizli, Feyzu’l Furkan Kur’an-ı Kerim Açıklamalı Meali, Server İletişim, s. 253.