Kuşkusuz bugün cehaletin yayılmasındaki en önemli faktör, internet ve sosyal medyadır. Özellikle sosyal medya, kıymeti kendinden menkul uzmanlar yaratmakta ve bunlar zaman zaman kasıtlı olarak zaman zaman da umarsızca cehaletin (yanlış ve kirletilmiş bilginin, sansürlenerek kadük bırakılmış gerçeğin) kitleselleşmesine hizmet etmektedir.
Mehmet ÖDEMİŞ
Dr., Tarihçi-Yazar

Enformasyon işlemek, canlılığın varoluşsal özelliklerinden ilkidir. Bilgi, tek hücreli canlılardan virüslere, basit omurgalılardan kognitif yetenekleriyle temayüz eden insana kadar tüm mahlukatta kritik bir önem taşımaktadır. Bilgi-insan ilişkisi özelinde düşündüğümüzde ise insanı ademden (yokluktan) âdemliğe çıkaran çok özel bir olgudan söz ediyoruzdur. Zira, Kur’ân-ı azimüşşan da “eşyanın isimleri”ni öğrenen varlık olması hasebiyle insanın ontolojik önemine dikkat çeker.
“Animal rational” ya da “hayevânün nâtık” olarak insanı diğer canlılardan ayıran temel nitelik; düşünce, düşüncenin temeli ise bilgidir. Öyleyse insanın hem ontolojik değerinin tespiti hem de benlik inşasında asıl unsur bilgi edinme süreçleridir. Geçmişte toplumun taşlara yazılan kültürel kodlarıyla şekillenen benlik/kimlik, günümüz bilgi çağında dijital yazıyla tab edilmektedir. Gerek dış dünyayla nasıl ilişki kurduğumuzu gerekse kendimiz hakkındaki düşüncelerimizin ana çerçevesini belirleyen de epistemik imkân ve kabiliyetlerimizdir. Denilebilir ki insan bilgiyle varlığını izhar eder. Kim olacağımız, ne bildiğimiz ve neye inandığımızla yakından bağıntılıdır. İnsan olabilmek ve insan kalabilmek için evvela bilgi kanallarımızın hijyenini sağlamamız gerekmektedir. Bilgi süreçlerini sterilize etmeden kişinin ne ya da kim olacağına özgürce karar verme imkânı yoktur.
İnsanlık tarihinin uzun yıllarında bilişsel yeteneklerimiz, maddi dünyanın ötesinde ruha atfedilirdi. Bu olgusal ya da algısal gerçeklik, insan aklının ve anlağının enformasyon yoluyla doğrudan ve profesyonel yöntemlerle istismar edilişini kısmen de olsa azaltıyordu. Sahih olanla sahtenin, yalanla hakikatin, hak ile batılın aynı anda dolaşımda olması; dezenformasyon, tezvirat, propaganda faaliyetleri, zanni bilgiyle hareket etmek, bilgi kanallarının güvenirliği ile ilgili problemler vb. hep vardı, hâlâ vardır. Özellikle konvansiyonel medyanın genişlemesi ve kitle iletişim araçlarının hayatlarımızın kaçınılmaz bir parçası haline gelmesi, enformasyonun insan benliği üzerindeki belirleyici etkisini artırdı. Yirminci yüzyılın sonlarında Almanya’da, yeni çıkan günlük bir gazete, Nietzsche’nin eline tutuşturulup insanların artık dünyada olup bitenlerden kolayca haberdar olacağı belirtildiğinde, ünlü filozof önce gazeteye sonra da bunu müjdeleyen(!) talebelerine bakmış ve şöyle demiş: “Desenize artık hakikati kimse öğrenemeyecek.”
Haber ve hakikat arasındaki ilişki, o zaman dahi bu kadar dramatik bir şekilde çelişikken, günümüzün dijital mecralarında çok daha sofistike metotlarla aklın dumura uğratıldığını ve rasyonel karar verme süreçlerinin akim bırakıldığını görmekteyiz. Dezenformasyon, algı operasyonları, subliminal mesajlar, bilinçaltı ikna taktikleri, duyusal maruz kalma etkisi, beyin yıkama ve propaganda faaliyetleriyle insanın düşünce, duygu ve karar organı olarak bilinen beyin, manipüle edilmektedir.
Geleneksel dünyada, insani hasletler gayri maddi bir nitelik, öz ya da töz olarak ruha atfedilirken insan daha korunaklı bir dünyada yaşamaktaydı. Ancak kognitif kabiliyetlerin, kafatasının içinde bulunan ve ağırlığı ortalama 1,5 kg olan insan beyninin fizikokimyasal etkinlikleriyle ilgili olduğu anlaşıldığında, birey medyatik suistimaller karşısında daha açık bir hedef haline geldi. Nörobilimin insan beyni hakkındaki bulguları, onun aleyhine kullanılacak bir şekilde araçsallaştırılmaya başlandı. Gerek dijital aygıtların bir parçamız olacak kadar bedenimize ilişmesi, gerekse insan zihninin biyolojik kodlarının çözülmesi, âdemoğlu-havva kızının daha kolay bir şekilde yönlendirilmesinin ve suistimal edilmesinin kapısını araladı. Epistemolojik zaaflar ve ideolojik koşullanmaların yol açtığı manipülasyonlar ise öznel tekilliği sakatlayacak bir düzeye ulaşmıştır.
Bilişsel yeteneklerin nöral süreçlerinin ifşa olması, beynin manipüle edilmesine; dijital aygıtların nomofobik düzeyde hayatlarımızın bir cüzü haline gelmesi ise küresel kapital amaçlar ve popüler egemen kültür karşısında insan edilgenliğinin zirveye ulaşmasına yol açmıştır. Hangi dinden ya da ahlâkî düzlemden olursa olsun, kişinin düşündükleri ile yaptıklarının, inandıkları ile yaşadıklarının arasındaki uçurumun korkunç derecede artmasına sebebiyet vermiştir. Alinasyon (kendine yabancılaşma)’nun doğurduğu psikopatolojiler, hiç olmadığı kadar yaygınlaşmıştır. Dünya milletleri arasında, sosyal medyayı en çok kullanan bireyler olarak maruz kaldığımız dezenformasyon ve acımasız bir kültür imhasına yol açan popüler kültür içerikleri, muhataplarını hipnotize etmektedir. Profesyoneller tarafından hazırlanan dijital iletiler ise İnsanlar (Nâs) suresinde dikkat çekilen “hannâs”ın (aklı baypas eden üfürükçülerin) yerini almış durumdadır.
Sosyal medya başta olmak üzere dijital medya içerikleri, psikiyatride “hakikat ilaçları” şeklinde isimlendirilen ve özellikle şizofreninin tedavisinde kullanılan eczalar gibi imaj çağının bireylerini, bir illüzyona maruz bırakmaktadır. Güdümlenmiş iletiler, insanları seküler ve lâdinî bir dünyanın vehmine yönlendirmekte; yüzleşilen ve aşılamayan tenakuzlar inanç erozyonuna yol açmaktadır. Boca edilen dış dünyanın sersemlettiği iç dünyada tin, yara almaktadır. Bilgi kargaşasında ekmek kırıntılarına dönüşen inanç, ne istikamet sağlayabilmekte ne de ikamet edilecek bir melce olanağı sunabilmektedir.
Nabi Hoca’nın Enformatik Cehalet adlı kitabında üzerinde durduğu bu paradoksal durum, Robert N. Proctor tarafından kavramsallaştırılan ve “cehalet bilimi” şeklinde tercüme edebileceğimiz “agnotoloji”nin, post-truth çağında insan tekini nasıl edilgenleştirdiğini gözler önüne sermektedir. Bir taraftan bilgiye erişim insanlık tarihinde hiç olmadığı kadar yayılıp kolaylaşırken diğer yandan aynı kitle iletişim araçları ve enformasyon, insanı teçhil etmenin (cahilleştirmenin) kullanışlı bir aracına dönüşmüştür.
Geçmişte medyayı tekelleştiren güçler, kimi zaman algıyla olgunun yer değiştirmesini sağlayarak, kimi zaman da algı ile olguyu üst üste bindirerek, kitleleri manipüle etmiş ve kolektif cehaletin katmerlenmesini sağlamışlardır. Bugünse dijital medya, aynı rolü daha sofistike bir şekilde icra etmektedir. Zembereğinden boşanmış ve gittikçe ivmelenen bir sürecin aktörü olarak teknoloji, konvansiyonel medyanın temerküz ettirdiği gücü atomize etmiştir. Belirli sınırlar içerisinde de olsa enformatik etki yaratma gücünün tekel olmaktan/tikellikten çıkıp tümelleşmesi sayesinde her birey, bir ‘influenser’a dönüşebilmiştir. Dijital dünyanın sunduğu kendi haber ağını yaratma fırsatı, öngörülemeyen çapta bir çarpan etkisi yaratabilmektedir. Her geçen gün daha da dijitalleşen evrende, sosyal medya kullanıcıları, ‘blogger’lar ve numeni tartışmalı olan fenomenler sanal gerçeklik inşa edebilmektedir. Söz konusu mecraları profesyonelce kullananlar ise insan aklını manipüle etmek için, teknolojinin tüm imkânlarından yararlanmaktadır.
Kuşkusuz bugün cehaletin yayılmasındaki en önemli faktör, internet ve sosyal medyadır. Özellikle sosyal medya, kıymeti kendinden menkul uzmanlar yaratmakta ve bunlar zaman zaman kasıtlı olarak zaman zaman da umarsızca cehaletin (yanlış ve kirletilmiş bilginin, sansürlenerek kadük bırakılmış gerçeğin) kitleselleşmesine hizmet etmektedir. Kitleselleşen cehalet, tekasürün verdiği niteliksiz lojistikle kendine meşruluk yaratmaktadır. Böylece “prefabrik kişilikler” dediğimiz, gerçeğin bilgisine eriş(e)meden fikretmeye ve hükmetmeye cüret edenler, her geçen gün artmaktadır.
Diğer yandan dijital medya eliyle spontane bir şekilde gerçekleşen karakter değişimi, bireyin karakter inşasında birincil hakkı olan özneleri etkisiz ve çaresiz bırakmaktadır. The Lonely Crowd’ın müellifi David Riesman, karakter inşasında asıl unsurları: “Ebeveynler, öğretmenler, akran grupları ve masalcılar” şeklinde sıralar. Kuşkusuz çocukların karakterinin teşekkülünde, hak da vecibe de öncelikle ebeveynlerindir. Bu süreçte öğretmenler ve akran grupları ikincil derecede rol oynarlar. Bu sıralamada egemen realite, masalcılar adı verilen grubun birinci sıraya yerleşmesine ve diğerlerinin rollerini de bypass ederek karakter inşasını alt üst etmiştir. Masalcılar; sanatçılar, yazarlar, bloggerlar, sosyal medya fenomenleri gibi dijital medya içeriklerini ustaca kullananlar; böylece propagandası/telkini yapılacak mesajı bireylerin -özellikle çocukların- zihnine resmedenlere verilen bir addır. Gençlik çağında zihnin biyolojik temelini oluşturan beyin, en esnek (nöroplastisite) aşamasındadır. Sonuçta öznel benliğin oluşumu sırasında yaşanan enformatik saldırı, bireysel kimliğin özerkleşmesi ve özelleşmesini baltalamaktadır.
Özetle, epistemik imkânları ıslah etmeden ayrıca kara borsa bilgiyi dezenfekte etmeden insanı korumak imkânsızdır. Bu yapılmadığı sürece, semavi dinlerin eşref-i mahlukat, ahsen-i takvim ve Tanrı’nın ruhundan nasiplenen özel ve özne varlık olarak tırnak içine aldığı insanın; Rousseau’nun kavramsallaştırmasında karşılığını bulan “soylu vahşi”ye nasıl dönüştüğünü anlamak imkânsızdır.