Mehmed Zahid Kotku’nun Din Anlayışında İman-Amel Bütünlüğü Vurgusu

Çağının diğer “dertliler”i gibi insan için en önemli kıymetin iman olduğunu her dem vurgulayan Mehmed Zahid Efendi (Rha), amelsiz imanın kaim olamayacağını anlatmaktan vazgeçmemiştir.

Mehmet ÖDEMİŞ

Dr., Eğitimci

1980 Kasım’ının döktüğü kutlu yapraklardan biri olan Mehmed Zahid Kotku (Rha), hayata gözlerini uzun yıllar görev yaptığı İstanbul’da kapamıştır. Ehl-i Sünnet Akaidi, Cennet Yolları ve Tasavvufî Ahlak gibi önemli eserlerin de müellifi olan Kotku (Rha), ömrü hayatını ilme ve hizmete adamış bir aksiyom ve aksiyon insanıdır. Tasavvufu köşesine çekilip kendini zühd ve veraya adayarak yaşamak yerine; insan, toplum ve eğitim odaklı bir anlayışı yeniden tarif eden mütefekkir, Osmanlı’nın yıkılıp Cumhuriyet’in kurulduğu ve çok büyük toplumsal dönüşümlerin gerçekleştiği çalkantılı bir dönemeçte sorumluluk alarak öne çıkan isimlerden birisidir. Bireysel hayatında imanî yaşam tarzını merkeze almanın cesaret ve sadakat gerektirdiği bir vetirede o, tüm zamanını din-i mübini tebliğe tahsis etmiş; başkalarının imanını kurtarma gayesiyle hareket etmiştir.

Bu uğurda pek çok sıkıntıya göğüs geren Kotku Hocaefendi, önüne çıkan/çıkartılan engeller karşısında yılmadan insan yetiştirmenin bir yolunu bulmuştur. “Peygamberlerin gerçek varislerinin alimler” olduğu şuurunca hareket eden Kotku (Rha), dilinden salavatını, kalbinden muhabbetini düşürmediği, peygamberinin emanetine hakkıyla sahip çıkan münevverlerden biridir. Özellikle etrafında kümelenen gençlerle alakadar olan âlimimiz, onlara ahireti unutmadan dünyada var olmanın kadim yollarını somut sosyal pratikleri önlerine sererek göstermiştir.

Çağının diğer “dertliler”i gibi insan için en önemli kıymetin iman olduğunu her dem vurgulayan Mehmed Zahid Efendi (Rha), amelsiz imanın kaim olamayacağını anlatmaktan vazgeçmemiştir. O, ihlasla yapılacak ibadet ve taatlerin imanı kavi kılacağını, bunun için de salih amelin eksik bırakılmaması gerektiğini kaydetmiştir. İmanla amel arasındaki ilişkiyi can ile ceset arasındaki ilişkiye benzeten mütefekkir, ihlasın ancak bu ikisinin birlikteliğinden neşet edeceğini ifade etmiştir. Namaz, oruç, cihad, zikir, tesbihat, Kur’ân tilaveti gibi amellerin imanı kuvvetlendireceğini, böylece dış dünyada fütursuz ve korkunç bir şekilde yaşanan değişime karşı bir korunma kalkanı hasıl olacağını belirtmiştir. Nasıl ki merhum Sezai Karakoç bir “diriliş işçisidir” denilebilir ki Mehmed Zahid Kotku (Rha) da bir “iman işçisi”dir.

Tevbenin değerini sürekli dile getiren bilge sufi, günahından istiğfar eden müminin günahsız mümin gibi cennetle müjdelendiğini kaydeder. Zamana sâri günahlarla zamane günahlarından korunmak için kalpte zikrullahın ve sohbet meclislerine devamın gerekliliğini vurgulayan üstat, yine de Cenâb-ı Hakk’ın tevfiki olmadan hiçbir işin başarılamayacağına dikkat çeker. İnsanî iradenin üzerinde ilahî irade bütün haşmet ve kudretiyle öylece durmaktadır. İnsan ne kadar çabalarsa çabalasın Allah’ın dilemediği bir işin gerçekleşmesi mümkün değildir.

İmanla küfür arasındaki epistemolojik hattı belirgin bir şekilde çizen Mehmed Zahid Efendi (Rha), harama helal demedikçe mümin için tevbe kapısının kapanmayacağını ve rahmet-i ilahînin sağanak halinde yaşanacağını belirtir. Zira Allah’ın yanlış dediğine doğru, çirkin dediğine güzel, haram dediğine helal, kötü dediğine iyi demek kendi aklını put edinmekle eştir. Bilinçli bir şekilde bunu yapan kişi, maazallah küfür çukuruna düşmekten kurtulamaz. Bu nedenle imanla amel arasındaki ilişkide kilit taşı, aksiyolojik kabullerde yatar. “Mümin, değer yargılarını Allah’ın belirlediği kişidir.” Kişi, bulunduğu indi ve çağcıl koşullar itibariyle yasaklanan ya da emredilen fiilin arkasında yatan hikmeti anlayamasa da aklını, iradesini ve tüm benliğini Rabbine teslim ederek kalabalıkların kabalığından sıyrılıp göklerin seçkin kıldığı birine dönüşebilir.

Yine de günah küçük görülmemeli yahut küçük günahlar yaşam tarzı haline getirilerek günlük hayatın rutinine bağlanmamalıdır. Haddizatında “ısrar ile sağîra, olur kebîra” kuralı bir ser levha olarak müminin anlağında her dem diridir. Her masiyetin küfür olmadığının altını çizen mütefekkir, amelin imanın var kalımında ne kadar hayati bir işlev gördüğünü fark ettiği için İmam Şâfiî’nin “uzuvlarla amel”i iman tanımına dahil ettiğine işaret eder. Amelsiz iman, bir cendereye sıkışmış ve nefes almakta zorlanan kuş gibidir. Taatler, mahpushaneden gökyüzüne açılan pencerelere namzettir. Kişinin imanına umut bağlayabilmesi de ancak bilişsel, zihinsel ve fiziksel zikri dilinden eksik etmemesiyle mümkündür.

Kotku (Rha), iman-amel münasebeti hakkında kendilerine sık sık atıfta bulunduğu İmam Eş‘arî ve İmam Mâtürîdî gibi düşünürler, onların açtığı evlekten gider. Zira sahibü’l-mezhep bu iki mütefekkir de iman-amel birlikteliğinin önemine eserlerinde dikkat çeker. Öte yandan o, amelsiz imanı mümkün gören irca düşüncesine itiraz eder. Zira ona göre imanı, amelsiz bırakmak onu ölüme mahkûm etmek gibidir.   

İman kadar zıddı olan küfrün de taşıdığı önemin farkında olan mütefekkir, Ehl-i Sünnet Akaidi isimli eserinin üçüncü bölümünü “Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat’e Göre Küfre Müeddi Olan Meseleler” başlığına tahsis eder ve Elfâz-i Küfür bahislerini ayrıntılı bir şekilde inceler. Kotku (Rha), pek çok insanın gerek dinî bilgi eksikliğinden gerekse dinî olana yönelik hassasiyetin eksilmesinden mütevellit göğsünde şüpheli imanlar taşıdığının farkındadır. Bu meselenin dinî değerini bilen bir bilge olarak o, önce imanı sonra da onu tüm çağcıl saldırılara karşı ayakta tutacak ameli hatırlatmakta ısrar eder.

Gerek Kotku’nun yaşadığı çağın gerekse ondan daha ziyadesiyle bu çağın asıl sorunu, Allah’ın varlığı ya da yokluğundan maada inandığını iddia/ifade edenlerin sanki O (Allah c.c.) yokmuş gibi yaşamalarıdır. Hem benliğin teşekkülünde rol alan değer yargıları hem de amelî hayatın aktüel pratiklerinde rol oynayan ahlaki ve metafizik kabullerin ilahî olanla örtüşmemesi; teori ile pratik arasındaki uçurumu her geçen gün biraz daha artırmaktadır. Modern dünyada din, hayatın içinde kültürel bir motif olarak dahi yer bulmakta zorlanmaktadır. Eskiden hükümdar ve hükümferma olan inanç; munis, evcil hatta versatil bir aksesuara dönüşmüştür.

İnsan için en büyük şerefin “kulluk”ta yattığını dillendiren Kotku (Rha), İsrâ suresinin başında Hak Teâlâ’nın “Kulunu geceleyin yürüttü.” ayet-i celilesiyle kulluğun bir paye olarak nitelendiğini belirtir. Zira gece yolculuğunun sonunda “kutlu kul”u bekleyen miraç gibi ayrıcalıklı bir misafirperverlik olmuştur. Yine kelime-i şehadette kulluk, nebilikten önce zikredilerek değer skalasındaki fevki işaret edilmiştir. Kulluğun başı iman, zirvesi ise amelde ihlastır. Onun ifadesiyle “Kulluk, halktan Hakk’a doğru çıkmanın” yegâne imkânıdır. Sanılanın aksine gerçek özgürlük, halka yakın olmakla değil Hakk’a yakın olmakla elde edilir. Seküler anlamıyla özgürlük, aldatıcı ve ayartıcı bir illüzyondur. Aşkın bilinçle temellendirilen özgürlük ise ışığını ve ışkınını Bâkî olandan almaktadır. Haddizatında hakiki özgürlük, ölümsüzlükle kesişme potansiyelini uhdesinde taşıyan özgürlüktür.

Bu satırlara mebni olarak Allah’ın diniyle dertlenen, vatan ve millet sevgisiyle dîl/lenen üstadı vefatının 41. yılında minnet ve rahmetle anıyoruz.