Medeniyet denilen olgunun, insanın yarattığı nesnelere göre olmadığını insanın yaşadığı ilişkilere göre şekillendiğini belirtir. Ona göre insan ilişkileri, medeniyet inşa ettiği gibi, medeniyetin en büyük yıkıcısı da olabilmektedir.
Hatice BALİN
Uzman Sosyolog

Hayatın koşturmacasında zamanın nasıl geçtiğini anlayamıyoruz. Hafta başı ve sonu birbirini kovalarken unuttuğumuz, kaçırdığımız ne çok şey var. Adeta bu koşturmacada insanlar günlük hayatın içerisinde kendini unutuyor, kalbini unutuyor, Rabbini unutuyor. Cenab-ı Hak bize ‘din hatırlatmadır’ diyor. Ramazanda bize bizi hatırlatıyor. Adeta “Kendinize gelin nereye gidiyorsunuz?” diyor. Senin bir Rabbin var. Yaratılanların arasında en kıymetli, yüce bir varlıksın, senin bir kalbin var. Etrafına bir bak sahip olduğun ne çok şey var. Ailen var, akraban ve dostların var. Ramazan’ın bize verdiği bütün bu mesajlar dünya hayatında sahip olduğumuz nimetlerin farkında olmamızı sağlıyor. Ramazan’ın bize getirdiği en büyük nimet ise bize bizi hatırlatıyor. Nefsinin esiri olma, kendinin kölesi olma diyor. Evet, on bir ayın sonunda, bu koşturmacada, bir anda çat kapı gelerek bize kendimize gelmemizi sağlayan ayın adıdır Ramazan…
İslam mütefekkiri Sezai Karakoç (1967) şöyle der; Müslümanlara göre, bir aylık bu diriliş, aslında on bir aya hazırlanmak için bir mektep olduğunu vurgularken kişinin bu mektepte iradesini kullanarak, Allah için nefsinden fedakârlık yaptığını belirtiyor. Kişinin kendi özgür iradesi ile yaptığı bu amelin Rabbine yakınlaştırdığını da söylüyor. Ramazan mektebinin oruç ibadeti, insan nefsini terbiye ediyor. Her yıl evimize misafir olarak gelen ve bizim yeniden dirilmemize vesile olan bu ayı bir fırsat bilerek iyi değerlendirmek gerekiyor. Kişi yaptığı bu ibadet ile insana yakışmayan her türlü kırıcı, yıkıcı ve bozucu söz, duygu, düşünce ve davranıştan uzak durmaya özen göstermeli ki Ramazan mektebinden takdir alarak mezun olsun. Bu mektepte yeniden dirilişle edindiği ibadet alışkanlıkları, yaşam felsefesine dönüşsün. Aslında mü’min, mübarek Ramazan ayının rahmet pınarından tertemiz, arınmış, tüm kötü davranışlarından kurtulmuş ve değişimi kendi içinde yaşamış olarak çıkmaya adaydır. Yeter ki bu değişime talip olsun. Yaşadığı bu son Ramazan’mış gibi kıymetini bilsin. Kişi, Ramazan’da insani olgunlaşmayı ve gelişmeyi sağlayacak şekilde değişim geçirmelidir. Dirilişin İslam medeniyeti ile gerçekleştiğini eserlerinde en güzel şekilde anlatan Karakoç; Ramazan’ı bir insanlık ve medeniyet sistemi ve süreci hâline getiren dinamik, onun değiştirici ve dönüştürücü öz olduğunu anlatır. Medeniyet denilen olgunun, insanın yarattığı nesnelere göre olmadığını insanın yaşadığı ilişkilere göre şekillendiğini belirtir. Ona göre insan ilişkileri, medeniyet inşa ettiği gibi, medeniyetin en büyük yıkıcısı da olabilmektedir. Ramazan mektebinde yaşanılan bu olumlu değişim ümmetin kurtuluşuna da vesile olabilir (Karakoç, 1967).
Bu yıl Ramazan bahar ayına denk geldi. Kupkuru ağaçların dalları adeta iskeleti andırıyormuşçasına yeniden dirilmeyi bekleyen askerler gibiydi. Ramazan ayının gelmesi ile etraftaki ağaçların açan minik çiçekleriyle bir gelin gibi süslenmesine şahit olduk. Adeta, ben dirildim. Ey insanoğlu, mübarek ay olan Ramazan’da senin dirilmen için fırsat diyordu. Ümmetini çok seven Peygamber Efendimiz (s.a.v) Ramazan orucu hakkında “Her şeyin bir zekâtı vardır; bedenin zekâtı da oruçtur” (Kuran ve Sünnet, 2019, Ebu Davut, Zekât, 32.) hadis-i şerifiyle de orucun bedenimiz için bir arınma vesilesi olduğunu belirtmiştir. Ayrıca nasıl ki zekât, malın temizlenmesini, bereketlenmesini ve korunmasını sağlıyorsa aynı şekilde oruç da bedenin hastalıklardan arınmasına, sıhhate ulaşmasına vesiledir. Bugün, orucun sindirim sistemi üzerindeki olumlu ve hatta iyileştirici etkisiyle beden ve ruh sağlığı bakımından insana sağladığı faydalar, doktorlar tarafından da kabul edilmektedir. Oruç manevi olarak da bizleri temizler. Peygamber Efendimiz (s.a.v): “Kim inanarak ve karşılığını Allah’tan bekleyerek ramazan orucunu tutarsa geçmiş günahları bağışlanır” (Kuran ve Sünnet, 2019, Buhari, İman, 28.) buyurmak suretiyle Ramazan’ın ve orucun manen dirilten, arındıran ve dönüştüren gücünün varlığından bize bahseder. Dünyanın kirinden, debdebesinden yorulan bedenimiz için bu temizlik çok büyük bir ihtiyaç, nasıl ki bir ev yılda bir defa derinlemesine büyük temizliğe, bakıma ihtiyacı olur ve temizlenir, örümcek ağlarından kurtarılır, kiremitleri aktarılır, sıvanır, yıkanır, onarılır ve badana edilir, yani yeni yapılmış hale getirilirse, bir ruh da yılda bir kere, böyle bir genel temizlik ister. Tıpkı Müslüman bir şehrin, Ramazan ayında ruhi canlılık ve hareketi, yükselme ve ilerlemesi birbirini çok andırır. Oruç ahlakla, adaletle ve akılla; cehalete, zulme, şerre, şiddete, atalete ve yozlaşmışlığa dur diyerek bizi tutar. Oruç demek ki, bir noktadan bakılınca ruhu ve vücudu arındırarak, her türlü ahlak, akıl ve adalet dışı söz, ilişki ve davranıştan sakınmamıza vesile olur. Hatta bizim tevhid ışığında aydınlanmamızı sağlar. Ramazan mektebinin oruç ibadeti ile kazandırdığı diğer boyut ise toplumsal açıdandır. Ahlaki ve manevi açıdan donanımlı hale gelen insan toplumsal hayatta dürüst ve adalet çerçevesinde yaşamaya dikkat eder. Böyle biri toplumda olumlu etkiler bırakır. Herkesin bu minvalde hassasiyetinin oluşması, bu duygu ve düşünceler ile hareket etmesi sosyal hayatın düzenli, huzurlu ve güvenli olmasını sağlar. Burada birey ve toplum dengesine dayalı sosyal bir yapı ortaya çıkmaktadır. Zaten insanların büyük çoğunluğunun arzu ettiği de bireysel ve toplumsal hayatta huzurlu ve güvenli bir hayat yaşamaktır. Farabi böyle bir topluma, erdemli toplum adını vermektedir. Ona göre erdemli toplumun bireyleri “saadete ulaşabilmek için çalıştığı takdirde fazileti kuvvet kesbeder” (Farabi, 1990).
Yukarıda da bahsettiğimiz gibi Ramazan ayında yapılan ibadetleri, sosyal bir ibadet olarak tanımlamak yerinde olur. Toplu teravihlerin kılınması, iftarların verilmesi (akrabaların, dostların yanı sıra ihtiyaç sahiplerine toplu olarak verilen iftarlar gibi) toplumdaki sosyal bağları güçlendirdiği gibi kardeşlik bağlarını da güçlendirmektedir. Bu duygu durumunu, Psikiyatrist Nevzat Tarhan (2019) psikoloji biliminde ‘sosyal sermaye’ olarak adlandırmaktadır. Sosyal bilinç olarak ifade edilen yardımlaşma, paylaşma, bizim kültürel değerlerimizde infak olarak geçtiğini vurgularken, sosyal sermayesini infak ederek değerlendiren o kişiye, insan ilişkilerinde duygudaşlık, ilişki yönetiminde güven ve saygı oluşturduğunu belirtir. Çünkü temel ihtiyacından fazlasına kendisinin egosunu tatmin için değil, bireysel çıkar için değil, toplumsal fayda için kullanmıştır, der. Toplumumuzda Ramazan zekât ve infak ayı olarak bilindiğinden dolayı bu ayda daha fazla yapılır. Peygamberimiz (s.a.v) Ramazan’da infak edilmesini tavsiye eder, kendisi de infak ettiğinde çok haz duyardı. O’na kendi açlığını unuttururdu. Peygamber Efendimizin bu örnekliği bize; infakta en güzel düsturun ve ahlâkın, sevinerek verebilmekolduğunu, verdikçe de gönül huzurunun artması ve böylece kalplerde cömertlik deryasının oluştuğunu gösterir. Hz. Mevlânâ infak ile öğütlerini ise şöyle dile getirmiştir:
“Mal, sadaka vermekle hiç eksilmez. Bilâkis hayırlarda bulunmak, malı kaybolmaktan, zâyî olmaktan korur!
Altın, zekât vermekle hiç eksilmez; aksine fazlalaşır, artar! Verdiğin zekât, kesene bekçilik yapar, onu korur.
Ekin ekenin ambarı boşalır, lâkin hasat vakti gelince, saçtığı tohumlara karşılık kaç mislini geri alır! Boşalttığı bir ambara mukabil, kaç ambar dolusunu iade alır!..
Fakat buğday, yerinde kullanılmaz da ambarda saklanırsa; bitlere, küçük kurtlara, farelere yem olur. Bunlar da onu tamamıyla mahvederler” (Sambur, 2019).
Peygamber Efendimiz, gösteriş ve riyadan uzak, sağ elinin verdiğini sol eli bilmeyecek derecede yardımlaşma hususunda gizliliğe riayet edenleri Allah Teâlâ’nın mükâfatlandıracağını bildirmektedir. (Buhari, 2019, Zekât, 16.) Peygamberimizin (s.a.v) verdiği bu mesaj, bizlerin hayırda yarışmasını tavsiye ederken, infak veya zekâtın gösterişe dönüştürmeden yapılmaması gerektiğini vurgulanmaktadır. Bu davranışın Müslümana yakışmayacağı aşikârdır. İnfakın arkasında görünme isteği, bilinme arzusu, gösterme duygusu varsa, bu gösteriş zaafı o infakın zayi olmasına neden olacaktır. Kur’an’da Allah’a ve ahiret gününe inanmadıkları hâlde mallarını gösteriş olsun diye harcayanlar kınanmış ve şöyle buyrulmuştur:
“Ey iman edenler! Allah’a ve âhiret gününe inanmadığı halde malını insanlara gösteriş yapmak için harcayan kimse gibi sadakalarınızı başa kakmak ve incitmek suretiyle boşa gidermeyin. O kimsenin misali, üzerinde toprak bulunan düzgün ve yalçın bir kayadır; kayanın üzerine şiddetli bir yağmur yağmış, onu çıplak halde bırakmıştır. Bu gibilerin kazandıkları hiçbir şeyden istifadeleri olmaz ve Allah, inkârcı topluluğa hidayet vermez.” (Bakara, 2/264) Allah’ı Teâlâ ayetleri ile bizi uyarırken, bu uyarıya kulak vermek ve tüm ibadetlerin ihlasa, samimiyete dönüşebilmesi ancak Ramazan ayında gerçekleşebilir. Yeniden dirilişin adı olur Ramazan…
Sezai Karakoç bu dirilişi “Samanyolu” eserinde en güzel şekliyle ifade eder:
“Diriliş önce insanın kendinde olmalı aşığın maşukuna kavuşacağı an gibi, yalnız, insan orucu özlemez, oruçta insanı özler. Ramazan ayı gelince, sıla-i rahim edenler gibi, meleklerin bile önünde eğildiği insana koşar. Oruç insana acıkır ve koşar gelir.” Bu özlem öyle büyüktür ki kavuşunca gelen mi memnun kalır? Yoksa misafir eden mi? İşte karşılıklı bu memnuniyeti sağlamak için misafir edenin büyük bir çaba göstermesi gerekir. Bize getirdiğinden onun giderken götürdükleri daha fazla olmalı, diyerek Karakoç, Ramazan’ın bizden hoşnut kalmasıyla bizim ondan hoşnut kalmamızla dirilişin resmini çizer. Önce mü’minin dirilişini anlattıktan sonra ümmetin kurtuluşu için dirilmenin önemine vurgu yaparken Batı medeniyetini eleştirir. Can çekişen bu medeniyeti fosilleşen bir sıvı haline benzetir. İdeolojilerin babalarından olan Adam Smith, Freud, Marks… gibi insanların birbirine yapışarak, birbirinde eriyerek yok olup gidecekleri günün yakın olduğunu dile getirir. Yıllardır İslam topraklarını sömüren anlayışın, birbirleri ile çekişmesi sonucunda zayıflayacağına da inanır. Çünkü her iki ideolojinin Müslümanın içini aydınlatmaktan tamamen uzak olduğuna söyler. Karakoç’a göre İslam topraklarını yıllardır sömüren bu zihniyet, kendi çıkarları uğruna medeniyetini inşa eder. İnşa ettikleri medeniyet kendi çıkarlarını gerçekleştirmek için engel tanımaz. Aslında yukarıda ki anlatım bize her iki medeniyeti de kıyaslar Batı’nın sadece materyalist bir uygarlık inşa ettiğini, Doğu’nun bu anlayışı eleştirmek yerine Batı’nın üstünlüğünü kabul eden bir tutum sergilediğini anlatır Her iki medeniyetin öleceğine ve İslam Medeniyetinin güçleneceği günlerin yakın olduğuna inanır. Ve bunun da diriliş nesli ile geçekleşeceğini belirtir. Yeniden dirilişin ise Ramazan ayının Müslümanlarda oluşan inkılap ile olabileceğine vurgu yapar:
“Oruç, ruha gelen bir ilham gibi, arıya bal ilham eden bir çiçek tozu gibi, gözü çeken ateş gibi, İslam ülkelerinin içinde bulunduğu çağın ruh halinde, bir diriliş saatine gebe, kendi derinliğinden ve insandan bir diriliş saatini çağırmada. Bu diriliş Kudüs’ü kurtaracak, Kudüs’ü miracına kavuşturacak bir diriliş saati. Suriye’yi, Keşmir’i, Doğu Türkistan’ı, Arakan’ı ve daha nice İslam Ülkesini kurtarma şuurunu belirlediği bir diriliş olacak” (Karakoç, 2012).
Bu dirilişin bir bedeli var. Bu bedele razı gelmek, zafere ulaşmak isteyenler için eski şairler Ramazan’ı ateşli kızgın bir çölü aşmaya benzetirler. İnsanın kendi fıtratı ve yaradılışıyla yüzleşmesi pek kolay olamasa gerek. Oruç tutmak, Rabbe yakınlaştırırken bu yakınlaşma da kolay olmaz. Acıkırsınız, susarsınız yorgun düşer üşürsünüz, kalbiniz titrer ama bir o kadar yumuşak bir hal alır. Ahiretin kapısının aralandığını hissedersiniz, o yüzden başkasıyla uğraşacak haliniz kalmaz. Kur’an okurken sizi Rabbiniz dinliyormuşçasına dil sürçmesinden imtina eder, ağırbaşlılıkla bir hüzün çöker üzerinize sonrasında aklınıza iftar vakti yiyeceğiniz bir dilim ekmeğin, içeceğiniz bir yudum suyun ne büyük bir nimet olduğunu hatırlar, bunun saadetini hayal edersiniz. Sonra birden iftar vakti yaklaştıkça tüm zahmetlerin Allah için olduğunu düşünür. Hamd ve şükür ile dirilişin lezzetine varırsınız. Âlimler der ki; orucunu böyle tefekkür ile tutanların iftarı Rablerini görmüşçesine bayram olur. Orucu sadece aç kalmak için tutanların bayramı ise boş midesini doldurmak olur (Eraslan, 2019).
Bin aydan daha kıymetli olan bir geceyi Ramazan içinde saklarken, o mübarek geceye ulaşmanın hayaliyle ibadetlerini geçiren mü’minler ibadetlerini Ramazan’ın razı olacağı şekilde yaparlar. Ramazan’ın son on gününde buluşma anına ramak kalmışken elinizin tersi ile dünyanın tüm nimetlerini iterek sadece Allah ile birlikte olmanın vakti gelmiştir artık. İtikâfa girmek sevdalının kor ateşe dönüştüğü, demlendiği anda sevgiliye kavuşma vaktidir.
“Ya Rabbim artık her şeyden vazgeçtim huzuruna geldim. Tüm acziyetimle karşındayım bana bu dünya sürgününde içimi dinginleştirecek bir işaret ver yeter. Zira senden başka gidecek kapım yok. Affına sığındım. Mağfiretine talibim diyerek tefekkür etmenin doyumsuzluğuna ermenin adıdır diriliş.”
Senlik, benlik davasından başımızı kaldırıp ne kadar haktan, adaletten, vicdan ve merhametten yana olduğumuzu düşünmemizin vakti. “Huzur’a vararak, “huzur” da durarak tefekkür etmenin, “huzur”un sere serpe bir rehavet olmadığını anlamanın vakti (Göka, 2021).
Artık sayılı günlerde Ramazan-ı Şerifi yolculamanın hüznünü yaşarken, okuldan mezun olan öğrenci gibi karnemizi almanın heyecanını, bayramın gelişi ile yaşıyoruz. Adeta bir mektep gibi Ramazan ayı boyunca ibadetlerimizin özellikle orucun bize neyi öğretip neyi öğretmediğini fark ederiz. Ramazan öncesinde ki “ben” ile şimdi ki “ben” arasındaki değişikliği görürsünüz. Çünkü oruç ile empati gücünüzün yükseldiğini, paylaşmanın, infakın ve dayanışmayla insan olma bilincinin öğrenildiğini hissedersiniz. Bunların sonucunda, asıl değerli olanın bir mü’min olarak, Allah’ın rızasını kazanmanın ve Hz. Peygamber Efendimize karşı bağlılığınızı deklare eden Müslüman olarak var olursunuz. Arınmanın huzuru ile bayram coşkusunu yaşarsınız. Oruç, ruhu diriltirken onun bütün kuvvetlerini de diriltmiştir. Ölüme doğru koştuğu bu son çağlarda, İslam toplumu tam ölmemişse ve hâlâ yaşıyorsa, bunu, gelip gelip dirilten Ramazanlara borçludur geniş ölçüde. Ve bir gün tam dirilecekse, bu da yine bir Ramazan’da başlayacaktır, Ramazanlarla başlayacaktır… (Karakoç, 2012)
“Ramazan’ı Şerifi hakkıyla eda ederek, bizlere bayrama ulaşmayı Rabbim nasip eylesin.”
Kaynakça
86, T. d. (2019). Kuran ve Sünnet . İstanbul: https://kuranvesunnet.org/20011916/.
Buhari, İ. (2019). Sahİh-İ Buhari . İstanbul: Çelik yayınevi.
Eraslan, S. (2019). Oruçla Allah’a Yakınlanmış Gönüllerin Bayramı. Diyanet Bayram Dergisi, 9.
Erbaş, A. (2021). Ramazan Bereketi. Diyanet İşleri Başkanlığı.
Farabi. (1990). El – Medinetül Fazıla . (N.Danışman, Çev.) İstanbul.
Göka, E. (2021). Orucun Zaferi ve Hak Edilen Bayram. Diyanet Bayram Dergisi, 6.
Karakoç, S. (1967). İslam Düşüncesi ”Oruç ve Diriliş”. İstanbul: Dirirliş Yayınları.
Karakoç, S. (2012). Samanyolunda Ziyafet. İstanbul: Diriliş yayınevi.
Sambur, B. (2019, 6 Pazartesi). RamazanSosyolojisi. (https://turkish.aawsat.com/home/writer/Bilal%20Sambur%20. adresinden alındı
Tarhan:, N. (2019, 05 26). “Ramazan psikolojik arınma, manevi yıkanma dönemi”. https://www.nevzattarhan.com/ramazan-psikolojik-arinma-manevi-yikanma-donemidir.html). adresinden alındı