Avrupa’da yaşanan gelişmeler, iş gücü sorununu doğurmuştur. Amerika’nın işgali de çalışacak insan ihtiyacını beraberinde getirmiştir. Neticede tarihte eşi benzeri görülmemiş bir kemiyet ve keyfiyette köleleştirme süreci başlamıştır.
Mustafa ÖZEL
Prof. Dr., FSMVÜ İslami İlimler Fak.

Herkesin kendine özgü değerleri, duyguları, düşünceleri, tercihleri, beğenileri vardır. Bunların kimisi doğuştan gelir kimisi zaman içinde çevreden edinilir.
Kırsal alanda yaşıyorsanız, doğaya, hayvanlara, toprağa, suya daha bir yakın olursunuz.
Çocukluk ve gençlik yıllarınız ticari bir ortamda geçtiyse ticarete, alım satıma, yatırıma ilginiz yoğun olur.
Gelişiminiz hakkın, hukukun, insanî değerlerin, adaletin, ahlakın merkezde olduğu bir muhitte gerçekleşmişse dünyanın gidişatı, ülkeler arasındaki ilişkiler, sömürgecilik, insanca bir hayat her daim gündeminizin ana konusu olur.
*
Tarihte insanların yer değiştirmeleri sık sık gerçekleşen bir olgudur. Bunların kahir ekseriyeti, tabii sebeplerden dolayıdır. Yaşama imkânlarının azalması, zorlaşması, güvenlik vb. nedenler toplumların yer değiştirmelerinde önemli etkenler arasındadır.
Bunlar arasında insanın hırsı, açgözlülüğü, başkalarının topraklarında, zenginliklerinde gözü olması, geçmişte olduğu gibi günümüzde de insanî değerlerin ayaklar altına alınmasının temel sebebidir. Dünya ve bize sunduğu imkânlar, herkese, bütün insanlara yetecek derecededir. Sorun, insanların, daha doğrusu kendilerinden başkalarını düşünmeyenlerin, dünyayı kendileri için cennet başkaları için cehennem olarak görenlerin asla ve kata doymayışlarıdır.
Avrupa’da yaşanan bilimsel ve teknolojik gelişmeler, Avrupa ülkelerinin dünyaya açılmalarını, daha doğrusu dünyayı sömürgeleştirmelerini beraberinde getirmiştir. Bir yandan doğuya bir yandan batıya bir yandan da güneye sarkmışlardır. Bu sarkma, beraberinde kitlesel soykırımları doğurmuştur. Avustralya’da, Amerika’da neredeyse yerli halk kalmamıştır. Hindistan ve Afrika’da fiilî bir soykırım gerçekleşmemiştir. Ancak bu topraklarda gerçekleştirdikleri kültürel, zihinsel, sosyal, dinsel değişimler soykırımdan daha az kötü değildir. Sözünü ettiğimiz topraklarda “kendisi” olan bir toplum neredeyse kalmamıştır. Bir toplumu “kendisi” kılan bütün değerler yok edilmiştir çünkü.
*
Avrupa’da yaşanan gelişmeler, iş gücü sorununu doğurmuştur. Amerika’nın işgali de çalışacak insan ihtiyacını beraberinde getirmiştir. Neticede tarihte eşi benzeri görülmemiş bir kemiyet ve keyfiyette köleleştirme süreci başlamıştır. Evet, kölelik insanlık kadar eskidir ve hep var olagelmiştir. Ama Avrupalıların Afrikalıları kitlesel olarak köleleştirmelerini anlatmanın, ifade etmenin imkân ve ihtimali yoktur.
Batılıların Afrikalılara, siyah derililere yaptığı en büyük kötülük, onları insan yerine koymamalarıdır. Bunun bir adım ilerisi onlara kendilerinin geri kalmış, yetersiz, medeniyetsiz, kültürsüz olduklarını kabul ettirmeleridir. Gerçi onlar bunu bütün dünyaya empoze etmeye çalışmışlardır. Bu çalışmaları, en çok Afrikalılar üzerinde etkili ve başarılı olmuştur. Kendisini eksik, yetersiz, düşük, ilkel gören birinin başkalarını taklit etmekten, mankurtlaşmaktan başka ne seçeneği kalabilir ki! Hani meşhur bir sözümüz vardır, bir adama kırk gün deli dersen deli olur diye. Bu düşünceyi, bu duyguyu bir insana kabul ettirdiğinizde işiniz oldukça kolaydır.
Afrika’dan gemilerle Avrupa’ya, Amerika’ya taşınanların birçoğunun, içinde bulundukları şartlar dikkate alındığında salimen karaya ulaşamadıklarını tahmin etmek hiç de zor değildir.
Dün zorla, kuvvet kullanılarak batıya götürülen Afrikalılar, bugün de kendilerine sunulan eğitim, spor, iş, vatandaşlık vb. cazip tekliflerle Avrupa’ya, Amerika’ya “taşınıyorlar”. Aslında dün ile bugün arasında olanda pek bir fark yok. Sömürü bir biçimde devam ediyor. Sadece şekil değiştirmiş vaziyette. Avrupa’da ve Amerika’da en yoğun, en zor işlerde çalışanlarla ilgili bir araştırma yapılsa, sonucun dışarıdan gelenler şeklinde çıkacağında kuşkum yok. Kendilerine “gelişmiş ülke” diyenler, gelişmişliklerini büyük ölçüde Afrika’dan ve doğudan gelenlere borçludurlar. Onların gelişmişlikleri göçmenlere, dışarıdan gelenlere bağlıdır.
*
Dünyadaki Afrika imajının fakir, yardıma muhtaç, medeniyetsiz, kültürsüz bir imaj olduğu hepimizin malumu. Doğru olan diğer bir konu da, bu imajın temelsiz, dayanaksız olduğudur. Bugün Afrika’da açlığın olduğu doğrudur. Ancak bu durum, bu kıtadaki ülkelerin uyguladıkları siyasetten çok batılıların yüzyıllardır doymak bilmeyen iştihalarının sonucudur. Afrika’daki yer altı zenginlikleri herkesin malumudur. Ne acıdır ki bu zenginlik, onlara değil kendilerini sömüren Avrupalılara yaramaktadır. Afrika topraklarının altı elmas, altın vb. kıymetli madenlerle doludur. Ancak bunların siyah derililere hiçbir faydası yoktur.
Batılılar buraları rahatça sömürebilmek, kolayca hırsızlık yapabilmek için hedef şaşırtmaktadır. Bir topluluğu, bir kıtayı medeniyetsiz olarak nitelendirmek tarihe, tarihî gerçeklere, insan psikolojisi ve sosyolojisine aykırıdır. İnsanın olduğu yerde bir biçimde medeniyet vardır. Her insan topluluğunun medeniyeti, bir diğerinden farklıdır. Bu da doğaldır. Çünkü insanların yaşadıkları coğrafya ve iklim, sahip oldukları din ve ahlak farklıdır. Bu farklılık da hayat tarzının, medeniyetin farklılığını doğurur. Bir insanın, bir toplumun kendi medeniyetini merkeze alarak diğerlerini ademe mahkûm etmeye asla hakkı yoktur.
*
Afrika ve Afrikalılar, bugün dünyada sporun değişik alanlarında öne çıkmaktadır. Bu kıta ve bu kıtanın insanları enerjiktir, enerji doludur. Bu durum, kıtanın ve insanlarının potansiyelini göstermesi bakımından mühimdir. Afrika insanı, batı teknolojisiyle, bu teknolojisinin ürünleriyle beslenmediği (!), büyümediği için tabiatı, doğal yapısı daha sağlamdır. Zaman zaman Afrika’da çıktığı söylenen hastalıklar, batılıların bu topraklarda yaptıkları operasyonların sonucudur. Son yıllarda değişik platformlarda sıklıkla dile getirilen sağlıklı olmanın doğal beslenmeye bağlı olduğu tezi, o topraklarda fiilen mevcuttur. Çok yemek, hastalıkların temel sebeplerindendir.
Bendenizin kanaatine göre gelecek yüzyıl Afrika’nın, Afrikalıların yüzyılı olacaktır. Bunun sebebi olarak da Afrika’nın, Afrika insanının temiz, kirlenmemiş, enerjisinin tüketilmemiş olmasını görüyorum. Batının her şeyiyle tükendiği, insanlığa verecek bir şeyi kalmadığı uzun süredir dile getirilen bir hakikattir. Batı bugün, az evvel de dediğimiz gibi dışarıdan devşirmelerle ayakta kalmaya çalışıyor. Bu sürenin uzama ihtimali, her geçen gün azalmaktadır.
*
Şu konuyu da hatırlatmak isterim. Tarihî ve coğrafî olarak yakın olduğumuz bu kıta hakkında maalesef çok bilgisiziz. Batılıların yerini almak isteyen İsrail, Çin gibi ülkeler, son yıllarda kara kıtanın çeşitli bölgelerinde uzun vadeli ve büyük yatırımlar yapmaktadırlar. Bu yatırımların temelinde ve arka planında bilgi vardır. Bilgi sahibi değilseniz, hiçbir şey yapamazsınız. Hatta yardım bile yapamazsınız. Bunun için de bilgiye ihtiyaç vardır. Son yıllarda Türkiye’de görülen Afrika ilgisinin yetersizliğini somut bir örnek üzerinden göstermek istiyorum. Hazırladığı özel sayılarla haklı bir yer edinen Hece dergisi, 2017 yılında iki cilt halinde bir Afrika özel sayısı yayınladı (sayı: 246-247-248). 1176 sayfalık bu özel sayı, büyük ölçüde tercüme yazılardan meydana gelmiştir. Çünkü bu konuda yetişmiş uzman yok ülkemizde. Elli beş civarındaki imzadan yerli olan, sekiz on tanedir. Bu sayı oldukça düşüktür ve düşük olduğu kadar da acı vericidir. Afrika’ya uzaklığın da net bir fotoğrafıdır. Geçmişe bakıldığında bugün Afrika’da, Afrika’nın değişik bölgelerinde, Afrika hakkında güzel şeyler yapıldığını söylemek, hakikatin bir ifadesidir. Ancak kendimizi ve ülkemizde yapılanları, başkalarıyla mukayese ettiğimizde ne kadar yetersiz olduğumuz da ayrı bir hakikattir.
Türkiye’de Afrika dendiğinde iki ismi mutlaka anmamız gerekir. Bunların biri Sezai Karakoç, diğeri Nuri Pakdil’dir. Her ikisinin de Afrika’ya olan ilgisi, kendi şartları ve dönemleri göz önüne alındığında oldukça kayda değerdir. Sezai Bey Mülkiye’de talebe iken Afrika adında bir dergi çıkarmayı düşünür. Bunun nedeni ise, Afrika hakkında çok konuşulmuştur. Artık harekete geçme zamanıdır. Karakoç’un günlük yazılarında ve şiirlerinde Afrika’nın öne çıktığına da işaret edelim. Nuri Pakdil’in şiir ve denemelerinin mühim konularından biri, Afrika’dır. O, Ortadoğu’dan sonra en çok Afrika’yı gündeme taşır. Hatta bir Afrika Enstitüsü kurulmasını teklif eder.
Evet şair olmak, yazar olmak uzak görüşlü olmayı gerektirir. Her iki yazar da ülkemiz şartlarına göre erken bir zamanda Afrika hakkında yapılması gerekenlere dikkat çekmişlerdir.
