Hız Çağı ve Dijital Akışta Sürüklenirken

Dijital yaşama geçerken hayatımıza giren “like kültürü” hislerimiz ve düşüncelerimizi şekillendirerek bireysel anlamımızın temel kaynağı haline gelmiştir.

Sevde ÖZTÜRK

İbn Haldun Üni. Sosyoloji Doktora Öğrencisi

Dijital yaşamın bugün insanın her türlü ilişki biçimini yeniden dönüştürdüğüne şahit oluyoruz. Bu dönüşüme, 1970’lerde yeni teknolojilerin erişilebilir olmasının ardından 1980’lerdeki sosyo-ekonomik yeniden yapılanma süreci eşlik etmiştir. Dönüşümün temelinde  en başında ağ teknolojisi ile tele -uzaktan varoluş yatmaktadır. Dijital yaşam, toplumsal ve bireysel anlamın temel kaynağını yeniden şekillendirmiştir. Manuel Castells’e göre, insanlar artık anlamlarını ne yaptıkları değil ne oldukları veya ne olduklarına inandıkları üzerinden şekillendirmektedir. Bu durum insanın kendisiyle ve doğa ile kurduğu ilişkinin aslında dijital ağ dahilinde belirlenmesine yol açmaktadır. Bu da en başta; kimlik, aile ve ulus kavramlarını yeniden tanımlaması anlamına gelmektedir. Dijital yaşam toplumun kurumlarını; kontroller, sınırlamalar ve toplumsal sözleşmeler ile dönüştürmüştür.

Tele-komünikasyon ile anında iletişim ve akışkanlaşma, bireye zaman ve mekan kavramlarını yeniden düşündürmüştür.  Çünkü telekomünikasyon artık mekanı yani coğrafyayı bir sorun olmaktan çıkarmıştır. Artık şirketler uzaktan uzağa tele konferanslarla iş bağlarken devletler uluslararası toplantılara imza atmaktadır. Paul Connerton, “Modernite Nasıl Unutturur” isimli eserinde bu konuya değinmiştir. İnsanüstü bir hız, devasa mega kentler, emek süreciyle bağı kopmuş tüketicilik ile modernliğin insanın aşina olduğu ilişki biçimlerinden koparıcı, anlamsızlaştırıcı yönüne dikkat çekmiştir. Bu açıdan dijital yaşama geçişte bireyin yaşadığı dönüşümün ilk örneğini, zaman ve mekan ile kurduğu anlamsal ilişkinin kırılmasında görebiliriz. Geçmiş, şimdi ve gelecek olarak anlamlandırdığımız insanlık tarihi, bugün büyük oranda “tele-varoluş”un anındalığı üzerinden şekilleniyor. İnsan, hem diğer insanlarla hem de nesne ile uzaktan kurduğu ilişkide artık bedenin ötesinde aynı anda her yerde mevcut olabilen bir hâl alıyor. Üstelik bunu hepimizin ortak olarak paylaştığı eş zamanlılık üzerinden yürütüyoruz. Bu ilişkinin en dikkat çeken yönü ise hızdır. Hız, ulaşım ve haberleşme  açısından iyi olarak görülse de insanı ve eylemlerini bir sonuç, veri veya oluşa indirgemektedir. Dahası, mekan ortadan kalktığı için insanın hafızasında mekana dair bir şey kalmayacaktır. Bu nedenle, mekanla bağı kopan insanın hafıza ve zamanla da bağı kopacaktır. Paul Virilio’nun şu sözü oldukça manidardır. “hiçbirşey gerçekleşmemekte, her şey geçmektedir”. Bu hızlı akış, insanın kendisi ve nesne ile kurduğu her türlü ilişkinin yüzeyselleşmesine yol açmıştır. Tele-iletişim esnasında, insanın doğal olarak kurduğu ilişki biçiminin yapay hale geldiğini görüyoruz. Bu noktada içinde bulunduğumuz ruh hali ve kavrama yetilerimiz bundan etkileniyor. Mesela önceleri herhangi bir cinayet veya salgın haberine verdiğimiz tepki, çok daha fazla şaşırma ve endişe içerirken şu günlerde böyle bir haberi okuyup ardından da komik bir videoya gülebiliyoruz. Bu durum bireyleri empati yoksunluğundan tutun duygu durumsal bozukluklara kadar sürükleyebilir.

Dijital yaşama geçişte, internetin kamusallaşması ve enformasyonun serbest akışı, insanın düşünce ve yargılarını, kabullerini de dönüştürmüştür. İnsanın nasıl düşündüğüne kendisi değil başkalarının yargısı yön vermektedir. Örneğin, sosyal ağ kullanıcısı bir insan özgür ifadesi ile paylaştığı bir düşünceyi, başkalarının onayı veya eleştirisine göre değiştirebilmektedir. Veya birey artık ihtiyaç duyduğu her zamanki tüketim nesnesine değil, kendisine reklam olarak sunulan nesneyi beğendiğine inandırılmaktadır. Her birimizin tükettiği vazgeçilmez ana markaların aynı olması bu açıdan hiç de şaşırtıcı değildir. Dijital yaşama geçerken hayatımıza giren “like kültürü” hislerimiz ve düşüncelerimizi şekillendirerek bireysel anlamımızın temel kaynağı haline gelmiştir. Öyleki beğeniyi hayatının merkezine koyan bir bireyin bu uğurda yanlış davranışlarda bulunması an meselesidir. Nitekim, Tik Tok kullanıcısı bir genç kızın arkadaşları ile birlikte masum bir genç kıza uyguladığı şiddet bunun en açık örneklerindendir. Bu şiddeti neden uyguladığına dair kendisine soru yöneltilen gencin söyledikleri oldukça çarpıcı; daha fazla beğeni almak için. Diğer taraftan Richard Senett, konunun farklı bir yönüne daha dikkat çekmiştir. Senett, otomasyon hayatımızda yayıldıkça, sabit insan becerilerinin azalacağını vurgulamıştır.  Bu da idealleşmiş yeni bir benliğin ortaya çıkmasına yol açacaktır. Sürekli değişen ve bilgi temelini sürekli değiştiren bir birey, doğal olarak geride kalma ve ezilme refleksleriyle hareket edecektir. Hatta bu değişimi yakalama kaygısı, “fomo” gibi bir şeyleri kaçırma korkusu gibi patolojik durumlar dahi ortaya çıkarmaktadır. Türkiye’deki üniversite öğrencileri üzerinde yapılan bir araştırmaya göre, aşırı sosyal medya kullanımı bir şeyleri kaçırma korkusunu arttırmaktadır. Peki sizlerde biraz fazla sosyal medya kullandığınızda herkes her şeyi sürdürürken geride kalmış hissediyor musunuz? İnsanların gündelik hayat aktivitelerini, serüvenlerini, tatillerini, düğünlerini, çocukları ve hatta her özel anını paylaştığı bu akışta kendinizi nerede görüyorsunuz?

Sonuç olarak, dijital varoluşla birlikte toplumsal ve bireysel yaşamın yeniden şekillendiğine şahit oluyoruz. Bu dönüşüm hem kendimiz hem de karşımızdaki ile olan ilişkimizde belirleyici olmaya başladığından beri pek çok problem yakamızı bırakmıyor. Başta toplumsal kuralları, değer yargılarını, mahremiyeti ve en nihayetinde insanı tüketen bu süreç bireyin kendisini kaybetmesine sebep oluyor. Bu noktada, dijital akışa dahil olurken sınırlarımızı, sabitelerimizi ve kimliğimizi korumanın önemi bir kez daha anlaşılıyor. Aksi takdirde, toplumsal ve bireysel anlamın temel kaynağını sürekli değişen ve tükenen ile ilişkilendirmek önce bireyi ardından da içinde yaşadığı toplumu hastalıklı hale getiriyor.

Kaynaklar

Castells, M. (2003). Ağ Toplumunun Yükselişi / Enformasyon Çağı: Ekonomi, Toplum, İstanbul: Bilgi ÜniversitesiYayınları.

Connerton, P. (2014). Modernite Nasıl Unutturur. (2. b.). (K. Kelebekoğlu, Çev.) İstanbul: Sel Yayıncılık.

Çetinkaya A.& Kınık, A. Murat &Gündüz, U. (2021). Fear of Missing Out and Problematic Social Media Use: A Research Among University Students in Turkey, November, AJIT-e Online Academic Journal of Information Technology 32(47):12-31.

Google, “Fomo: If you fear missing out, don’t panic, you’re not the only one”, 21.07.2022, https://www.japantimes.co.jp/life/2013/07/15/lifestyle/if-you-fear-missing-out-dont-panic-youre-not-the-only-one/