Mevlid kelimesini duyduğumda çocukluk yıllarımda, mahalle camimizde kandil gecelerinde okutulması, gül suyu ile akide şekeri dağıtılması aklıma gelir. Mahallenin neredeyse tüm çocuklarıyla şeker almak için mutlaka camiye koşardık.
Mucahid YILDIZ

Dilimizde sevgi, sevda, aşk kelimeleri genelde aynı manaları ifade ediyor gibi görünseler de kullanıldıkları yere göre farklıdır. Mesela aşk, en evvel Allah’a karşı duyulan sevgiyi anlatır. Kadın- erkek arasındaki sevgi de aşk ile ifade ediliyor. Ne kadar doğrudur tartışılabilir. Zira Allah’a âşık olanlar her türlü fedakarlığa hazırdırlar. Ancak birbirlerine âşık olduklarını söyleyen erkek ve kadınlarda aynı fedakarlığı görmemiz çoğu zaman mümkün olmamaktadır.
Asıl mevzumuza dönmeden önce yukarıda zikrettiğimiz kelimelerin Batı dillerindeki kullanılışına da bir göz atalım. İngilizce ‘love’, Almanca ‘Liebe’ olarak ifade edilen bu kelimeleri aşk olarak tercüme etmek oldukça zordur. Biz sevgi, sevda, aşk kelimelerini ilk duyduğumuzda daha çok manevi duyguları düşünürken, batılının aklına ruhu alakadar eden hissiyattan çok, iki cins arasındaki maddi münasebetler gelir. Biz sevgi ile hürmeti (saygıyı) bir arada görürken, batılılar ilk aşamada geçici maddi zevkleri anlarlar.
Süleyman Çelebi, Hz. Peygamberimize, aline ve ashabına duyduğu sevgi ve hürmeti Mevlid-i Şerif ismi ile de meşhur yani ‘şerefli bir doğum’, küçük bir şiir kitabında dile getirmiştir. Diyanet Vakfı tarafından yayımlanan İslam Ansiklopedisi’nin internet sitesinde verilen bilgiye göre asıl adı ‘Vesiletü’n necat’tır.
Mevlid kelimesini duyduğumda çocukluk yıllarımda, mahalle camimizde kandil gecelerinde okutulması, gül suyu ile akide şekeri dağıtılması aklıma gelir. Mahallenin neredeyse tüm çocuklarıyla şeker almak için mutlaka camiye koşardık. Bazı büyükler ve çocuklar şeker aldıktan sonra hemen camiyi terk etmenin yolunu ararlardı. Bu yüzden gül suyu ve şeker dağıtımı çoğunlukla sonlara bırakılırdı.
Maalesef bu eseri baştan sona hiç okumadım. Ancak mevlid toplantılarında okunan kısımları her Müslüman gibi ben de defalarca dinledim. Ve her seferinde Hz. Peygamberimize söylenen methiyeler daima gönlümü ferahlatmıştır. Efendimize, aline ve ashabına olan sevgi ve hürmetimi kuvvetlendirmiştir.
Ne var ki birçok faaliyetlerimizde olduğu gibi, mevlid merasimleri de son yüzyılda, Süleyman Çelebi’nin asıl gayesinin dışına çıkartılarak, bazıları tarafından sanki dini bir vecibe imiş gibi görülüyor veya gösterilmeye çalışılıyor. Seksenli yıllarda özellikle İstanbul sosyetesinde Mevlid okutarak gazetelerde boy boy resimlerle arzı endam etmek moda haline gelmişti. Son yıllarda sanıyorum bu ‘moda’ unutulur hale geldi.
Günümüzde bazı özel günlerimizde mevlid okutularak, Hz. Peygamberimiz (s.a.v.)’i hatırlatmanın herhangi bir zararlı yönü olduğunu düşünmek abesle iştigal olur. Tam tersine, Batı’nın cemiyetimize empoze ettiği, çengili çalgılı, danslı vs. düğünler yapmak yerine mevlid okunarak, ilahiler söylenerek, dualar yapılarak iki insanın bir ömür hayatını birleştirmesinin kutlanması elbette çok daha hayırlıdır. Aynı şekilde sünnet merasimlerinin de bu şekilde yapılmasının neden bir sakıncası olsun?
Burada acizane tekrar üzerinde durmak istediğim önemli nokta, mevlid okumanın hiçbir zaman dini bir görev olmadığıdır. Okumanın ya da okutmanın dinen gerekli bir görevmiş gibi anlaşılması elbette yanlıştır. Malayani lüzumsuz işlerle meşgul olmak yerine, mevlid dinleyerek efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v)’e salavat getirmek elbette daha faziletlidir.
Mucahid Yıldız