Vesiletü’n-necat’ın manzum siyer-i nebî kabul edilebilecek bir eser olduğu dikkate alınırsa içeriği ve kaynakları hakkında belli bir kanaat kendiliğinden oluşur. Bu gözle bakıldığında, eserin önemli ölçüde hadis metinlerine dayandığını görmek mümkündür.
Halil ŞİRİN
Vaiz- Antalya İl Müftülüğü

Yüce Rabbimizin imtihan sırrı gereği gönderdiği peygamberlere inanmayıp, Allah’ın (c.c) helak ettiği kavimler olduğu gibi gönderilen peygamberlere inanan ve onlara sıkı bir gönül bağıyla bağlananlar da hep var olmuştur. Müslüman toplumun her ferdi peygamberlerine bağlılığını çeşitli vesilelerle göstermişlerdir.
Sahabenin Hz. Peygamber’e (s.a.v) olan sevgisine baktığımızda; Taif dönüşü Hz. Peygamber’i (s.a.v) taşlayan müşriklerin karşısında Zeyd b. Harise’nin (r.a) kendini siper etmesi, vefatından sonra Bilal Habeşî’nin (r.a) bir müddet ezan okuyamaması ve yine Hz. Ömer’in (r.a) Hz. Peygamber’in (s.a.v) vefatını kabullenemeyişi ve daha birçok örnek sahabenin Hz. Peygamber’e (s.a.v) olan sevgisinin bir sonucudur.
Müslümanlar, gerek onu (s.a.v) şiirlerine veya eserlerine konu edinip doğumundan, hilyesinden, şemâilinden, mi’racından, hicretinden, mu’cizelerinden, örnek ahlakından, siyerden ve hadislerinden bahseden eserler telif ederek sevgilerini ortaya koymuş, gerek onun (s.a.v) Ravza’sını ziyaret ederek bağlılıklarını göstermişlerdir. Hz. Peygamber’den (s.a.v) sonra nesiller boyu bütün İslam âleminde bu sevgi hiçbir zaman azalmamış, aksine giderek artmıştır.
Türklerin Müslüman oluşundan günümüze kadar İslam’a yaptıkları hizmetler şüphesiz Allah (c.c) ve peygamber sevgisindendir. Çocuklarımıza koyduğumuz Hz. Peygamber’in (s.a.v) ya da Ehl-i Beyt’in isimlerinden, mevlid kandili programlarına kadar yapılan her faaliyet Hz. Peygamber’e (s.a.v) olan sevgiden kaynaklanmaktadır.
Süleyman Çelebi ve Eseri
Günümüze kadar Hz. Peygamber (s.a.v) hakkında onu öven birçok nesir ve şiir türü eser kaleme alınmıştır. Sahabe devrinde Hassan b. Sabit, Abdullah b. Ravâha ve Ka’b b. Mâlik gibi Hz. Peygamber’i (s.a.v) öven şair sahabilerin olması ve günümüze kadar muhtelif dillerde sayıları yüzleri aşan şiir tarzı eserlerin kaleme alınması Hz. Peygamber’e (s.a.v) olan aşkın bir göstergesidir. Bu eserlerden biri de Süleyman Çelebi’nin Vesiletü’n-necat adlı eseridir. Halk arasında “mevlid” diye bilinen bu eser, Süleyman Çelebi tarafından Hz. Peygamber’e (s.a.v) övgüler içeren bir şiir tarzında yazılmıştır. Yüzyıllarca Türk milleti tarafından itibar gören ve okutulan mevlid, hâlâ cami imamları tarafından cenaze, evlenme ve sünnet merasimleri gibi programlarda okunmaktadır.
Hayatı hakkında geniş bilgi bulunmayan Süleyman Çelebi tahminen 752/1351 yılında Bursa’da doğdu. Babası, Orhan Gazi zamanında İznik medreselerinde müderrislik yapan Şeyh Mahmud’un oğlu ve I. Murad dönemi vezirlerinden Ahmed Paşa olduğu ifade edilmektedir. Süleyman Çelebi’nin tahsil hayatı hakkında da yeterli bilgiye sahip değiliz. Ancak onun Sultan Bâyezid’in Dîvân-ı Hümâyûn imamlığına, daha sonra da Emîr Buhârî’nin tavsiyesiyle Ulu Camii’nin imamlığına getirilmiş olması iyi bir eğitim aldığını ve İslamî ilimlerde dirayet sahibi bir zât olduğunu göstermektedir. Ayrıca “Çelebi” diye anılması ise âlim ve gönül erbâbı bir kişi olduğunun bir başka ifadesidir.
Anlatılanlara göre bir vâiz cami kürsüsünde yaptığı vaazda “Biz onun peygamberlerinden hiçbirini ötekinden ayırmayız” (Bakara, 286) mealindeki ayeti tefsir ederken peygamberler arasında fark olmadığını, bütün peygamberlerin her konuda eşit olduğunu, bir peygamberin diğer peygamberlerden faziletli olamayacağını söylemiş ve camide bulunan bir Arap buna itiraz etmiştir. Süleyman Çelebi de “Bazı peygamberleri bazılarına faziletli kıldık” (Bakara, 253) mealindeki ayeti de düşünerek bu fikrin yanlış olduğunu, inanma noktasında bu ayetin değerlendirilmesi gerektiğini söylemiş ve eserini kaleme almıştır.
Mevlid’in Kaynakları
Mevlid’in kaynakları konusunu işleyen bir çalışma olarak ilk defa Veled Çelebi tarafından Erzurumlu Darîr’in mensur-manzum kaleme aldığı Siyer-i Nebî’si ile Âşık Paşa’nın Garîb-nâme’sinin tesirleri ana hatlarıyla ortaya konulmuştur. Âşık Paşa-Süleyman Çelebi etkileşimi hususunda, Köprülünün, Âşık Paşa’nın şairliği ile ilgili menfi görüşleri dayanak kabul edilmiştir. Kemal Yavuz, Mevlid’deki Garîb-nâme tesirini Mevlid’de Garîb-nâme’den aynen alınmış mısraları göstererek ortaya koymuştur.
Mevlid’in hadis kaynaklarına da yer verilecek olursa, Süleyman Çelebi’nin (ö. 825/1422) Süyûtî’den (ö. 911/1505) 86 sene önce vefat etmiş olması onun Süyûtî’nin eserlerinden faydalanmış olma ihtimalini ortadan kaldırmaktadır. Muhtemelen bu kaynaklar Süleyman Çelebi’den çok önce yaşamış olan Vâkıdî’nin, (ö. 207/823) İbn Hişâm’ın, (ö. 218/833) İbn Sa’d’ın, (ö. 230/845) ve Beyhakî’nin, (ö. 458/1066) eserleridir. İbn Sa’d’ın et-Tabakâtü’l-Kübrâ adlı eseri, İbn Hişâm’ın es-Sîretü’n-Nebeviyye’si, Beyhakî’nin Delâili’n-Nübüvve adlı eseri Mevlid’in hadis kaynakları konusunda önemli eserlerdendir.
Mevlid ve Hadis
Vesiletü’n-necat’ın manzum siyer-i nebî kabul edilebilecek bir eser olduğu dikkate alınırsa içeriği ve kaynakları hakkında belli bir kanaat kendiliğinden oluşur. Bu gözle bakıldığında, eserin önemli ölçüde hadis metinlerine dayandığını görmek mümkündür.
Eserler yazılış amacına uygun etkiyi meydana getirmişlerse, eserlerin müellifini hiç düşünmeden ve amacı olmayan bir açıdan değerlendirip tenkit etmek müellife de esere de haksızlık olur. Ancak hadis söz konusu ise hangi kaynakta yer alırsa alsın mutlaka Hz. Peygamber’e (s.a.v) ait olması gerekir. İyi niyetle de olsa hadis uydurmak caiz olmadığı gibi uydurma olduğu bilinen hadisi nakletmek de yanlıştır.
Toplumumuzda hadisle ilgili yanlış bir tavır, yıllardır, ısrarla sürdürülmektedir. O da dinî veya edebî bütün eserlerde okunulan her hadisin, müellifin kendi alanındaki şöhretine bakarak, sahîh kabul etme ya da reddetme anlayışıdır. Dolayısıyla Vesiletü’n-necat’ın hadislerinin analizi, eserin kendisine yönelik bir tenkit değil sadece hadislerinin sıhhati açısından durumunu tespitten ibaret bir yaklaşım olarak algılanmalıdır.
Süleyman Çelebi ve Hadis Anlayışı
Süleyman Çelebi, tasavvufî kültürle iç içe yaşamış bir zâttır. Tasavvuf ehli, hadiste sened bilgilerinden çok kastedilen mânâ üzerinde yoğunlaşmışlardır. Üzerinde bunun etkilerinin ve fikirlerinde yansımalarının görülmesi tabii karşılanmalıdır. Dolayısıyla Süleyman Çelebi, klasik manada anlaşıldığı üzere bir muhaddis değildir. O yüzden eserinden dayanak olarak çıkarılan hadisler arasında sahih rivayetlerle birlikte zayıf hatta hadis uleması tarafından mevzu olduğu iddia edilen hadislerin de bulunması yadırganmamalıdır. Çünkü Süleyman Çelebi, maksadı hadis rivayet etmek olan bir hadisçi değil, insanlara rehberlik eden bir mutasavvıftır. Kaldı ki Vesiletü’n-necat sadece bir mevlid kitabı değil, aynı zamanda bir ahlak kitabıdır. Onun muhtevası, Hz. Peygamber’in (s.a.v) güzel yaşamı olduğuna göre mevlidin insanlara güzel ahlakı öğretmek gibi bir amacının da olduğu söylenebilir.
Mevlid’den Çıkarılan Bazı Hadislere Örnekler
Süleyman Çelebi eserindeki birçok beyit hadislere dayandırır. Tevhid bahrindeki “Allah adın zikr idelim evvelâ /Vacib oldur cümle işte her kula/ Allah adın her kim ol evvel ana /Her işi âsân ider Allah ana /Allah adı olsa her işin önü /Hergiz ebter olmaya anın sonu” şeklindeki beyitleri كل أمر ذي بال لا يبدأ فيه ببسم الله فهو أبتر “Allah’ın (cc) ismiyle başlamayan her önemli iş güdüktür” (Ebû Dâvûd, Edeb, 21) şeklindeki rivayetten çıkarmış olmalıdır.
Allah’ın ezeli oluşu hakkındaki “Cümle âlem yok iken ol var idi /Yaradılmışdan ğani cebbar idi /Var iken ol yok idi insü melek /Arşü ferşü ay gün hem nuh felek” şeklindeki beyitler de كانَ اللّهُ تَعالى، وَلَمْ يَكُنْ شَئٌ قَبْلَهُ، وَكَانَ عَرْشُهُ عَلى المَاءِ، ثُمَّ خَلَقَ السَّمَواتِ وَالارْضَ، وَكَتَبَ في الذِّكْرِ كُلَّ شَئٍ “Allah vardır, O’ndan önce başka bir şey yoktur. O’nun Arşı suyun üzerinde bulunuyordu. Sonra gökleri ve yeri yarattı. Sonra Zikr’e (ebede kadar cereyan edecek) her şeyi yazdı.” (Buhârî, Bed’ül-Halk, 1) şeklindeki rivayetten çıkarılmış olmalıdır.
Hz. Peygamber’in (s.a.v) yaratılışı ile ilgili “Pes Muhammed’dir bu varlığa sebep /Sıdk ile anın rızasın kıl talep” şeklindeki beyitler de halk arasında meşhur olan لو لا ك لما خلقت الافلاك “Sen olmasaydın kâinâtı yaratmazdım.” (Aclûnî, Keşfu’l-Hafâ, II, 164) rivayetini akıllara getirmektedir.
Süleyman Çelebi, Hz. Peygamber’in (s.a.v) doğumu esnasında gerçekleştiği iddia edilen olayları konu alan veladet bahrinde “Hem Muhammed gelmesi oldu yakin /Çok alametler belirdi gelmeden” şeklindeki beyitleri لما كانت الليلة التي ولد فيها رسول الله ارجس ايوان كسرى وسقطت منه اربع عشرة شرفة وخمدت نار فارس ولم تخمد قبل ذالك بألف عام وغاضت بحيرة ساوة ورأى الموبذان إبلا صعابا تقود خيلا عرابا قد قطعت دجلة وانتشرت في بلادها “Hz. Peygamber’in (s.a.v) doğduğu gece kisra sarayının on dört sütunu devrilmiş, farsların bin yıldır yanan ateşi sönmüş, Save gölü kurumuş, Mûbezân, (İran Başkadısı) yüzlerce devenin önlerinde Arap atlarıyla Dicle’yi geçip ülkelerine girdiğini görmüştü.” (Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve, I, 126-127) şeklindeki rivayetten çıkarmış olmalıdır.
Yine Hz. Peygamber’in (s.a.v) doğduğu gece annesi Âmine’nin bir nur gördüğü rivayet edilir. Süleyman Çelebi “Dedi gördüm ol Habibin anesi /Bir aceb nur kim güneş pervanesi /Berk urup çıktı evimden nagehan /Göklere dek nur ile doldu cihan” şeklindeki beyitlerinde bunu dile getirir. Beyitlerinde zikrettiği, Rasûlullah’ın (s.a.v) annesi Âmine’nin sözü olduğu ifade edilen لما ولدته خرج منى نور أضاء له قصور الشام “O’nu (s.a.v) doğurduğumda benden Şam saraylarını aydınlatan bir nur çıktı.” (İbn Sa’d, Tabakât, I, 102) şeklindeki rivayeti hatırlatmaktadır.
Hz. Peygamber’in (s.a.v) doğumu esnasında gerçekleştiği ifade edilen bir başka rivayette de Rasûlullah’ın (s.a.v) annesi Âmine’nin üç melek gördüğü ifade edilir. Süleyman Çelebi “Gökler açıldı ve feth oldu zulem /Üç melek gördüm elinde üç alem /Biri meşrık biri mağribde ânın /Biri damında dikildi Kâbe’nin” şeklinde zikrettiği beyitlerini yine Rasûlullah’ın (s.a.v) annesi Âmine’nin sözü olduğu ifade edilen ورأيت ثلاثة أعلام مضروبات عَلَماً فى المشرق وعَلَماً فى المغرب وعَلَماً على ظهر الكعبة “Rasûlullah’ın doğumunda üç alem (işaret, iz, alamet) gördüm. Biri doğuda, biri batıda ve birisi de Kâbe’nin üzerindeydi.” (Suyûtî, Hasâis, I, 82) şeklindeki rivayetten çıkarmış olmalıdır.
Hz. Peygamber’in (s.a.v) doğduğu gece ile ilgili bir başka rivayet de annesi Âmine’nin susadığı ve kendisinin susuzluğunun giderildiğidir. Süleyman Çelebi bunu “Susadım gayet hararetten kati /Sundular bir cam dolusu şerbeti /İçtim anı oldu cismim nura gark /Edemezdim kendimi nurdan fark” şeklindeki beyitlerinde zikretmiş ve bunu da yine Rasûlullah’ın (s.a.v) annesi Âmine’nin sözü olduğu ifade edilen كنت عطشى فإذا أنا بشربة بيضاء لبناً فتناولتها فشربتها فأضاء منى نور عال “Susamıştım. Bir de baktım beyaz bir içecek, süt! Aldım, içtim ve benden yüksek bir nur çıktı.” (Suyûtî, Hasâis, I, 82) şeklindeki rivayetten almış olmalıdır.
Bir başka rivayette de Hz. Peygamber’in (s.a.v) doğduğu gece, Rasûlullah’ın (s.a.v) annesi Âmine’nin فرأيت كأن جناح طير أبيض قد مسح على فؤادى “Kalbimi sıvazlayan beyaz kuş kanadı gibi bir şey gördüm.” (Ebû Nuaym, Delâilü’n-Nübüvve, II, 611) dediği rivayet edilir. Süleyman Çelebi bunu “Geldi bir akkuş kanadıyla revan /Arkamı sığadı kuvvetle heman” şeklinde beyitlerinde zikretmiştir.
Hz. Peygamber’in (s.a.v) miracı ile ilgili rivayetleri de Süleyman Çelebi beyitlerinde zikretmiştir. Mesela “Aldı Cebrail burakı ol zaman /Ta Cenâb-ı Ahmed’e geldi revan /Tarfetü’l-Ayn içre Sultan-ı Ümem /Geldi Kudse erdi ve bastı kadem” şeklindeki beyitlerini أتيت بالبراق وهو دابة أبيض طويل فوق الحمار ودون البغل فركبت حتى أتيت ببيت المقدس “Bana Burak getirildi. O eşekten büyük, katırdan küçük beyaz bir hayvandı. Ona bindim ve Beytü’l-Makdis’e getirildim.” (Suyûtî, Hasâis, I, 250) şeklindeki rivayetten çıkarmış olmalıdır.
Miraçta Rasûlullah’ın diğer peygamberlerle görüştüğünü ifade eden Süleyman Çelebi “Erdiler evvel göke bi’l- İhtiram /Kapı açıldı ve girdi ol hümam /Hep gök ehli cümle karşı geldiler /Mustafa’ya izzet ikram kıldılar” şeklindeki beyitlerini ثم عرج بنا إلى السماء الدنيا فاستفتح جبرئيل فقيل من أنت؟ قال جبرئيل، قيل من معك؟ قال محمد، وقد بعث إليه؟ قد بعث إليه، ففتح لنا فإذا أنا بآدم فرحب بى فدعا لى بخير “Sonra (Cebrail ile birlikte) dünya semasına çıkınca (Cebrail’e hitaben) ‘Sen kimsin?’ denildi. ‘Cebrail’ dedi. ‘Yanında kim var?’ denildi. Cebrail: ‘Muhammed’ dedi. ‘Muhammed’e peygamberlik gönderildi mi?’ denildi. Cebrail: ‘Gönderildi’ dedi. Kapı bize açıldı ve bir de baktım ki Âdem! Bana ‘merhaba’ dedi ve benim için hayır duada bulundu.” (İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, VII, 333) şeklindeki rivayetten çıkarmıştır.
Hz. Peygamber’in (s.a.v) Cebrail ile yaptığı bu yolculukta Sidretü’l-Müntehâ’ya geldiklerinde Cebrail’in Sidre’yi geçmesine izin verilmediği ve Hz. Peygamber’in (s.a.v) yoluna artık kendisinin devam edeceği rivayet edilmiştir. Süleyman Çelebi “Her birinden türlü hikmet gördü ol /Tâ ki vardı Sidre’ye erişti yol /Bilmezem bu yolları ben nideyim /Kim garibim bunda kanda gideyim /Ger geçem bir zerre denlû ilerû /Yanarım baştan ayağa ey ulu” şeklindeki beyitlerini يا محمد هذه الشجرة التي ذكرها الله تعالى فيما أنزل فقال (عند سدرة المنتهى) لأنها كان ينتهي إليها كل ملك مقرب ونبي مرسل لم يجاوزها عبد من عباد الله قط غيرك “Ey Muhammed! Bu, Allah’ın sana indirdiği kitapta ‘Sidretü’l-Müntehâ’ diye zikrettiği ağaçtır. Ona yaklaşan her melek ve gönderilmiş her peygamber için o, son duraktır. Senin dışında hiçbir kula ileriye geçmesi için izin verilmemiştir.” (İbn Arrâk, Tenzîhü’ş-Şerîa, I, 182,183; Suyûtî, el-Leâli’l-Masnûa fî Ehâdîsi’l-Mevdûa, I, 72) şeklindeki rivayetten çıkarmaktadır.
Miraçta elli vakit namazın beş vakte düşürüldüğü ile ilgili rivayetlere de değinen Süleyman Çelebi “Sıdk ile beş vakit olundukça eda /Elli vaktin ecrini eyler Hak atâ” şeklindeki beyitlerini ثم فرضت علي الصلوات خمسين صلاة كل يوم فرجعت فمررت على موسى فقال بم أمرت ؟ قال أمرت بخمسين صلاة كل يوم قال أمتك لا تستطيع خمسين صلاة كل يوم وإني والله قد جربت الناس قبلك وعالجت بني إسرائيل أشد المعالجة فارجع إلى ربك فاسأله التخفيف لأمتك فرجعت فوضع عني عشرا فرجعت إلى موسى فقال مثله فرجعت فوضع عني عشرا فرجعت إلى موسى فقال مثله فرجعت فوضع عني عشرا فرجعت إلى موسى فقال مثله فرجعت فأمرت بعشر صلوات كل يوم فرجعت فقال مثله فرجعت فأمرت بخمس صلوات كل يوم فرجعت إلى موسى فقال بما أمرت ؟ قلت أمرت بخمس صلوات كل يوم قال إن أمتك لا تستطيع خمس صلوات كل يوم وإني قد جربت الناس قبلك وعالجت بني إسرائيل أشد المعالجة فارجع إلى ربك فاسأله التخفيف لأمتك قال سألت ربي حتى استحييت “Sonra namaz günde elli vakit olmak üzere farz kılındı. Hz. Musa’ya (a.s) gelinceye kadar indim. ‘Rabbin ümmetine neyi farz kıldı?’ diye sordu. ‘Günde elli vakit namaz’ dedim. ‘Vallahi ben tecrübe ettim. İsrâiloğullarıyla çok mücadele ettim. Ümmetin ona güç yetiremez. Dön ve rabbinden ümmetin için hafifletmesini iste’ dedi. Döndüm ve rabbim benden on vakit hafifletti. Musa’ya döndüm ve ‘Rabbim benden on vakit hafifletti’ dedim. ‘Dön ve rabbinden hafifletmesini iste’ dedi. Döndüm ve rabbim benden on vakit daha hafifletti. Musa’ya döndüm ve ‘Rabbim benden on vakit daha hafifletti’ dedim. ‘Dön ve rabbinden hafifletmesini iste’ dedi. Bu, günde beş vakit namazla emrolana kadar sürdü. Musa’ya döndüm ve ‘Günde beş vakit namazla emrolundum’ dedim. ‘Vallahi ben tecrübe ettim. İsrâiloğullarıyla çok mücadele ettim. Ümmetin ona güç yetiremez. Dön ve ümmetin için rabbinden daha hafifletmesini iste’ dedi. Artık rabbime (namaz konusunda) dönmeye utandım.” (Ahmed, Müsned, III, 148) şeklindeki rivayetten çıkarmış olmalıdır.
Süleyman Çelebi’nin beyitlerinde Hz. Peygamber’in (s.a.v) vefatı ile ilgili rivayetlerden de faydalandığı görülmektedir. Örnek olarak “Çağırın Bilal’e hem salâ versin /Ali yusun Fazl’ı suyumu kosun /Ebû Bekir dursun namazı kılsın /Ashablarım size olsun elvedâ” şeklindeki beyitler مروا أبا بكر فليصل بالناس “Ebû Bekir’e emredin (söyleyin) insanlara namaz kıldırsın” (Abdurrazzak, el-Musannef, V, 428), غسل رسول الله صلى الله عليه وسلم على والفضل وأسامة بن زيد “Rasûlullah’ı (s.a.v) Hz. Ali, Fazl b. Abbas, ve Üsâme b. Zeyd yıkadı.” (Beyhakî, es-Sünenü’l-Kübrâ, IV, 87), فأذن بلال ثم وقف بالباب فنادى السلام عليك يا رسول الله ورحمة الله وبركاته “Bilâl ezan okudu. Sonra kapıda durdu ve es-Selâmü aleyke yâ Rasûlallâh ve rahmetullâhi ve berakâtühû (Allah’ın selâmı, rahmeti ve bereketi senin üzerine olsun ey Allah’ın rasülü) diyerek nida etti.” (İbn Arrâk, Tenzîhü’ş-Şerîa, I, 373) şeklindeki rivayetlerden çıkarılmıştır.
Hz. Peygamber’in (s.a.v) vefatını konu alan bu fasılda vefatın gerçekleşeceği esnada ölüm meleğinin Hz. Peygamber’in (s.a.v) canını almak için izin istediğini Süleyman Çelebî “Sordu kabz için mi geldin yâ melek /Yâ ziyaret mi durur ancak dilek /Dedi gelmişem ziyaret etmeye /İzin olursa kabzedûben gitmeye” şeklinde beyitlerinde zikretmiştir. Bu beyitleri de يا أحمد هذا ملك الموت يستأذن عليك ولم يستأذن على آدمىّ كان قبلك ولا يستأذن على آدمىّ بعدك “Ey Ahmed! (s.a.v) bu ölüm meleğidir. Senden (canını almak için) izin istiyor. Senden önce hiçbir Âdemî’den (Âdemoğlundan) izin istemedi ve senden sonra da (can alma konusunda) izin istemeyecek” (Taberânî, el-Mu’cemü’l-Kebîr, III, 129) şeklindeki rivayetten çıkarmış olmalıdır.
Bir kısmını zikrettiğimiz bu hadisler hakkında sahih, hasen, zayıf ya da mevzu gibi değerlendirmeleri burada zikretmedik.[1] Sonuç olarak Süleyman Çelebi’nin eserindeki beyitlerin hemen hemen tamamının hadislere dayandığını söyleyebiliriz. Bu da Süleyman Çelebi’nin peygamber aşığı bir zat olduğunu göstermektedir. Eserinin amacının da topluma Allah ve peygamber sevgisi aşılamak olduğu aşikârdır.
Kaynaklar
ACLÛNÎ, İsmail b. Muhammed el-Cerrâhî ( 1162/1748 ), Keşfu’l-Hafâ, I-II, Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, yy, 1932.
AHMED İBN HANBEL, Ebû Abdillah Ahmed b. Muhammed b. Hanbel (241/855), Müsned, Çağrı Yay, İstanbul 1992.
BEYHAKÎ, Ebû Bekir Ahmed İbn Hüseyin (458/1065), es-Sünenü’l-Kübrâ, I-X, thk. Muhammed Abdulkâdir Atâ, Mektebetü Dâri’l-Bâz, Mekke 1414/1994.
————–, Delâilü’n-Nübüvve, I-VII, Dâru’l-Kütübi’l-Ilmiyye-Dâru’r-Reyyân Beyrut 1408/1988.
BUHÂRÎ, Ebû Abdullah Muhammed b. İsmail (256/870), el-Câmiu’s-Sahîh, Çağrı Yay, İstanbul 1992.
EBÛ DÂVÛD, Süleyman b. Eş’as es-Sicistânî (275/888), es-Sünen, Çağrı Yay, İstanbul 1992.
EBÛ NUAYM, Ahmed b. Abdillâh el-Esbahânî (430/1038), Delâilu’n-Nübüvve, I-II, Dâru’n-Nefâis, 2. Baskı, Beyrut 1406/1986.
İBN ARRÂK, Ebu’l-Hasan Ali b. Muhammed b. Arrâk el-Kinânî (963/1555), Tenzîhü’ş-Şerîati’l-Merfûa ani’l-Ehâdîsi’ş-Şenîati’l-Mevdûa, I-II, Daru’l-Kütübi’l İlmiye, Beyrut 1399/1979.
İBN EBÎ ŞEYBE, Ebû Bekr Abdullah b. Muhammed el-Kûfî (235/849), el-Musannef fi’l-Ehâdîs ve’l-Âsâr, thk. Muhammed Avvâme, Dâru’l-Kıble, Cidde ty.
İBN SA’D, Ebû Abdullah Muhammed b. Saîd b. Müni’ (230/845), et-Tabakâtü’l-Kübrâ, I-VIII, Dâru Sâdir, Beyrut ty.
SUYÛTÎ, Ebu’l-Fadl Celâluddîn Abdurrahman Ebî Bekr (911/1505), Hasâisü’l Kübrâ, Daru’l-Kütübi’l İlmiye, Beyrut 1405/1985.
————–, el-Leâli’l-Masnûa fî Ehâdîsi’l-Mevdûa, I-II,Daru’l-Kütübi’l İlmiye, Beyrut ty.
TABERÂNÎ, Ebu’l-Kâsım Süleyman b. Ahmed (360/971), el-Mu’cemu’l-Kebîr, I-XX, thk. Hamdi b. Abdilmecid es-Suflî, Mektebetü’l-Ulûm ve’l-Hakem-el- Mevsıl, 2. Baskı, yy, 1404/1983.
[1] Mevlide dayanak olabilecek daha fazla rivayetler ve bu rivayetler hakkındaki değerlendirmeler için bkz. Halil Şirin, Süleyman Çelebi’nin Vesîletü’n-Necât (Mevlid-i Şerîf) adlı eserindeki hadis dayanakları ve değerlendirilmesi, Süleyman Demirel Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Temel İslam Bilimleri Anabilim Dalı Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Isparta, 2016.