Resul-ü Kibriya’nın sünneti üzere vaktin ve de yolun oğlu olarak yürüyecek olanlara nebevi bir hayat kılavuzudur aynı zamanda Mevlid.
Hüseyin AKIN
Şair-Yazar

Türk milletinin zihninde yer edinmiş üç çelebi adam vardır: Evliya Çelebi, Kâtip Çelebi, Süleyman Çelebi! Kibar, centilmen ve görgülü anlamlarını da içeren Çelebi kelimesi bu üç önemli şahsiyetin üzerinde oldukça şık durmaktadır. Kâtip Çelebi coğrafya alanında yazdığı “Cihannüma” adlı eseriyle dünyanın yuvarlak olduğunu ortaya koymuştur.
Evliya Çelebi’yi gezginci yönüyle tanıyoruz. Muharrem ayının Aşure gecesi sabahladığı Unkapanı’ndaki Ahi Çelebi Camii’nde Peygamber Efendimizi rüyasında görüp heyecandan “Şefaat” diyecekken “Seyahat Ya Resulallah!” dememiş olsaydı belki de onu bu denli tanımayacaktık. Az değil, 50 yılı aşkın bir süre Avrupa, Batı Asya ve Mısır’ı karış karış gezmiştir. Mevlid yazarı Süleyman Çelebi’ye gelince Bursa’da Ulu Camii’nin imamıdır ve “Mevlid” adlı eseri de burada iken yazmıştır. Gerekçe olarak, Hz. Muhammed’in diğer peygamberlerden pek farkı olmadığını söyleyen bir İranlı vaize içerleyerek onun diğer peygamberlerden üstün olduğunu dile getirmek amaçlı olduğu söylenir.
Halk arasında “Mevlid” olarak bilinen bu eserin orijinal adı Vesîletü’n-Necât’tır. “Kurtuluş Vesilesi” anlamına gelen bu isme Mevlid’in içerisinde de işaret edilmektedir: “İşbu kân-ı şehd ki şirindür dadı /Bil Vesiletü’n-Necât oldı adı”. Mevlid, Hz. Peygamber’e bağlılığın, kurtuluş vesilesi olacağına dair bir manzum siyerdir. Mevlid, toplumu birleştiren, üzerinde milletçe ittifak ettiğimiz ortak metinlerdendir. Ses, söz ve anlam armonisi ile kolektif ruhu harekete geçiren özelliği sayesinde hem sevincin hem de hüznün tercümanı olabilmektedir. Doğumlarda olduğu gibi sünnet törenlerinde ve ölümlerde de mevlit okunması bu ses, söz ve anlam armonisinin kuşatıcılığına bir örnektir. Zira doğumla ölüm arasında yer alan bütün hayati unsurlar, Hz. Peygamberin şahsında bütün insan ömrünü kapsamaktadır.
Üç “çelebi” aynı düzeyde milletimizin dünyasına girmiş olmasa da coğrafyanın, seyyah olmanın ve Resul-u Ekrem’in ömr-ü müddetince hayatıyla iz bıraktığı yerlere yürüme aşkının fıtri bir haslet olarak insanımızda hep var olduğunu teslim etmemiz gerekir. Yeryüzünün âfak ve âmâkında Resul-ü Kibriya’nın sünneti üzere vaktin ve de yolun oğlu olarak yürüyecek olanlara nebevi bir hayat kılavuzudur aynı zamanda Mevlid. Ahlâk ve adap da bu manzum siyerin içerisine dâhildir:
“Kimse hakkında dime hiç ayıp söz
Çün degülsin sen dahi hiç aybsuz”
(Kimse hakkında kötü bir söz söyleme-Çünkü sen de öyle kusursuz falan değilsin.)
“Gıybet ü zerk ü riyâdan key sakın
Tâ olasın Hazret-i Hakk’a yakın”
(Ahlâklı insan Allah’a yakın olmak için dedikodu ve ikiyüzlülükten sakınır.)
Süleyman Çelebi’nin Mevlid’inde değişik konularda bu ahlâki telkinlere rastlamak mümkün. “Ben yüksek ahlâkı tamamlamak için gönderildim” diyen ve aynı zamanda Hâtemül Enbiya (Nebilerin Sonuncusu, Son peygamber) olan bir peygamberin fiili, kavli ve takriri sünnetinin teğet geçilmiş olması, çok büyük bir eksiklik olurdu.
Mevlid, cami musikisi formunun halka mal olmuş tek örneğidir. Mevlidin sehl-i mümteni özelliği halkla daha kolay temas kurmasına yardımcı olmuştur. Sadece kelimelerin halk tasavvur ve de muhayyilesindeki karşılığı bile bu metnin kitleler arasında kabul görmesinde büyük rol oynamıştır. “Allah”, “Mustafa”, “Habib”, “Havva”, “Şit”, “İbrahim”, “İsmail”, “Âmine Hatun”, “Rebiulevvel”, “Kâbe”, “Tavaf”, “Asiye”, “Huri”, “Meryem”, “İlm-i ledün”, “Tevhid-i İrfan”, “Salavat”, “Miraç”, “Ümmühan”, “Cennet”, “Burak”, “Kudüs”, Cebrail”, “Refref”, “Sidre”, “Ümmet”… gibi daha onlarca İslam kültürünün yazılı ve şifahi birikimi Mevlid’de yer almıştır. Bu kelimelerin sadece belli bir makamla okunması bile Müslüman halkın hafızasını aydınlatıp ihya etmeye kâfidir.
Çelebi Kâtip, Çelebi Evliya ve Çelebi Süleyman zemin eserleriyle ülke hudutlarını aşarak müşterek duyarlıklar oluşturmakta öncülük etmişlerdir. Bunu sadece yazdıkları esere değil, aynı zamanda eserin iki kapak arasından havalanarak dilden dile yayılması ve yazdıkları eserle kişiliklerini cemetmelerine borçludurlar. Biri; gezginin ayakları altına coğrafyayı ve yer yer tarihi sermiş, biri; coğrafyayı yol ve yolcu bağlamında tefsir etmeye çalışmış ve diğeri (Süleyman Çelebi), kalpten kalbe yol açmak için Hz. Muhammed sevgisini kulaklara, dillere, kalplere ve zihinlere yayma sevdasıyla ömrünü tamamlamış.

Türk Edebiyatı’ndan günümüze kadar toplam 63 mevlid yazılmış. Süleyman Çelebi’den önce yazılan iki mevlidi saymazsak (Mustafa Darir-Tercümetü’d Darir, Fatih Sultan Mehmet zamanında Ahmed’in yazdığı mevlidleri saymazsak) yazılan diğer mevlidlerin Süleyman Çelebi’nin yazdığı Vesîletü’n-Necât’a nazire olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu mevlid metinlerinin hiçbiri, Süleyman Çelebi mevlidinin seviyesine yaklaşamamıştır. Aslında Süleyman Çelebi de kürsüde bütün peygamberlerin eşit olduğunu söyleyen İranlı vaize cevap verme ihtiyacı hissetmeseydi böyle ölümsüz bir eser meydana gelmeyecek ve halk böyle bir eseri hüsn-ü kabul ile karşılamayacaktı. Süleyman Çelebi cevap sadedinde daha iyisini değil daha doğrusunu ortaya koymak için yola koyulsa da hem daha doğrusunu hem de daha iyisini ortaya koymuştur.
Bugün için mevlid hâlâ halkımızın gönül dünyasında tesirini devam ettiriyorsa Süleyman Çelebi’nin bu kolektif ruh ve kelimeler cemaatini çok iyi tesis etmesinden dolayıdır. Ses, söz ve anlam armonisi adeta Kâtip Çelebi, Evliya Çelebi ve Süleyman Çelebi’de el ele vermiş gibidir. Bir mübarek doğumdan bir ulvi doğuş muştulamak bu olsa gerektir!