Ebû Saîd el-Hudrî (R.A.)
Ebû Saîd el-Hudrî (r.a) mükerrerleriyle birlikte 1170 hadis rivayet etmiş; 16 hadis Buhârî’nin, 52 hadis Müslim’in sahihlerinde münferiden yer almış, 111 hadiste ise Buhari ve Müslim ittifak etmişlerdir.
Ahmet POÇANOĞLU
Emekli Konya İl Müftüsü


Ebû Saîd el-Hudrî Said İbn-i Sinan (r.a) İbn-i Sa’lebe İbn-i Ubeyd İbn-il eceber İbn-i Avf İbn- i Haris İbn-i Hazrec hadisi: Ebû Saîd el-Hudrîşöyle dedi: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem minbere oturmuş biz de onun etrafına oturmuştuk. Rasulullah şöyle buyurdu:
“Benden sonra size dünya nimetlerinin ve zînetlerinin açılmasından korkuyorum.”
Bunun üzerine bir sahabi ayağa kalkarak:
‒Yâ Rasulallah! Hiç hayır, şer getirir mi? diye sordu.
Peygamber Efendimiz (s.a.v) bu soruya cevap vermeyip bir müddet sükût ettiler.
Orada bulunanlardan biri: Sana ne oluyor ki Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’e soru soruyorsun O seninle konuşmuyor bile dedi.
O sırada biz, Rasulullah Efendimiz’e (s.a.v) vahiy indiriliyor olduğunu gördük. Bir müddet sonra Rasulullah (s.a.v) dökmekte olduğu terleri mübarek yüzünden silerek ve soru soranı övercesine “Biraz önce soru soran nerede?’’ dedi ve şöyle cevap verdi:
‒ Hakikaten hayır şer getirmez (fakat sebep olur). Şöyle ki bahar gelip etraf yeşerdiğinde, otlar arasında çok yiyeni öldüren veya ölüme yaklaştıran otlar da biter. Lâkin yeşil otları hırsa kapılmadan yavaş yavaş yiyen hayvan, ölüm tehlikesiyle karşı karşıya kalmaz. Bu hayvan yeşil otlardan yiyip iki böğrünü doldurunca bahar güneşinin karşısına geçip biraz istirahat eder, kolayca tersler ve bevl eder. Sonra yine yayılır. İşte bu dünya malı da yeşil ot gibi çekicidir, tatlıdır. Bu dünya malını hakkıyla alan ve onu Allah yoluna, yetimlere, fakirlere veren zengin Müslüman ne güzel kişidir! (Ravi şüphe ederek “Rasulullah (s.a.v) buna benzer bir şey söyledi.” dedi) Dünya malını hakkıyla almayan (haram mal toplayan hırslı) kişi de daima yiyen ama bir türlü doymayan obur kimse gibidir. Kıyamet gününde bu mal kendi sahibinin aleyhinde şahit olacaktır.
(Buhari:1465, Müslim: 1052)
BU HADİSTEN ÖĞRENDİKLERİMİZ
Peygamberimiz mescitte veya herhangi bir yerde oturduğu zaman, ashabı kendisini dinlemek, va’z ve nasihatlerine kulak vermek üzere etrafına toplanırlardı. Peygamberimiz’in (s.a.v) ashabının bu davranışı, daha sonra ümmet için bir örnek oldu; va’z ve nasihat, eğitim ve öğretim için konuşan kimsenin etrafında toplanıp onu sükûnetle dinlemek adap olarak bize intikal etti.
Hz. Peygamber’in, İslam ümmetinin geleceğiyle ilgili birtakım endişeleri vardı. Rasulullah (s.a.v) efendimiz hem hayatında hem vefatından sonra ümmeti için dünyanın ziynet ve güzelliklerinin açılmasından, refah ve israfın son haddine varıp helak ve yok olma sebebi olan azgınlık ve şımarıklıkta ileri gitmiş olanların İslam ümmetini işgal etmelerinden, peşinden hak, kurtuluş ve huzur yolundan saparak ölümün onları aniden yakalamasından ve sonra da bu davranışlarından dolayı mazur görülmeyeceklerinden dolayı korkardı. Bu da Peygamber’in (s.a.v) ümmetine olan rahmetinin ve şefkatinin tam olmasından ve ümmetine olan düşkünlüğü sebebiyle onları her türlü tehlikeden korumak istemesindendi. Zira peygamberliğin alametlerinden biri de henüz gerçekleşmeyen olayları önceden bildirmek suretiyle ümmeti uyarmaktı.
Hayır kavramı daha çok mal, servet, bolluk gibi maddi değer ve imkanlar veya daha genel olarak her türlü maddî ve manevi nimet için kullanılmıştır. Dünya malına düşkünlük, mal uğruna çekişmek, düşmanlık ve savaş sebebidir, insanlığı helake sürükler. Dünya tatlıdır, yeşildir, güzeldir, çekicidir.
Müslümanların pek çok fetihler gerçekleştireceğini ve dünyanın kendilerine açılacağını, yeryüzünün hakimiyetinin ellerine geçeceğini, fethedilen yerlerdeki zenginliklere de Müslümanların sahip olacağını haber veren, müjdeleyen pek çok hadis vardır.
Muhakkak ki Allah, Müslümanları dünyada halifeler yaparak neler yapacaklarına bakacaktır. İşte bu durumda Müslümanların, mal mülk kavgasına, menfaat çekişmelerine düşmeden, dünyaya ve dünyalıklara kapılmadan Allah’ın rızasını kazanacakları bir hayatı sürdürmeleri hem kendilerinin hem insanlığın kurtuluşu demektir. Bu sebeple Rabbimiz bizi uyarır: “Ey insanlar! Allah’ın va’di gerçektir, sakın dünya hayatı sizi aldatmasın ve o aldatıcı (şeytan) da Allah hakkında sizi kandırmasın.” (Fâtır: 35/5)
O halde dünyaya gönül bağlamak, har vurup harman savurmak, onun ebedi olduğunu zannetmek bir Müslüman için büyük bir felakettir. Gerçekten de insanın bu dünyada yaşadığı bütün zorluk ve mutsuzlukların temelinde eşyanın yok olucu tabiatını göremeyerek ona sonsuz bir sevgi ile bağlanılması yatmaktadır. Zira bu kadınlara, oğullara, kantar kantar yığılmış altın ve gümüşe,lüks bineklere,hayvanlara ve ekinlere (bahçelere, bağlara) duyulan şehvetli tutku, daha hayırlı ve ebedi olanı unutma, infakı terk etmek suretiyle insanın kendini kendi elleriyle tehlikeye atması, hayrın şer getirmesi, şerre ve kötülüğe vesile olması anlamına gelmektedir. Gazali’nin yaptığı benzetmeye göre mal, hem zehri hem panzehiri olan yılana benzer. Zararından korunmayı bilen bir bilgeye nasip olursa, bilge ondan panzehir elde eder ve mal, bir nimet olur. Eğer ahmak birinin eline düşerse helak edici bir bela olur.
Öte yandan dünya malını hakkıyla alan, helal yoldan kazanan ve onu Allah yoluna, yetimlere, fakirlere veren zengin Müslüman ise övülmüş; dünya malını hakkıyla almayan, haram mal toplayan ve infak etmeyen hırslı kişi de daima yiyen ama bir türlü doymayan obur kimseye benzetilmiştir. Dillerin, ellerin ve ayakların yapmış oldukları bütün kötülükleri tek tek bildirerek, insanın aleyhinde şahitlik edeceği kıyamet gününde bu malın da kendi sahibinin aleyhinde şahit olacağını da bu hadis-i şeriften öğreniyoruz.
Bu hadisten öğrendiğimiz bir başka şey ise, öğrenmek ve tetkik etmek, bilgi üretmek, bilgiyi çoğaltmak için soru sormanın caiz olduğudur. Soru sormak ilmin kapısını tıklatmaktır, ilme talip olmaktır. Zira Rasulullah (s.a.v) de soru soranı överek gerekli ve faydalı soru sormaya teşvik etmiştir.
EBÛ SAÎD el-HUDRÎ (r.a)
Peygamberimizin (s.a.v) Medine’ye hicretinden on sene önce doğdu. Babası Mâlik b. Sinan, annesi Üneyse bint-i Ebû Hârise, Adî b. Neccâr oğullarından olup Resûl-i Ekrem’e biat eden hanımlardandır. Efendimiz Medine’ye hicret edince annesi ve babası Müslüman oldular. Ebû Said henüz çocuk yaştayken, hayatı yeni anlamaya başladığı bir sırada kendisini Müslüman bir ailenin içinde buldu. Tam adı Sa’d İbn-i Mâlik İbn-i Sinân el-Hudrî’dir. Ebû Said el- Hudri künyesi ile meşhur olmuştur.
Mescid-i Nebevî inşa edilirken mübarek mescide taş taşıdı. Yaşı küçük olması sebebiyle Bedir ve Uhud Savaşı’na katılamadı. Uhud Savaşı’na katılmak için babasıyla Peygamber efendimize müracaat ettiler. Ebû Sa’îd (r.a) bu hadiseyi şöyle anlatır: “Uhud günü Peygamber efendimize arz olunduğum zaman on üç yaşında idim. Babam beni Rasulullah’ın (s.a.v) yanına götürüp ‘Yâ Rasulallah! Bu yavrumun yaşı her ne kadar küçükse de iri kemiklidir. Vücudu gelişkindir. İzin verirseniz, bizimle gelsin!’ dedi. Peygamber efendimiz beni yukarıdan aşağıya kadar süzdükten sonra ‘Onu geri çeviriniz’ buyurdular. Benim gibi yaşı küçük olanlar Medine’de kadınları ve çocukları korumakla vazifelendirildiler.” Babası Mâlik bu gazvede ailesine bir gelir bırakmadan şehit düştü. Babasının şehadetiyle evin bütün yükü Ebû Sa’îd’in omuzlarına yüklendi. Evin geçimini sağlayacak kimse olmadığı için, ailesi bir hayli sıkıntıya düştü. Annesi ile çok sabırlı olduklarından dertlerini sıkıntılarını kimseye söylemediler. Bir gün annesi dayanamayıp bir şeyler istemek üzere Ebû Sa’îd’i, Rasulullah’a (s.a.v) gönderdi. O’nu, Ashabına nasihat ederken buldu. Oturup dinlemeye başladı. Rasulullah (s.a.v) efendimiz:
“Yanımda bulunan ne kadar mal varsa, onları sizden asla esirgemem. Şunu da iyi bilin ki, kim (istemeyip) iffetli kalmayı dilerse, Allah onu iffetli kılar, (insanın bedenî ve maddî hazlara aşırı düşkünlükten korunmasını sağlar.) Kim tok gözlü olmak isterse, Allah onu başkalarına muhtaç olmaktan kurtarır. Kim de sabretmeye gayret ederse, Allah ona sabır verir. Hiçbir kimseye, sabırdan daha hayırlı ve büyük bir lütufta bulunulmamıştır.”
Bu sözleri işiten Ebû Sa’îd (r.a), Rasulullah (s.a.v) efendimizden bir şey isteyemedi. Eve gelip durumu annesine olduğu gibi anlattı. Ebû Sa’îd el- Hudrî’nin (r.a) bundan sonra işleri yolunda gitti. Medine’nin en zenginlerinden oldular.
İlk defa Hendek Gazvesine iştirak etti. Bazı seriyelerdi görev aldı, hatta seriye komutanlığı yaptı. Benî Mustalık, Hudeybiye, Hayber, Mekke’nin fethi, Huneyn, Tebük Gazalarına da iştirak etti. Peygamberimizle birlikte 12 gazâya katılmakla Mücahid unvanı kazandı.
Bir taraftan cihat meydanlarında çarpışırken, diğer taraftan da Suffe Medresesi’ne devam ediyor, hadis ezberliyor, ilim tahsil ediyordu. Ashâb-ı Kirâm’ın fakihlerinden olması sebebiyle Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem’in vefatından sonra Medine’de fetva vermekle ve öğretimle meşgul oldu. Genç sahibelerin fakihlerinden olan Ebû Saîd el-Hudrî “imam” ve “Medine müftüsü” lakaplarıyla anılmış, pek çok içtihadı ve fetvası kaynaklarda yer almıştır. Rivayet ettiği 1170 hadisle, 1000’den fazla hadis rivayet eden muksirun diye bilinen yedi sahabe arasına girmiştir. Rasulullah’ın (s.a.v), hadislerin yazılmasını yasaklamasıyla ilgili sahih rivayet Ebû Saîd’den nakledilmiştir. Kendisinden hadis öğrenenlerden bazıları ezberledikleri hadisleri yazmak isteyince buna izin vermemiş, hadislerin Kur’an haline getirilmemesini söyleyerek onları ezberlemelerini tavsiye etmiştir.
Rasulullah’ın terbiyesi ile büyüyen Hz. Ebû Said (r.a) kendisinin rivayet etmiş olduğu; “Sizlere bir topluluk gelir ve kendilerine ilim öğretmenizi talep ederler. Onları gördüğünüz zaman Merhaba! Merhaba! deyin, bu sizlere Rasulullah’ın (s.a.v.) vasiyetidir. Ve onları eğitin.” Hadisi ile amel ederek öğrencilerine çok şefkatli davranırdı; Ebû Saîd (r.a) Hz. Peygamber’in, İslamiyet’i öğrenmek üzere dünyanın dört bir yanından insanların geleceğini haber verdiğini ve ashaba onlara iyi davranmalarını tavsiye ettiğini söylerdi. İlim öğrenmeye gelen Ebû Harun el Abdî dedi ki: ‘’Ebû Saîd bizi gördüğü zaman Rasulullah’ın (s.a.v) vasiyeti gereği ‘merhaba, merhaba’ derdi.’’
Hicri 74’te 86 yaşındayken Medine’de vefat eden Ebû Said el-Hudrî (r.a), hak bildiği bir şeyi söylemekte insanlardan korkmaz, doğru bildiği bir meseleyi tatbik etmekte muhalefet edilmesinden çekinmezdi. Onun bu husustaki ölçüsü, Rasulullah’tan rivayet ettiği, “Hak bildiğiniz ve gördüğünüz bir şeyi söylemek hususunda insanlardan korkmak gibi şeyler sizi caydırmasın.” hadisiydi. Bu sebeple bayram namazında hutbeyi namazdan önce okumak isteyen Mervan’a:
— İşe namazdan başlamak nerede kaldı? diyerek itiraz etmiş;
Mervan’ın: “Hayır, ey Ebû Said! Senin bildiğin (şekil) terk edildi.” demesi üzerine
— “Asla olamaz! Nefsim kudretinde olan Allah’a yemin ederim ki siz, benim bildiğimden daha hayırlısını yapamazsınız.” diye üç defa tekrarladıktan sonra oradan ayrılmıştır.
Diğer bazı sahibiler gibi Ebû Saîd el-Hudrî’nin de İstanbul’da Kariye Camii yakınında bir makam kabri bulunmaktadır.
Ebû Saîd el-Hudrî (r.a) mükerrerleriyle birlikte 1170 hadis rivayet etmiş; 16 hadis Buhârî’nin, 52 hadis Müslim’in sahihlerinde münferiden yer almış, 111 hadiste ise Buhari ve Müslim ittifak etmişlerdir.
Allah O’ndan Razı Oldun.