Şehitlik Türkiye’de de farklı anlamlarla karşımıza çıkar. Bu anlamlar temelde dini, milli ve devrimci şehitlik anlayışları olarak kendini gösterir. Dini olarak, Türkiye’de genel kabul olan İslam’ın Sünni yorumu üzerinden şehitlik anlamlandırılır.
Elif ÇEVİK

Malumunuz, miladi takvime göre yeni bir yıla, 2023’e girdik. Yeni bir yıla girmek, artısıyla eksisiyle, geçen günlerin hesabını görmek ve ölü toprağını üzerinizden atmak için güzel bir fırsattır. Bu tıpkı tebdili mekân yapmaya benzer. Zira mekân değişince imkân da değişir ve olmaz sanılanları oldurmak mümkün olur. Mekân, imkân ve mümkün; kökleri aynı harflerde bulan bu üç kelimeden ne çıkarabilirim diye düşünürken, zihnim beni hemen üniversite yıllarıma götürdü. Bir gün mekân sosyolojisi dersinde hocamız bizlerden bir mekân seçip oraya ilişkin bir araştırma yapmamızı istemişti. Rezidanslar, toplu konutlar, alışveriş merkezleri, yeni moda kafeler, turistik mekanlar gibi kentte seçilebilecek çok fazla mekân olsa da benim ilgimi mezarlıklar çekiyordu. Kim bilir, belki bir Anadolu çocuğu olarak düşlerimi süsleyen İstanbul’u, gömüldüğü Karacaahmet’te bulacağıma inandığımdan; belki bir sosyoloji öğrencisi olarak kendime bir Aynalı Baba[1] aradığımdan belki de konuşanların ruha şifa vermediği şu koca memlekette hâmuşların sadra şifa olacağını ümit ettiğimden olsa gerek, aklım mezarlıklara takılıyordu. Bu yüzden mezarlıklar hakkında uzun uzun düşünmeye başladım.
Ölen kişinin cansız bedenin ne yapılacağı sorunu, insanlık tarihinde karşılaşılan en temel sorunlardan biri olmuştur. İnsanlar, tarihsel süreç içerisinde bu cansız bedenlerden çeşitli “kurtulma” yöntemleri geliştirmişlerdir. Bunlardan en yaygın olanı ise ölü bedenlerin toprağa gömülmesidir. Hatırlarsınız, Adem’in oğlu bunu bir kargadan öğrenmişti. Zamanla ölenler çoğaldı, mezarlar da öyle. Nihayet çok sayıda mezarın bulunduğu mezarlıklar oluştu. Mezarlıklar, kişinin ölümünden sonra da kimliğini sergileyebildiği – kişiler çoğunlukla dini ve etnik kimliğine ya da şehitliklerde olduğu gibi yapmış olduğu görevlere göre bir mezarlığa gömülürler- bir mekân olma özelliği gösterirler. Bu cemaat aidiyetinin sürdürülmesi, ölü kişiden ziyade o cemaatin dirileri tarafından bir duygu birliği sağlanmasına hizmet eder. Bu anlamda mezarlıkların gerek defin sırasındaki törenselliği gerekse demografik yapısı açısından kolektif mekanlar olduğu söylenebilir. Fakat yalnızca insan mezarlarının değil hayvan mezarlıklarının da yaygınlık kazandığı günümüzde, ölü beden algısı da değişime uğradı. Bunda şüphesiz ölümle kurulan ilişki ve yas tutma pratiklerinin dönüşümü etkilidir.
Araştırma yöntemlerini bilenler, araştırma konusunun olabildiğince spesifik hale getirilmesinin daha iyi olacağını da bilirler. Ben de bu yüzden konumu biraz daha sınırlandırıp şehitlikleri incelemeye karar verdim. Adresim belliydi: Edirnekapı Şehitliği. Biliyoruz ki şehitliklerin mezarlık kültürü içerisinde ayrı bir yeri vardır. Türk-İslam inanç esasında “ölü” olarak kabul edilmeyen cansız bedenlerin farklı bir mekâna defnedilmesi söz konusudur. Hayatını yitiren kişinin herhangi bir sivil olmayışı, yapmış olduğu kahramanlıklar, askeri hiyerarşide aldığı konum, bedenin defniyle ilgili farklı pratikleri doğurur. Tüm bunların sosyal yapı içerisindeki karşılığı ise ekonomik, kültürel, dini, politik alanlara dağılır. Öyle ki bugün şehitlik ziyaretlerinden “hüzün turizmi” olarak söz ediliyor. Bu ticari faaliyet, ekonomik ilişkiler anlamında sıradan mezarlık ticaretinden farklı. Zira burada ticareti yapılan, yalnızca maddi bir mekâna işaret eden tek tek mezarlar değil hem maddi hem manevi anlamları olan şehitliğin tamamıdır. Şehitlik ziyaretlerinin sıklığı ve yoğunluğunun politik gündeme bağlı olarak değişkenlik gösterdiği de herhalde tahmin etmesi zor bir gerçeklik değildir. Dolayısıyla şehitlikler, fenomenolojik araştırmalar açısından bana oldukça zengin göründü ve kolları sıvadım. O halde ilk soru: Şehitlik nedir?
Öncelikle şehitliğin nasıl tanımlandığına ve algılandığına değinmekte fayda var. Zira bu algı ve tanımlamalar farklı kültürlere göre değişkenlik arz ediyor. Kutsal görülen değerler uğruna ölme iradesini gösteren ya da bu uğurda öleni işaret eden şehitlik, ölüm deneyimini anlamlı kılan bir pratik ve dil geliştirir. İntihardan farklı olarak bir zulme karşı koyma durumunda bireysel olarak ölümü seçmek, soylu ve kahramanca bir göstergedir. Kişiler, ölmek için isteklidirler ve bazı durumlarda hiç düşünmeden kendilerini feda edebilirler. “Can”ın politize olmuş bu hali, kişiye canlılar dünyasından kendi arzusuyla ayrılma iradesini verdiği gibi, bu ayrılık toplum içinde değerli ve anlamlı kılınan pratiklerle üretilir ve sürdürülür.

Şehitlik Türkiye’de de farklı anlamlarla karşımıza çıkar. Bu anlamlar temelde dini, milli ve devrimci şehitlik anlayışları olarak kendini gösterir. Dini olarak, Türkiye’de genel kabul olan İslam’ın Sünni yorumu üzerinden şehitlik anlamlandırılır. Bu inanca göre şehitler ölü olarak algılanmazlar. Nitekim “Allah yolunda öldürülenlere “ölüler” demeyin. Aslında onlar diridirler, fakat siz anlayamazsınız.”[2] ayeti de Edirnekapı Şehitliğinin giriş kapısında kocaman harflerle yazılmıştır. Türkiye’de resmi milliyetçiliğin “vatan için ölmek” üzerinden kurduğu şehitlik anlatısı da İslamiyet’in şehitlik anlatısına mündemiçtir. Türkiye’de sosyalist kültür içerisinde anlam bulan “devrimci şehitlik” anlatısı ise, ülke genelinde kolektif bir bilince karşılık gelmediğinden mabetleşmesi de söz konusu olmamıştır. Nitekim “devrimci şehit” denildiğinde akla ilk gelen Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının mezarlarının da kamu mezarlığında olduğu bilinmektedir. Son olarak, Edirnekapı Şehitliği’nde yer alan 15 Temmuz Şehitliği bölümü, literatüre “demokrasi şehidi” kavramını eklese de bazı kesimlerin şehit olarak kabul ettiği, 27 Mayıs günü iktidardan darbe ile indirilen 9. Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Adnan Menderes’in anıt mezarının Edirnekapı Şehitliğinin dışında fakat yakınında bir bölgede bulunuyor olması, bu kavram hakkında biraz daha düşünme ihtiyacı olduğunu gösteriyor. Neticede tüm bunlar bize, ölümle nihayete eren “canın fedası”nın nasıl içinin doldurulduğunu ve anlamlandırıldığını göstermesi bakımından oldukça önemli mesajlar veriyor.
Dini ve milli değerler temelinde de şehitlik bazı durumlarla sınırlandırılmış. Buna göre kimlerin dünya ve ahiret şehidi olarak kabul edileceğiyle ilgili olarak belli tanımlamalar mevcut: “Savaş meydanında düşmanla göğüs göğse savaşırken vurulan şehit olduğu gibi, yanlışlıkla kendi silahı veya arkadaşının silahıyla isabet alan, savaşta atından düşerek veya atının çiftesiyle vurulan, düşman veya Müslümanların atlarının ayakları altında ezilen, bilinmeyen bir yerden gelen okun isabetiyle vurulan, savaş dindikten sonra sebebi bilinmeyen bir şekilde ölü bulunan, yarası olmasa bile, yine şehittir ve şehit hükümlerine tabidir. Burada geçen ok, at vb. eski savaş araçlarının yerine günümüz araçlarını koymak gerektiği izahtan varestedir. Güvenlik güçlerinin çatışmalar sırasında veya böyle bir savaşta seyr-ü sefer sırasında geçirdiği trafik kazaları, yanlışlıkla vurulmalar, pusuya düşmeler, mayına çarpmalar, elde bombaların patlaması ve benzeri olayların tamamının buna dâhil olmasına bir engel bulunmamaktadır.”[3] Bu pasajdan da anlaşılacağı üzere şehit olmanın şartlarına ilişkin kurallar son derece detaylı ve keskin sınırlarla belirlenmiştir.
Şehit olmanın gerekliliklerine ilişkin hassas durumlara farklı kültürlerde de rastlamak mümkün. Örneğin Last Flag Flying isimli filmde, Vietnam’da savaşmış eski bir askerin, Irak’ta askerlik yapan oğlunu kaybetmesi ve bunun üzerine oğlunu defnetmek için yıllardır görüşmediği eski asker dostlarından yardım istemesi anlatılır. Ancak oğlunun savaşırken değil de marketten alışveriş yaparken öldürüldüğünü öğrendiğinde onun şehit olduğunu kabul etmez ve sivillerle defnedilmesi gerektiğini düşünür. Bunun için askeriyeden oğlunun cenazesini almaya çalışır. Bu durum elbette bizler için kolay anlaşılabilir bir durum değil. Zira yukarıda da belirttiğimiz gibi İslam’da kaza ya da pusuya düşme durumları şehitlikte bir engel oluşturmaz. Fakat kişinin nasıl şehit olduğuna dair kısa bilgiler, mezar taşlarına yazılabiliyor. Bu da meseleyi olduğundan daha hassas bir hale getirebiliyor.
İstanbul’da, Eyüp ilçe sınırları içerisinde ve Eyüp Belediyesi’ne bağlı olan Edirnekapı Şehitliği, İstanbul’un en büyük tarihi şehitliğidir. Bu şehitlik, 1453 tarihinde İstanbul’u fethetmek için Bizans surları önünde savaşırken şehit düşenlerin Edirnekapı, Topkapı, Maltepe ve Topçular arasında kalan geniş bir araziye gömülmeleri ile oluşmuş. Balkan Savaşı ile I. Dünya Savaşı ve özellikle Çanakkale Savaşlarında yaralanarak tedavi olmak için İstanbul hastanelerine getirilen ve burada şehitlik mertebesine erişen Müslüman askerlerin çoğunlukta bulunduğu bir mezarlık. Edirnekapı ve Sakızağacı adıyla iki bölümden oluşan şehitlikte; Osmanlı-Rus Harbi, Balkan Harbi şehitleri, Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri şehitleri, Polis Teşkilatı’nın şehitleri, T.H.Y. sivil şehitleri, İtfaiye Teşkilatı’nın şehitleri, Eski Tulumbacılar ve Harp Malul ve Gazileri’ne ait ayrı parseller halinde grup grup şehitlikler oluşturulmuş. AncakE-5 karayolunu Haliç Köprüsü’ne birleştiren tünelin yapımı sırasında tünelin üstüne düşen kısımdaki şehitlerimizin kabirleri buradan alınarak başka yerlere nakledilmişler. Osmanlı’dan itibaren Edirnekapı Şehitliğine ait bazı parsellere şehitlerin dışında da definler yapılmış. Bu definler gözlemlediğim kadarıyla aile mezarlıklarından oluşuyor. Dolayısıyla Edirnekapı Şehitliği, şehit nüfusunun üzerinde bir mezar sayısına sahip olduğundan oldukça geniş bir alana sahip.
Ölü olanın mekânı olarak mezarlıklar ve özelde şehitlikler, kullanım pratikleri açısından diğer kamusal mekanlardan ayrışır. Zira kamuya açık olan bu mekanların, halkın ulaşımı ve kullanımı açısından pratik ve işlevsel olması gözetilir. Edirnekapı Şehitliği de Edirnekapı Surdışı tramvay, otobüs durağından sonra geliyor. Durağın isminden de anlaşılacağı üzere bu alan şehrin kalbini oluşturan Suriçi sınırlarının dışında yer alıyor. Fakat artık bir metropol olma özelliği gösteren İstanbul’un sınırları, Edirnekapı’nın çok çok ötesine geçtiğinden bu alan merkezi sayılacak bir konumda. Şehitliğin yanı başında metrobüs, tramvay, otobüs ve biraz daha uzağında metro hatları bulunuyor. İstanbullular, işlerine ya da evlerine ulaşmak için bu hatları kullanmak ve bunun içinse şehitlikten geçmek mecburiyetindeler. Ben de gözlem yapmak üzere şehitliğe otobüs kullanarak gittim. Otobüs durağından ilk fark ettiğim şey, şehitliğin girişinin inanılmaz kalabalık olmasıydı. Başta kalabalığın sebebinin şehitlik ziyaretine gelenler olduğunu düşünsem de durumun böyle olmadığı anlamam uzun sürmedi. Şehitlik farklı ulaşım yollarını birbirine bağlayan bir konumda olduğundan insanlar bu yolu yalnızca gitmek istedikleri yere ulaşmak için bir yol olarak kullanıyorlardı. Şehitliğin hemen girişinde birtakım işportacılar bulunuyordu. Birkaçına yaklaşıp tezgahlarına baktım; küçük bilgisayar aletleri, bebek kıyafetleri, popüler dizilerin sembollerini içeren t-shirtler ve kitaplar satıyorlardı. Tarihsel içeriğe sahip olacağını tahmin ettiğim bu kitaplara yaklaştığımda ise popüler edebiyata ait metinlerle karşılaştım.
Şehitliği gezerken, şehitlerin kendi içerisinde farklı farklı gruplara ayrıldığını fark ettim. Polis, jandarma, deniz kuvvetleri, itfaiye gibi ayrı ayrı kümeler bulunuyor ve mezar taşları da biçimsel farklılıklar gösteriyordu. Özellikle jandarma şehitlerine ait mezarların diğerlerine kıyasla daha çeşitli ve daha bakımlı olduğu gördüm. Bu mezar taşlarında, şehitlerin memleketlerine ve ailelerine ilişkin bilgilere yer verilmezken -2000’li yıllardan sonrası hariç- vazife başında mı, kaza sonucu mu, pusuya düşmeleri sonucu mu şehit düştüklerine dair bilgiler yazılıydı. 2000’li yıllarda şehit olanların mezarlıklarının daha kişisel eşyalarla süslenmiş oluşu da ayrıca dikkatimi çekmişti. Diğer jandarma mezar taşlarında bulunan üniformalı şehit fotoğraflarının yanı sıra bu dönemde şehit olanların mezar taşlarının yanında sivil, kişisel fotoğrafları, tuttukları takıma ait atkılar, tesbihler gibi ilave eşyalar konulmuştu. Bu farklılaşmanın sebebini, o mezarlıkların bakımının şehit aileleri tarafından yapıldığını belirten bir bildiri metnini okumakla anlamış oldum. Son olarak şehitliğe ilişkin dikkatimi çeken diğer bir husus, şehitlik içerisinde aile mezarlıklarının yer alıyor olmasıydı. Şehitlik içerisinde sivil mezarların oluşu gerçekten dikkate değerdi. Bu konuya ilişkin yaptığım araştırmada öğrendiğime göre, “mezar yer kullanma belgesi” ileşehit yakınlarına boş mezar yeri satışları yapılıyormuş. Fakat bu mezar yerleri üçüncü şahıslara devredilemiyormuş. Şehitliklerin diğer mezarlıklardan farklı olmaları, mekânın işlevleriyle de ilişkili. Her ne kadar şehitliklerde bütün şehitlerin mezarlıkları başında yer alan Türk bayrakları onları sivil mezarlardan ayırmada en seçici fark olarak görülse de sivil ve askeri mezarların bir arada bulunuşu bu anlamı bulanıklaştırıyor.
Toparlayacak olursak, bizler gündelik yaşamımız içerisinde birçok mekânda bulunuyoruz. Kimi zaman o mekanların kısa vadeli turisti, kimi zaman daimî müşterisi, kimi zaman üreticisi, kimi zaman da mekânın sahipleri oluyoruz. Bir mekânın sahibi olmak o mekânın tüm maddi ve manevi haklarını elinde bulundurmakla ilişkilidir. Peki şehitliklerin sahibi kim dersiniz? Doğrudan o toprakta uyuyan maddi bedenleri ve ruhlarından yükselen manevi değerleri düşündüğünüzde bu hakkın şehitlerde olması gerekir. Fakat şehitliğin algılandığı gibi yüksek bir değer olması ne yazık ki pratikte anlam kaybına uğruyor. Oysaki bir topluluğun birlikteliği ve sürekliliği, kendi üyelerinin o toplum için ölmeye hazır bulunmasıyla mümkündür. “Toprak eğer uğrunda ölen varsa vatandır.” Dillere pelesenk olmuş bu sözün sahibi Mithat Cemal’in, az bulunur dostu Mehmed Akif Ersoy’un kabri de Edirnekapı Şehitliğinde. Bilmem kaç İstanbullu evden işe, işten eve giderken o hengamede bunu fark edebilmiştir.
İstanbulluların işi zor. Öyle ki her yıl ortalama 75 bin 252 kişinin defnedildiği İstanbul’da boş mezar yeri fiyatları, bulunduğu gruba göre 2 bin 900 TL ile 45 bin 260 TL arasında değişiyor. İBB’nin verilerine göre İstanbul’da boş mezar yeri sayısı 177 bin 172. Bu da demek oluyor ki, yeni mezarlıklar açılmaz ise yaklaşık 2,5 yıl sonra İstanbulluların gömülebileceği bir avuç toprak kalmayacak. Şaşırdınız değil mi? Tabii şaşırırsınız, “mezarlıklara fazla gitmediğiniz için Sevgili Musa, oralardaki gelişmeleri göremiyorsunuz.”[4] Şaka bir yana, bu cennet vatanın bir karış toprağının önemini asla unutmamalıyız. Yerin üstü de altı da bizim. Yer edinmek yurt edinmektir. Bir yeri yurt kılan, orada yaşayanların dil, din, duygu ve düşünce gibi tüm sabiteleriyle o yerde muhkem olmasıdır. Nasıl ki mezarlıklarımız bu topraklardaki varlığımızın nişaneleri olarak toprağa sabit muhkem kalelerdir, bizler de onlar gibi olmalıyız. Dünümüz bir asır olmadığı gibi önümüzde de nice asırlar var. Bu topraklar, bu mekân, imkânların en kısıtlı olduğu zamanlarda bile imkânsız görülenlerin nasıl mümkün olduğunu gösterdi, daha da gösterecek. Yeter ki ölenlerimize karşı ne yapacağımızı bulmak için yeni bir karganın gelmesini bekleyecek kadar akıl tutulması yaşamayalım. Birbirimize sahip çıkalım! Şimdi, böyle konuşarak tam olarak bizden ne istiyorsun diye sorabilirsiniz. Ne isteyebilirim Sevgili Musa? Canınızın sağlığı, vesselam.
Elif Çevik
[1] Kahvesini yudumladığında zamandan ve mekândan sıyrılanlar için kitap tavsiyesi: Âmâk-ı Hayal, Filibeli Ahmed Hilmi.
[2] Kur’an-ı Kerim, Bakara Suresi, 154. ayet
[3] Aslan, F., & Türksever, Z. (2014). İstanbul Folklorunda Şehitlik Etrafında Oluşan Halk İnançları, Uygulamalar ve Memoratlar: Edirnekapı Şehitliği Örneği. Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, L(1), 27-62.
[4] İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olduğu dönemde, eski muhabir Musa Ağacık tarafından yöneltilen mezarlık sorusuna Recep Tayyip Erdoğan’ın gülümseten cevabı: https://www.youtube.com/watch?v=8TKxTZZvJAo