Yeniden İnanmak

Kitap, insanın yaşadığı çağda zihnini, zamanını, dünyayı algılayışını oymaya başlayan makinelerle geçirdiği büyük imtihanların yanında ruhunu da oymakta olan şeylere karşı küçük bir reçete görevi üstleniyor.

Vecihe KARA

İnsanoğlunun dünyaya gelişi, büyüyüşü, dünyanın nimetleriyle imtihan edilişi ve nihayet dünyayı terk edişi, gerçekliğin en dokunaklı hikâyesi olarak sayısız zaman dilimi içinde yaşanan varoluşun hakikatidir. Öyle ki bu yaşanılıp durulan gerçeklik, nesilden nesile aktarılan inançlar, tecrübeler, gelenekler, efsaneler, dualar, çeşit çeşit ezgilere dönüşerek insanın ve toplumların hayatında durmadan zenginleştirilmiştir. Fakat bunca zenginliğin arasında ömür geçiren kişi, dünya imtihanlarıyla karşılaşması neticesinde pek çok durumlardan geçerek madden, manen fakirleşebilir ya da zenginliğine zenginlik katarak kıymetli vaktini kul olma bilinciyle hitâma erdirebilir. Bu konu üzerine, insanın hayatını hakikat ışığıyla yaşayabilmesi amacıyla pek çok eser kaleme alınmış; ona rehberlik ederek ömrünün koca bir kayıplar haritasına dönüşmesine mâni olunmaya çalışılmıştır. Bunca önem atfedilmiş bu mesele üzerine yazanlardan biri de Rasim Özdenören olmuştur. Yeniden İnanmak· kitabı, ince hacmine rağmen içerdiği kısa fakat derin analizler ve modern zamanlarda etrafı buhranlarla sarılmış Müslüman kimseler için sunduğu çözüm yollarıyla okuyucunun yoluna ışık tutarak onu menzilinde tutmaya gayret etmektedir.

Rasim Özdenören, kitabın sunuş kısmında, berzah ve ışık metaforu ekseninde zamanının kısa bir tasvirini sunarken aslında insan olma hakikatinin de geçirdiği başlıca iki düzlemi ele almaktadır. Geçmiş zamanın daha iyi olduğuna dair kanıksanmış yaygın inanç giriş bölümünde, hakikatte her yeni yaşamın daha iyi ve daha iyi modellerle süregelen iki dinamik noktadan müteşekkil olduğunun ana hatlarını çizer. Işıkla yani aydınlıkla, nurla süslenmiş iyi zamanlar ve berzahta sıkışıp kalmış kötü zamanlar insanoğlunun vaktini nasıl, neyle veya kiminle geçirdiği üzerinden inşa olunmaya başlanmış bir gerçeklik türküsüdür.

Eleştirmek istediği ana mesele, o devrin Müslümanlarında Müslüman olma bilincinin yitip gittiği, yerineyse içi boş, kof bir kavram olarak Müslümanlığın yaşanma çabasında kalarak köreldiği düşüncesidir. Bu durumu örneklendirirken Malcolm X’in hacca gitmeden önceki hâlini göstererek okuyucunun kendisiyle yakınlık kurabileceği duraklar meydana getirir. Şu cümlesi, zamanının basit ve acı bir tasviridir: “Yani ortada, aslında ne İslâm vardır, ne Müslüman. Bunların sadece adı kalmıştır.” (Malcolm X’in Tavrı/ s.71) Yaşanılan bu yüzeysel Müslümanlık kavramının içini doldurmak maksadıyla yazmaya başladığı kitabında meseleleri ilmek ilmek işleyerek okura, yeniden Müslüman olma bilinci kazandırmayı amaçlar. Yeniden Müslüman olunması gerektiğini her bölümde defaatle vurgulayarak nelerin yapılması gerektiğinden bahsederek analizlerde bulunur.

Satırlar ilerledikçe Özdenören, sosyolojik çıkarımlarla yaşanılan zamanın haritasını çıkarmaya başlar. Batı uygarlığından büyüyüp yayılmış kapitalizm, komünizm, konformizm şeklinde uzayıp giden -izm’ler bütünü, yaşadığımız zamanları avuçları arasına alıp sımsıkı sardığı felaketlerin kaynak noktasına dönüşmüştür. Bunca kalabalık kavram içinde derin bir boşluğa itilmiş insan ruhu, “kendi içlerinde bulamadıkları şeyi, eşyada bulma vehmi”ne kapılarak (Sığınak/ s.15) “durmadan büyüyen huzursuzluk” (s.16) kıyısında, eşyanın gölgesinde soluklanmaya çabalamaktadır. Özdenören, bu hâli “nereden gelip nereye gideceğini bilemediğinden o derin kederi içinde, anlamsız gözlerle ürkek ürkek, kendisine karanlıktan, çıkmazdan, yokluktan başka bir şey vaadetmeyen yolun belirsiz, korkunç ufkunu gözlemlediği” (Bir Nöbet Geçirmiştir/ s.13) şeklinde tasvir eder.

Sosyolojik okumalar eşliğinde Batı medeniyet tasavvurundan, Hristiyan inancındaki değişimlerden, modern zamanlarda ortaya çıkan pürüzlerden bahsederken yavaş yavaş çözümlemelerine de başlamış oluyor. Batı dünyasından çıkmış düşünürlerin kendi zamanlarındaki bunalımlara çare olarak ortaya koymaya çalıştıkları fikir akımlarının toplumun düştüğü derin boşluklar için çözümden çok başka arayışlara dönüştüğünü belirtir. Bu durumu da “Batı medeniyetinin bir kaderidir belki, hep aramak ama bulamamak, yaklaşır gibi olmak ama asla ulaşamamak, sürekli bir tatminsizlik duygusu, maddi bir refaha boğulsa bile intihar düşüncesinden kaçamayış, sıkıntının sürekliliği ve.. ve ölüm korkusu…” (Açmaz/ s.20) cümleleriyle tespit etmektedir. Fakat bunca kayboluşun içinde insanın tamamen umutsuzluğa kapılarak yolun sonuna geldiğini düşünmemesi maksadıyla çözümünü göstermekte de gecikmez ve inanmanın hakikatini idrak etme bilinciyle yaşayan insanı ayağa kaldırıp “insan bu bilinci, bu sorumluluğu onurla taşır. Kendisine buyrulan yöne dosdoğru yürür. Boynunda bükülü bir ip değil, elinde mutlak yönü gösteren sımsıkı sarıldığı bir ip vardır” (İp/23) diyerek hikmet yolunu gösterir.

Kitap, insanın yaşadığı çağda zihnini, zamanını, dünyayı algılayışını oymaya başlayan makinelerle geçirdiği büyük imtihanların yanında ruhunu da oymakta olan şeylere karşı küçük bir reçete görevi üstleniyor. Dört ana bölümü ise yaşanılan modern hayatın “Alegorik Düzlem”deki tespitleri, içerdiği “Paradokslar”ı, yaşadığımız çağda Müslümana rehberlik edecek “Tavır”lar ve son olarak da “Cemaat” olma bilinciyle üstesinden gelinecek bunalımlara çare olmaya çalışıyor. Kendi deyişiyle “elinden geldiği ölçüde karanlığın dağılmasına yardımcı olmak istiyor.” (Sunuş/ s.8)


· İz Yayıncılık, 2.baskı, İstanbul 1997.