Günümüzde Kudüs’ü Anlamak

Kudüs’ü idrak etmek onun yeryüzündeki varlığının önemini idrak etmek demektir. Kudüs, Müslüman bilincini sürekli diri tutması gereken bir emanet şehir. Bu emanet şehir özgür olduğunda tüm İslam âleminin özgürleşmesi demek.

Hatice BALİN

Çizgi: Hasan Aycın

Günümüzde Kudüs’ü anlamak mü’min olarak nasıl durduğumuza bağlıdır. İlk kıblemiz üç büyük dinin kutsal mabedi, peygamberler şehri Yahudilerin saldırısına uğradığında, Trump tarafından başkent ilan edildiğinde gündemimize giren kutsal şehir…

Ömrüm asrın yarısını geçerken, kendimi bildim bileli Taksim’de konsoloslukta “Kahrolsun İsrail, Kahrolsun Amerika” nidaları ile Kudüs’ü, Filistin’in kurtuluşuna vesile olmanın umudunu taşıdım. Ancak bu heyecanlı dirilişimiz Kudüs gündemden düşüne kadardı ve öteye gitmedi, gidemedi. Şimdi anlıyorum ki biz aslında Filistin’i Gazze’yi ve Kudüs’ü oradaki cihadı film gibi izlemekten gayri bir şey yapmadık. Bir üstadın sözü geldi aklıma “Her bir Müslüman bir kova su dökse İsrail’i sel götürürdü.” İşte biz o kovayı dolduramadık. Dolduramadığımız gibi dökmeye de cesaret edemedik. Rahmetli Akif Emre’yi anmadan edemeyeceğim;

Akif emre; Kudüs bir idrak ve bilinç durumuna tekabül eder. Kudüs’ü bugün turistik ve kültürel bir figüre indirgemeye çalışanlar, fotoğrafın, görüntünün malzemesi yapmaya çalışanlar, mistik, metafizik ve mitolojik bir nostalji ve romantizm yapanlar Kudüs’ün gerçekliğini örtenlerdir, demişti.

İdrak ve bilinç olma durumu tartışılmaya değer bir tespit, bence bunun üzerinde durmak gerekir. Çünkü idrak ve bilinç durumu gerçekleştiğinde biz KUDÜS ile birlikte bu davayı hayatımızın merkezine yerleştireceğiz. Yerleştiremediğimiz müddetçe Kudüs’ü anlama konusunda hiçbir zaman bir arpa yol alamayacağız.

Kudüs’ü anlamak demek orada yaşanılan onca acıya rağmen hâlâ mücadele ruhunun ölmemesi demek…

Kudüs’ü anlamak demek İsrail askerine karşı yüreğinde korkusuzca elindeki taşla ona galebe geleceğine iman etmek demek…

Ebû Ümâme (r.a.) Hz. Peygamber’in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

Ümmetimden bir topluluk daima hak üzere olacak ve düşmanlarına kesin bir şekilde üstün gelecektir. Allah’ın emri gelinceye dek şiddetli geçim sıkıntısına düşmeleri durumu hariç, muhalefet edenlerin muhalefeti onlara zarar vermeyecektir.”

“Yâ Rasûlallah! Onlar nerededirler?” dediler.

O: “Onlar, Beyt-i Makdis’te ve Beyt-i Makdis’in etrafındadırlar” buyurdu.4

İslam düşünce geleneğinin ete kemiğe bürünmüş halini Kudüs şehrinde görebiliriz. Birçok medeniyeti içinde barındıran bu şehir, bugün hâlâ İsrail’in işgali altındadır. Ayakta kalarak bizlere anlatmak istediklerine karşı göz yumamayız. Hayatın günlük pratiklerini işgal altında değilmiş gibi yaşayan Kudüslü Müslümanlar bizim konforlu yaşantımıza rağmen daha özgürler.

Bizler rahatımızı bozamadığımız için rahatını bozanları bağrımıza basarak bizi işgal etmelerine izin verdik. Bu işgal o kadar derinden ve sessizdi ki hiçbir şey anlamadık. O yüzden şimdi Akif Emre’nin dediği gibi Kudüs’ü bir film ve kültürel bir figür olarak sadece fotoğrafını çekiyoruz. Kudüs’ü idrak etmek onun yeryüzündeki varlığının önemini idrak etmek demektir. Kudüs, Müslüman bilincini sürekli diri tutması gereken bir emanet şehir. Bu emanet şehir özgür olduğunda tüm İslam âleminin özgürleşmesi demek. Kudüs’ün özgürlüğü hepimizin kurtuluşuna vesile olacaksa biz hâlâ ne bekliyoruz? Ya da neyi bekliyoruz? Müslümanlar olarak dirilmenin vakti gelmedi mi? Bizim öncelikle iddiamızın peşinden gitmeye karar vermemiz gerekir. Allah Resulünün örnekliğini hayatımıza geçirmeye gayret etmek. Onun gibi olmak çok zor olmasa gerek. Şimdi böyle konuşunca “Yaşadığımız yüzyılda teknoloji bu kadar ilerlemişken… O peygamberdi biz onun gibi olamayız… Ütopik konuşuyorsun…’’ eleştirileri yağmur gibi üzerinize gelir. İşte tam da büyük sıkıntı burada başlamaktadır. Biz Allah Resulünü evimizde ağırlayamazsak, Rabbimin ayetlerini dikkate almazsak ne Kudüs özgürleşir ne de biz.

Yaşadığımız yüzyılda Mü’min olma şuurunu taşıyamıyorsak Peygamberlerin ayak izini soluduğu havayı taşıyan, Miraç’a uzanan yolun kesiştiği mekânı idrak etmeyi de unuturuz. Kudüs’ü unutmak demek Müslüman kalplerin ölümüdür. Yazımın başında da belirttiğim gibi

Kudüs meselesi, maalesef tam da böyle bir örnek. Siyasi gündemlerin dayatmasıyla aklımıza ve kalbimize düşen, ancak bu sayede sloganlarımızda ve konuşmalarımızda bol bol yer bulan, gündem değiştiğinde ise yeniden kendi halinde kendi mahzunluğuyla baş başa bıraktığımız kadîm şehrimiz Kudüs…

Kudüs meselesi Kur’an-i meseledir. Hadise ait meseledir. Dinimize ait akidemizle ilgili bir meseledir. Kudüs dediğimiz şey ümmetin meselesidir. Özgürce ezanı Muhammediye’ye kavuşuncaya kadar bizim asli gündemimiz Kudüs olmalıdır. Yalnız Kudüs değil diğer İslam coğrafyasında hâlâ işgal altında olan yerlerde unutulmamalıdır. Maalesef bu yerlerde düşman saldırdığında gündemimizde oluyor. 

 Bugün Halep unutuldu. Doğu Guta Şarkiyye denilen bir yer var ki hadislere girmiş bu şehir, kimsenin gündeminde yok. Suriye’de hâlâ savaş devam ediyor. Arakan’da Suriye’den, Kudüs’ten Filistin ve Gazze’den farklı değil. Çin’in zulmü altında olan Doğu Türkistan’ı da unutmayalım…

İslam coğrafyalarını kurtarmanın en önemli yolu işgal olmuş gündemlerimizi kendimizin ihya edeceği günlere meseleyi vardırmaktır. Eğer biz gündemlerimizi başkalarının belirlemesine müsaade edersek İslam coğrafyaları için daha çok ah çekeceğiz. Bizim bu zilletten izzete doğru yürüyüş gerçekleştirmemiz ümmet olarak gündemi belirleyen güçlere karşı bizim gündemi belirleyen güce ulaşmamız olacaktır. Mü’min olarak üzerimize düşen sorumluluklarımızı yerine getirmeliyiz. Burada Kudüs aşığı Nuri Pakdil hocamızı yâd etmeden geçemeyeceğim. “Yürü kardeşim ayaklarına bir Kudüs gücü gelsin!” Bu güç öyle gelsin ki Kudüs’e ve bütün ümmet coğrafyasına özgürlük getirsin. Kim Allah’ın dinine yardım ederse Allah’ da kuluna yardım eder. Bunun için Allah’ın dinine hizmet edenlerden olmalıyız.

İslam’a hizmetin yolu her alanda olmalıdır. İlmi ve fenni konularda, sanatta, edebiyatta, ekonomide, sanayide üreten güçlenen, başkalarına bağımlı olmayan bir İslam coğrafyası haline gelelim.  Bugün biz Müslümanlar olarak, Allah’ın dinine hizmet ettiğimizde Kudüs bilincini elde etmiş olacağız. Rabbimin dinine hizmet edebilmek için dert sahibi olmak gerekir. Tıpkı Hz. Ömer’in komutanı Ebu Ubeyde İbn-i Cerrah gibi.

Hz. Ömer Kudüs’ü fethettikten sonra komutan olan Ebu Ubeyde İbni Cerrah’a diyor ki: “Beni götür çadırına, çadırında istirahat edeyim.” Her ikisi adım adım çadıra doğru gidiyorlar. Kudüs’ün Fatihi olan Ebu Ubeyde’nin çadırına vardıklarında Hz. Ömer şöyle bir bakıyor ve soruyor. “Sen burada mı kalıyorsun?”  “Evet” diyor. Hz. Ömer’de dönüp ona: “Vallahi ey Ebu Ubeyde dünya hepimizi değiştirdi ama seni hiç dünya değiştirmedi.”

Dünyaların değiştirmediği adam, Kudüs’ü değiştirdi. Kudüs’ü özgürleştirecek adamlar dünyanın değiştirdiği adamlar olamazlar. Ufacık bir makam elde edince davasını satan adamlar olamaz. Cebi biraz para görünce mü’min sorumluluğunu unutan adamlar olamaz. Kudüs’ü özgürleştirecek olan adamlar Kudüs’ü anlayan davasını içselleştiren adamlar olmalı…

 Rahmetli Akif Emre Ağabeyin dediği gibi:

“Kudüs miraç ve kıble bilincidir. Miraç ve Kıble ise yücelme ve yönelmedir. Öyleyse Kudüs’ün işgal altında olması yücelme ve yönelme bilincini de yitirmek demektir. Kudüs’ün Miracı’nı anlamak aynı zamanda kendi içinde bulunduğu zihinsel işgali anlamayı da sağlar.

Kudüs’ü anlayacak dava bilincine sahip gençlerin sayılarının çoğalması için durmadan bıkmadan anlatacağız. Kudüs’ü özgürleştirecek ruhu ve direnişi içimizde yaşayana dek gayret edeceğiz. Biz seferden sorumluyuz. Takdiri veren Rabbimdir.

Son olarak sizinle tarih sayfalarının arasında kalmış İsrail’in 1969 yılında Mecidi Aksa’nın yakılmasından bahsetmek istiyorum. Michael Denis Rohen Avusturyalı Yahudi Mescidi Aksa’ya bir Müslümanmış gibi girip çıkıyordu. Müslümanlar ile namaz kılıyordu. Bu yahudi her namaza geldiğinde azar azar yanıcı maddeleri getiriyordu. Gizli bir yere saklıyordu. Cemaatin en az olduğu sabah namazında işrak vaktinde bunu fırsat bilip Mesidi Aksa’yı ateşe verdi. Ve elini kolunu sallaya sallaya çıktı. Organizeli bir eylem olan bu yangın, işgal hükümeti tarafından Mescid-i Aksa’nın sularını kesmişti. Sadece esbat kapısından girebilen itfaiye hükümet tarafından engellendi. İnsanlar mahalle arasından su taşıyarak yangını söndürmeye çalıştı. Kıble Mescidi’nin tavanında 1500 metrekarelik kısmı tamamen yandı. Yangın epeyce yayılmaya başlarken söndürülmesi için itfaiye araçlarının giriş yapmasına izin verildi. Artık çok geç olmuştu. Çünkü minberi şeriften kalan birkaç parçaydı. 21 Ağustos 1969’da gerçekleşen bu olayda o dönemin işgal hükümeti, bu olayın İslam alemi tarafından ciddi bir karşılık bulacağından endişe ediyordu. Fakat maalesef basit sözlü bir iki kınama dışında kayda değer bir tepki oluşmadı. İşgal hükümetinin ilk kadın başbakanı olan Golda Mair Müslümanların yalnızca kınama ile karşılık vermesine binaen şöyle bir açıklama yaptı. “O gece sabaha kadar korkudan uyuyamadım. Zannediyordum ki Müslümanlar dört bir taraftan İsrail’e girecekler. Lakin sabah oldu ve korkulan olmadı. İşte o zaman idrak ettim ki: Biz dilediğimizi yapabiliriz. Zira Müsliman ümmeti Kur’anda bahsedilen Müslümanlardan değil uyuyan bir ümmettir. Kur’an’da bahsedilen ümmet olsaydı. Bu olay karşısında İsrail diye bir şey kalmazdı.’’ (https://mescidiaksaarsivi.com/icerik.asp?cat=1&item=204)

Yazımı Şeyh Ahmet Yasin’in ümmeti, Rabbe şikâyet eden duası ile bitirmek istiyorum.  Kendisinde ferahlık bulacağımız hür ve aziz olan Mescid-i Aksa’da buluşmak duası ile…

Allah’ım!
Sana şikâyette bulunuyorum…
Sana şikâyette bulunuyorum…
Gücümün azlığını, imkânımın yetersizliğini ve insanlara karşı zaafımı sana şikâyet ediyorum.
Sen mustazafların Rabbisin… Sen bizim Rabbimizsin… Bizi kime bırakıyorsun? Bize cehennem olacak uzaklara mı? Veya düşmana mı?
Allah’ım! Akıtılan kanlar, dokunulan ırzlar, çiğnenen hürmetler, yetim bırakılan çocuklar, oğlunu yitirmiş anneler, dul kalmış kadınlar, yıkılmış evler ve ifsad edilmiş ekinler aşkına Sana şikâyette bulunuyorum.
Sana şikâyette bulunuyorum! Gücümüz dağıldı… Birliğimiz bozuldu… Yollarımız ayrıldı…
Halkımızın zaafını ve ümmetimizin bize yardım edip, düşmanı yenmedeki aczini sana şikâyet ediyoruz…