Kitabın ilk makalesi, Orhan Gökçe tarafından yazılan “Avrupa Medyası” üzerine. Kitapta yer yer Türkiye’ye ve Türklere olan bakış hakkında bilgi verilse de aslında Avrupa’nın bilinçaltında Türklük ile İslam arasında özdeşim kurduğuna dikkat çekiyor. Ve evet araştırmanın sonucunu şimdiden yazmakta bir beis yok; Avrupa medyasında İslam düşmanlığı eğilimi gittikçe artmakta.
Gözde ÇİMEN

Uzun yıllardır Avrupa’nın önemli ülkelerinden biri olan Almanya’da ciddi akademik çalışmaları bulunan Orhan Gökçe ve yine aynı şekilde kendisi gibi akademik hayatta bulunan eşi Gülise Gökçe’nin ortak kaleme aldığı Avrupa’da İslam ve Türk İmajı üzerine kitabını sizlerle paylaşmak istiyorum.
Çalışmanın amacı Avrupa’da İslam’a ve daha özelinde Türklere bakış açısını irdelemek. Türklere bakış, daha çok indirgemeci olmakla birlikte bunun kökeninde Avrupa söyleminin etkili olduğunu özellikle belirtmek isterim. Bundan sonra yazacaklarım ise de tamamen kitap üzerinden ilerleyecektir.
Kitapta; İslam, Müslüman, Türk ve Türkiye’ye ilişkin hepimizin hissettiği stereotipik söylem nasıl gelişti, medyada nasıl kullanıldı hatta “kurgulandı”, bu söylemlerin tarihi ve dini kökenleri hakkında önemli bir resim sunulmuş. İlk olarak modern zamanın algısı içinde sizin ne olduğunuz veya kim olduğunuzun bir önemi yoktur. Önemli ve geçerli olan, diğerlerinin sizi nasıl gördüğüdür. Çünkü bu hâl aynı zamanda bize nasıl davranılacağını da belirlemektedir. Bu nedenledir ki “imaj” kavramı her alanda çok etkili ve önemli hale gelmiştir. Bundan hareketle kitabın ilk kısmında, imaj üzerinden inşa edilen “kimlik”, “öteki”, “düşman”, “önyargı” gibi kavramların üzerinde özellikle durulmuş.
Kitabın ilk makalesi, Orhan Gökçe tarafından yazılan “Avrupa Medyası” üzerine. Kitapta yer yer Türkiye’ye ve Türklere olan bakış hakkında bilgi verilse de aslında Avrupa’nın bilinçaltında Türklük ile İslam arasında özdeşim kurduğuna dikkat çekiyor. Ve evet araştırmanın sonucunu şimdiden yazmakta bir beis yok; Avrupa medyasında İslam düşmanlığı eğilimi gittikçe artmakta. Yazar bunun sebeplerini ise şu hatlarla özetlemeye çalışmış.
- “Olayları yalnızca belirli perspektiften ele alma stratejisi.”
Medya, (İslam üzerine düşünecek olursak) hangi konu ve gerçeklik boyutu üzerinde yoğunlaşacağına, neyin dikkatlerden uzak tutulacağına karar vermekte. Ve bu karar verme süreci politika, ekonomi, medya üçgeniyle beraber gücün yönlendirmesiyle kendisini gösteriyor.
Türk ve Müslüman tanımlarına gelecek olursak; Türklük ve Müslümanlık birbirine eş kullanılıp, “göçmen işçi” kategorisinde tanımlanır. Her türlü olay, olgu, konu ve sorunların baş müsebbibi Türkler yani Müslümanlardır. Müslümanlar, sadece kavga dövüş çatışma ile ilişkilendirilir ve sunulur. Müslümanlar, Alman toplumu için bir tehdit ve kültürlerini yabancılaştıran paralel toplum olarak lanse edilmekte. Bu bakış açısı sebebiyle tamamen kriminal, şiddet içerikli ve sansasyonel haberlere odaklanılmıştır.
- “Bilgi yerine bolca görüntü kullanma stratejisi.”
Zihinlerde yerleşik imaj sağlaması açısından bilgiden ziyade görüntünün önemi büyük. Avrupa medyasında konuyla alakalı olsun veya olmasın her zaman arkada başörtülü bir kadın, Kur’an kursları ve camii görüntüsüne mutlaka denk gelmişsinizdir. Böylelikle anlam çağrışımı veya bağlantısı görüntüler aracılığı ile başarıya ulaşır. Bu kurguda Müslümanlar acımasız, şiddet sever buna bağlı olarak modernizme karşı oldukları için intikam dolu, din ve vicdan özgürlüğüne karşı olup hoşgörüsüz ve zorbalıklarıyla kadınları aşağılan ve hayat hakkı vermeyenler olarak lanse edilmeye çalışır. Bunun için de korkutucu görüntülerle İslam dini, kendilerince gayrimedeni din algısı çerçevesine oturtulur. Konuyla alakasız bir yerde patlama olsa arkada bir camii görüntüsü ile patlama ve camii arasında bağ kurulmasına zemin hazırlanır.
Son olarak ise bu düşmanlığa dair kitabın ilerleyen kısımlarında bana göre yazarlarımızın önemli değerlendirmelerden biri de Avrupa’nın kendi kimlik arayışında aradığı düşman-öteki meselesidir.
“1945’ten sonra ideolojik boyuta transfer edilerek yaratılan komünizm tehlikesi ortadan kalkınca, dünya yeni bir öteki-düşman arayışına girdi ve bu arayış çok geçmeden komünizm yerine İslam’ın ikame edilmesiyle son buldu.”
Evet meselenin önemli özetlerinden biri. Yine kitaptan gidecek olursak Avrupa zaten tarihsel olarak da İslam ve onun değerleriyle sorunlu. İslam dininin, Hristiyan dünyanın beklemediği bir zaman ve hızda yayılması, alınan önlemler ve daha sonra gelen Haçlı seferleriyle zaten İslam, Hristiyan dünyanın bildiği ve tanıdığı bir öteki. Ve hiç şüphesiz Avrupa’nın uzun yıllar yaşadığı Osmanlı İmparatorluğu gerçeği de mevcut. Ve bu gerçeklikle beraber, aslında Avrupa’nın Osmanlı İmparatorluğuna çok şey borçlu olduğu sonucu tarihsel süreç içerisinde ortada. Çünkü bu varlık Avrupa’yı kendisine bir kimlik bulmaya, devletle mücadele edebilmek için bir güç oluşturma şansını vermiştir. Kendi varlığını Osmanlı devletinin varlığında bulan bir “Avrupa” gerçeğini ortaya çıkarmıştır. Bu tarihsel korku ve çekişme sayesinde Avrupa medyası İslam’ı kendisine dert etmede zorlanmasa gerek.
Sözün özü; kitabın sonuç kısmında ele alındığı üzere Hristiyan dünya, kırmızı renkli tehditten yeşil renkli tehdite geçmeyi seçtiğinden bu yana, özellikle medya söylemi üzerinden dünyaya kendilerince İslam algısı oluşturmaya çalışmakta. Ve Avrupa’nın herhangi bir yerinde üretilen stereotipik söylem, yalnızca orayla sınırlı kalmayıp dalga dalga yayılmaktadır. Kurgulanan ve hep bir ağızdan sunulan resim, görüntü, vs. hepsi amaçları için araç olarak kullanılmaktadır. Bu oluşturulan ve tüm dünyaya pompalanan olumsuz İslam imajına karşı mücadele edebilecek tek ülke, yazarlar tarafından da belirtildiği şekliyle Türkiye. Türkiye, tarihi mirası, deneyim ve tecrübesi ile Batı’daki İslam ve onunla özdeşleşen Türk düşmanlığına karşı politika geliştirebilecek ve bunu da uygulatabilecek tek ülke konumundadır. Avrupa ise bunun farkında. Son yıllarda bu kadar çok dikkatimizin dağıtılmaya çalışılması, uluslararası alanda etkisiz hale getirilmek için her türlü baskı ve politikayı uygulamaktan geri durmaması yaşayarak tecrübe ettiğimiz gerçeklerdir. Eski korkular, yeni kabuslar ve modellerle bir alternatif gerçeklik üretilmeye çalışılmakta. Tarihi misyonumuz gereği ilişkileri yeniden kurabilecek, İslam toplumlarına önderlik edecek donanıma ve altyapıya sahibiz. Yetişmiş insan gücüyle sadece zulüm altındaki İslam topluluklarının değil, bugün Avrupa’da milyonları bulan Müslümanların sesi ve gücü olan Türkiye, bu gerçeği elbet dünyanın da gerçeği haline getirecektir.