Ebu Mûsâ El-Eş’arî (R.A.)
Ashâb-ı Kirâmı tanımak Rasulullah’ı (s.a.v) tanımak demektir. O’nun hayatını, tebliğini, davasını, sünnetini, fetihlerini ve hatta İstanbul’un fethini anlamak demektir.
Ahmet POÇANOĞLU
Emekli Konya İl Müftüsü


Ebu Musa El-Eşa’ri (Radıyallahü Anh), Abdullah İbn-i Kays İbn-i Slim İbn-i Hdar İbn-i Harb şöyle dedi:
“Nebi (s.a.v) ile bir gazaya çıktık. Biz altı kişi idik. Bir devemiz vardı, nöbetleşe biniyorduk. Ayağım delinmiş, tırnaklarım dökülmüştü. Bunun için ayaklarımıza bez parçası sarıyorduk. Ayaklarımıza bez parçası sardığımız için bu gazaya Zat’ür-Rika gazası denildi.’’
Ebu Musa bu hadisi rivayet etti. Sonra bunu hoş görmedi ve “Ben bunu zikretmeyi doğru bulmazdım.” dedi. Sanki o amelinden bir şeyi ifşa etmekten hoşlanmamıştı.
(Buhari: 4128, Müslim: 1816)
BU HADİSTEN ÖĞRENDİKLERİMİZ
Zât’ür-Rika Gazvesi, Beni Nadir Gazvesi’nden sonra hicretin 4. yılının Rebiyülahir veya Cemâziyelevvel ayında sonra meydana geldi. Necid bölgesinden Medine’ye gelen bir tüccar, Gatafânlılar’dan Enmâr, Muhârib ve Sa‘lebeoğulları’nın Medine’ye saldırmak için Nahl yakınında Sa‘d ve Şukra arasında toplandığını bildirdi. Bu haber üzerine Resûl-i Ekrem düşmanın bulunduğu yere kadar gidip onlara bir baskın yapmaya karar verdi. 400 kişiden oluşan bir kuvvetle 10 Muharrem 5 (11 Haziran 626) tarihinde Medine’den ayrıldı. Resûl-i Ekrem olay mahalline vardı ancak taraflar arasında herhangi bir çarpışma gerçekleşmedi. Zira bir Müslüman birliğinin yurtlarına kadar geldiğini öğrenen müşrikler Müslümanlarla karşı karşıya gelmekten çekinmiş, olay yerinden hızla uzaklaşıp etrafa dağılmış, hatta bazıları ailelerini ve mallarını ortada bırakıp dağların tepelerine tırmanmışlardı. Bunların bıraktığı sığır, koyun ve develer Müslümanlar tarafından ganimet olarak ele geçirildi. Tepelere tırmanan düşmanlarla Müslümanlar arasında fazla mesafe yoktu, her iki taraf birbirinden çekiniyor ve birbirini gözetliyordu. Müslümanlar bir saldırıdan çekindikleri için Hz. Peygamber (s.a.v) onlara korku namazı (salâtü’l-havf) kıldırdı. Bu namazın ilk defa bu sefer sırasında kılındığı da rivayet edilir.
Neticede çatışmaya girmeden olay yerinden ayrılan Müslümanlar on beş gün süren bu sefer sonunda Medine’ye döndüler.
وَاللّٰهُ يَعْصِمُكَ مِنَ النَّاسِؕ
“Allah seni insanlardan korur.” (Maide: 67)
Hz. Peygamber’in kalbine güven aşılayıp maneviyatını yükselten ve zorluklara karşı direnme gücü veren bu ayet, Zat’ür-Rika gazvesi dönüşü tezahür etmiştir. Bu savaşta mucizeler yaşanmıştır. Nitekim Hz. Peygamber kılıcını bir ağaca asıp dinlendiği sırada Gavres b. Hâris adlı bir müşrik ağaçtan kılıcı alıp Hz. Peygamber’i öldürmeye teşebbüs etmiş, Resûl-i Ekrem’e, “Şimdi seni benim elimden kim kurtaracak!” demiş, Resûl-i Ekrem, “Allah!” deyince kılıcı elinden düşmüş ve teşebbüsü başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Bu sebeple bu Gazve, Gazvetü’l-eâcîb (Şaşılacak olaylar savaşı) şeklinde de anılır.
Biz bu hadisten savaşçıların yokluktan dolayı ayaklarına bez parçası sardıkları için bu gazveye Zat’ür-Rika’ denildiğini öğreniyoruz ve böylece Sahabe-i Kiramı’n üstün fedakârlık örneklerinden birine daha şahitlik ediyoruz. Hiç şüphesiz, Peygamberimiz, ashabı ve onlardan sonra gelen Selef-i Salih’in bu dini yaşamak, Hakk’ı hâkim kılmak için büyük zahmetlere ve çilelere katlandıklarını, cennetin yolunun çile ve sıkıntılarla dolu olduğunu, bunu hiçbir zaman unutmamak gerektiğini, yine de bu yolda asla pes etmemek gerektiğini öğreniyoruz. Bu, altı kişilik grubun bir bineğe nöbetleşe binerek, fakr-u zaruret içinde, tabanları delinip tırnakları dökülecek ölçüde zorluklara göğüs gererek ve hiç şikâyet etmeden, hatta anlatılmasından bile hoşlanmadıkları bir sabra, sebata ve ubudiyete şahit oluyoruz. İşte buna cihat denir.
Bizden önce gelip geçmiş Müslüman nesiller, büyük bir fedakarlıkla görevlerini yapmışlar ve iman etmişler ki yaptıklarını hem Allah hem Rasul hem de müminler görecektir. Kanaatsizlik edip daha iyi imkanlara kavuştuktan sonra iyi şeyler yapacaklarını iddia etmek gibi yanlış düşüncelere de kapılmamışlardır.
Ashâb-ı Kirâm çok zor şartlarda büyük bir fedakarlıkla İslam’a hizmet etmişler, onlar çektikleri sıkıntıların söylenmesini hoş karşılamamışlar, şan ve şöhrete hiç tenezzül etmemişlerdir. Çünkü salih amelin gizlenmesi, açığa vurulmasından daha faziletlidir. Ancak salih ameller, insanların örnek alması amacıyla, yani muktedilerin (tabi olan, uyan) mukteda-bih olan (kendisine uyulan) kimseleri örnek almaları için anlatılabilir.
Ashâb-ı Kirâmı tanımak Rasulullah’ı (s.a.v) tanımak demektir. O’nun hayatını, tebliğini, davasını, sünnetini, fetihlerini ve hatta İstanbul’un fethini anlamak demektir. Çünkü onlar, “İnsanlar için ortaya çıkarılan en hayırlı ümmettir. İyiliği emreder, kötülükten meneder ve Allah’a iman ederler”.
EBU MUSA EL-EŞ’ARÎ (Radıyallahü anh)
Ebu Musa el-Eş’arî hicretten 21 yıl önce (miladi 602 yılında) Yemen’in Tihâme bölgesinde yer alan Zebid beldesinin Rima köyünde dünyaya gelmiştir. Ebu Musa, baba tarafından Eş’ar, anne tarafından Ak kabilesine mensuptur. Babasının adı Kays İbn-i Süleym, annesinin adı ise Zabye bint Vehb’dir. Annesi Zabye (r.anha) Medine’ye hicret edip orada vefat eden sahabedendir. Asıl adı Abdullah bin Kays’tır. Onun Ebu Musa olarak künyelenmesi, Peygamber’in (s.a.v) amca oğlu Fadl bin Abbas’ın kızı Ümmü Gülsüm ile evliliğinden doğan oğlu Musa sebebiyledir.
Hz. Peygamber’in (s.a.v) İslam’a davetini haber alınca İslam’ı öğrenmek ve Müslümanlar arasına dahil olmak amacıyla kabilesine mensup kişilerle Kızıldeniz yoluyla Mekke’ye gitmeye karar verdi. Ancak fırtına sebebiyle Habeşistan’a sığınmak zorunda kalınca o da yanındakilerle birlikte Habeşistan’a hicret etmiş bulunan Mekkeli Müslümanlara katılmıştı. Ebu Musa (r.a) burada belli süre kaldıktan sonra Hayber Fethi esnasında diğer muhacirlerle birlikte Medine’ye dönmüştü. Hz. Peygamber’in ashabıyla birlikte Hayber Seferi’nde olduğunu öğrenince oraya gidip, ona iman üzere bey’at ettiler. Onların kalabalık bir heyet halinde gelişlerinden memnun olan Hz. Peygamber, savaştan sonra gelmelerine rağmen, ashabının rızasını da alarak onlara ele geçen ganimetten pay vermiş, ayrıca hem Habeşistan’a hem de Medine’ye hicret etmeleri sebebiyle, iki hicret sevabı aldıklarını söyleyerek kendilerini tebrik etmiştir. Medine’ye hicret eden Eşarîleri, topluca Medine’nin Bathân vadisine yerleştirmiştir, Ebû Musa’nın da onlarla Bathân vadisinde oturduğu anlaşılmaktadır. Eşarîlerin, Kur’an okumaya büyük bir önem verdikleri, geceleri okudukları Kur’an sesiyle evlerinin tanındığı, evlerinde veya savaşta iken azalan yiyeceklerini bir araya getirip aralarında eşit bir biçimde bölüştürdükleri, onların bu özelliklerini Hz. Peygamber’in takdir ettiği ve “Eşarîler benden, ben de onlardanım.” dediği, Kur’an-ı Kerim’de (Mâide: 54) nitelikleri sayılarak geleceği bildirilen kavmin yine onlar olduğu kaynaklarımızda nakledilmektedir. Hz. Peygamber döneminde Ebu Musa Kur’an’ı öğrenmeye ve okumaya büyük özen göstermiş; Medine mescidinde zaman zaman davudî sesiyle okuduğu Kur’an’ı, hem Hz. Peygamber ve ailesi hem de diğer Müslümanlar severek dinlemiş ve onu takdir etmişlerdir. Sahip olduğu Kur’an ve Sünnet bilgisi, zamanla onu, tanınan sahibi fakih ve kadılardan birisi haline getirmiştir.
Ebu Musa (r.a) Hayber’in fethinden sonra yapılan gazve ve seriyyelere katıldı. Huneyn Gazvesi’nde bozguna uğrayan düşman askerlerini takip etmekle görevlendirilen amcası Ebu Âmir el-Eş’arî kumandasındaki birlikte o da vardı. Ebu Âmir şehit düşerken kumandayı kendisine bıraktı. Hz. Peygamber, Ebu Musa’yı Veda haccından önce Yemen’in Zebîd, Aden, Me’rib ve sahil taraflarının zekâtını toplamakla görevlendirdi. Hz. Ebu Bekir’in halifeliği döneminde de orada kalan Ebu Musa, irtidat olaylarında Esved el-Ansî ile mücadele etti. Daha sonra Medine’ye dönerek Suriye fetihlerine katıldı.
Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali (r.anhüm) dönemlerinde Basra ve Kûfe valisi olarak görev yaptı. Hz. Peygamber vefat ettikten sonra, Hz. Ömer İslam medeniyetine süreklilik kazandıracak sistemi kurma noktasında kilit rol oynayan üç mektuptan birini bölgenin valisi Ebû Musa el-Eş’arî’ye gönderdi. Mektup yargı usulünü ana çerçevesiyle ortaya koyma ve usulün ilk temellerinin yazılı olarak bize aktarılması açısından tarihi bir öneme sahiptir. Bu mektupta Hz. Ömer’in evrensel hukuka armağan ettiği iki cümlesinden birisi, “Müddaiye beyyine, inkâr edene ise yemin düşer.” (Delil getirmek iddia edene (davacıya), yemin ise inkâr edene (davalıya) düşer). Diğeri ise “Adalet mülkün temelidir.” sözüdür.
Cemel Vakası’nda tarafsız kalmayı tercih ettiği için Hz. Ali onu valilikten azletti. Ebu Musa da Dımaşk taraflarında bir köyde inzivaya çekildi. Sıffîn Savaşı’nda, iki grup arasında barışın tarafsız hakemlerce gerçekleştirilmesi kararlaştırıldığı zaman Hz. Muâviye Amr b. Âs’ı, taraftarlarının ısrarı üzerine Hz. Ali de Ebu Musa’yı hakem olarak seçti. Hakemler Ezruh’ta bir araya geldiklerinde Hz. Ali ile Muâviye’nin azledilerek halifenin bir şûra tarafından seçilmesini kararlaştırdılar. Bu karar önce Ebu Musa tarafından açıklandı. Söz sırası Amr’a gelince Amr, Hz. Ali’yi azledip hilâfet makamına Muâviye’yi tayin ettiğini bildirdi. Ebu Musa buna karşı çıkmışsa da durum değişmemiş ve neticede hakem olayı hilâfet meselesini bir çıkmaza götürmüştür.
Hicri takvimin tespitine o vesile olmuştur. Buna göre Ebu Musa, “Bize tarihsiz mektuplar gönderiyorsunuz” diye Hz. Ömer’i uyarmış, halife de bir şûra toplayarak hicreti tarih başlangıcı olarak kabul etmiştir. Ebu Musa, Kur’ân-ı Kerim’i bizzat Hz. Peygamber’den öğrenerek ezberleyen sayılı sahabilerden biridir. Güzel sesiyle Kur’an okuyuşu herkesi hayran bırakırdı. Bir gece Hz. Peygamber Ebu Musa’nın Kur’an okuyuşunu dinlemiş, kendisine Hz. Dâvûd’unkine benzer bir ses verildiğini söylemiştir.
Uzun yıllar idarecilik yapmasına rağmen dünya malına hiç iltifat etmedi. Etrafındakilere Hz. Peygamber zamanında yaşadıkları mütevazi hayattan örnekler vererek sade yaşamanın güzelliğini anlatmıştır. Hicri 42 (662-63) yılında vefat eden Ebu Musa’nın (r.a) Kûfe’de mi yoksa Mekke’de mi vefat ettiği hususu ihtilaflıdır.
Rasulullah’tan (s.a.v) tekrarlarıyla 360 hadis rivayet etmiştir. Bu hadislerden dördü Buhari’nin, beşi Müslim’in Sahihlerinde yer almış, 49 hadiste ise Buhari ve Müslim ittifak etmişlerdir.
Allah O’ndan Razı Olsun.