Lobileşen bu yapı kendilerini normal görüyor. Heteroseksüel olan kişileri anormal görüp, çocukları kendileri gibi olmaya dayatma veya teşvik etmeleri çok büyük sıkıntı ve tehdit oluşturmaktadır. Okullarda örgütlenen bu yapı, eşcinsel olan öğrencilerin diğer öğrencilere karşı akran zorbalığına varan davranışları örnek olarak verilebilir. Şimdi okul idarecileri ve öğretmenler çığ gibi büyüyen bu sorunla nasıl baş edeceğini bilmiyor.
Hatice BALİN
Uzm. Sosyolog

Günümüzde çok tartışılan konular arasında bulunan farklı cinsel kimlik yönelimi ve LGBT.Batı toplumlarında kendini LGBT olarak tanımlayan bireylerin görünürlüğünün arttığını ve toplumsal kabul edilebilirliklerinin artışına şahit oluyoruz. Dünyada giderek “normalleştirilmeye” çalışılan bu durumun Türkiye’deki yansıması da çok iç açıcı görünmemektedir. Son yıllarda LGBT lobilerinin saldırgan propagandası ile, özellikle gençlerin ilgisinin çok fazla arttığı bir konu haline gelmiş durumdadır. LGBT+İQA topluluğunun kendi tercihlerini toplumun tamamına dayatma politikaları mücadele edilmesi zor büyük bir sorun olarak giderek büyümektedir. Toplumda gerçekte olduğundan daha büyük bir sorun haline getirilen farklı cinsel kimlik yönelimi/ LGBT konusu üç temel başlık altında incelenebilir.
Bu yazıda ilk olarak, bir olgu ya da sorun olarak LGBT kimliğinin içeriğine ve tarihçesine bakacağız. İkinci olarak, küresel ve ulusal medyanın LGBT’ye yönelik son dönemde artan ilgisinin nedenlerinden bahsedeceğiz. Üçüncü olarak da gençlerin hem LGBT kimliğini benimseme yönündeki eğilimlerinin ortaya çıkmasının nedeni hem de bu eğilimin kırılma noktasını sağlayabilecek bir çözüm noktası olarak medyayı ve medya okuryazarlığını ele alacağız.
LGBT ve farklı cinsel yönelim konusunu anlamak için bakıldığında, en çok tartışılan biyolojik cinsiyet veya “doğumda atanan cinsiyet” ve toplumsal cinsiyet kavramları önem kazanmaktadır. Biyolojik cinsiyet doğumla birlikte bebeğin dış genital organlarına göre kız ya da erkek olarak tespit edilmesidir. LGBT lobileri ise bunu bunu “doğumda atanan cinsiyet” kavramı ile sanki bir bireyi bir makama atama gibi tanımlayarak kafa karışıklığı oluşturmaktadır. Oysa dış genital organlar bebeğin; annesinden gelen yumurta ve babasından gelen sperm hücresinin birleşmesiyle oluşan ilk hücresinde belirlenmiş olup, vücut dokuları ve dış genital organları da ona göre anne rahminde şekillenmektedir. Dolayısıyla doğan bebeğin cinsiyeti atanmaz, tespit edilir. Bu durumun istisnası beşbin canlı doğumda bir görülen interseks (hunsa) adı verilen durumdur ki bu başlı başına bir sağlık sorunu olup uzun ve hassas bir takip ve tedaviyi gerektirir. LGBT ile ilgisi yoktur.
Toplumsal cinsiyet kavramı ise, toplumda kadınlara ve erkeklere çoğunlukla biyolojik cinsiyetleri üzerinden atfedilen roller, pratikler, sorumluluklar, nitelikler ve bunlar üzerinden üretilen söylemler, performanslar, kimlikler ve öznelliklerin bütünü olarak tanımlanabilir. Modern toplumlarda toplumsal cinsiyet kadın ya da erkeğe yalnızca cinsiyete ait roller tanımlanırken, geleneksel toplumlarda cinsiyetle doğrudan ilişkili olmayan ev işleri, hasta ve yaşlı bakımı gibi roller kadınlara yüklenmiş, bazı meslek ve işlerin kadınlar tarafından yapılmayacağına dair kısıtlamalar yüzyıllardır devam etmektedir. Tersi bir durum erkekler için de söz konusu olabilmektedir. Kadın ve erkek arasındaki farklılıkların ve hiyerarşilerin toplumsal yönünü tanımlarken, “Marshall, buna paralel olarak bu farklılığın toplumsal bakımdan eşitsiz bölünmeye gönderme olarak tanımlamıştır. Dolayısıyla, toplumsal cinsiyet kavramını kadınlar ve erkekler arasındaki farklılıkların, toplumsal düzlemde kurulmuş yönlerine dikkat çekmektedir.Bu kavramın kapsamını da anlatır. Özellikle kadın ve erkeğin bireysel kimliği ve kişiliğinden yanı sıra sembolik olarak kadınlık ve erkekliğin, kültürel boyutuyla basmakalıp yargılar oluşturulmasıdır. Kurumlar ve örgütlerde cinsel iş bölümünü meydana getirecek boyuta ulaşmasıdır” (Balin, 2016, Marshall,1999: s.98-99).
2019 yılında Gaziantep Hasan Kalyoncu Üniversitesi’nde Young Ebeveyn Ölçeği kullanılarak yapılan araştırmanın sonuçlarına göre, kendisini eşcinsel olarak ifade eden katılımcıların, “Küçümseyici/Kusur Bulucu, Aşırı İzin Verici/Sınırsız ve Cezalandırıcı Baba Tutumu puan ortalamaları”, kendisini heteroseksüel olarak ifade eden katılımcıların puan ortalamalarından yüksek bulunmuştur. Kendisini eşcinsel ve biseksüel olarak ifade eden katılımcıların Duygusal Bakımdan Yoksun Bırakıcı Baba Tutumu puan ortalamaları, kendisini heteroseksüel olarak ifade eden katılımcıların puan ortalamalarından yüksek bulunmuştur. Aynı zamanda eşcinsel ve biseksüel bireyler, heteroseksüel bireylere oranla daha fazla ruhsal rahatsızlık bildirmişlerdir. Bu çalışmada ailenin olumsuz tutum ve davranışlarının çocuk ve gençlerin cinsiyet kimliği gelişiminde rolü açıkça görülmektedir. Buradan hareketle anne -babanın kucaklayıcı, kabul edici, onaylayıcı yaklaşımı yanında sevgi dolu denetiminin sağlıklı cinsiyet kimliği gelişiminde önemli olduğu sonucuna varabiliriz. Bundan sonraki yazı serimizde ebeveyn-çocuk ilişkisinin ve bazı özgül aile dinamiklerinin özellikle yaşamın ilk 6 yılında çok önemli rol oynadığı ve olumsuz anne baba tutumlarının cinsiyet kimliğini nasıl etkilediğinin öneminden bahsedeceğiz.
LGBT+İQA açılımı neyi ifade ediyor? LGBT hareketinin açılımı genellikle yanlış olarak erkek eşcinsel olarak daha çok bilinmektedir. LGBT +iQA gibi harfler de eklenerek hem kadınlar hem de erkeklerin pek çok cinsel kimlik yönelimi olduğu iddia edilmektedir. Bunlar; L: Lezbiyen (kadın eşcinselliği tanımlar). G: Gay (erkek eşcinselliği), B: Biseksüel (hem kadına hem erkeğe yönelme hali), T: Trans (doğumdaki biyolojik cinsiyetini ameliyat ile değiştiren kişi), İ: İnterseks (doğumda cinsiyeti tayin edilemeyen, her iki cinsiyete dair dış genital özellikle ile dünyaya gelen kişi/Hünsa), Q: Queer (cinsel kimlik yöneliminin değişim göstermesi/akışkan cinsel kimlik), ve A: Aseksüel (herhangi bir cinsiyete cinsel çekim olmama hali) olarak tanımlanmaktadır. Eşcinselliği tekrar tanımladığımızda, kişinin romantik veya cinsel veya her iki yönden hemcinsine yönelmesi şeklinde tanımlanabilir. “Eşcinselliğin hastalık olup olmadığına dair (Bayraktar, 2020);”
Eşcinsellik 19. yüzyıl sonlarından itibaren özellikle Alman seksolog, psikiyatrist ve psikologlar tarafından incelenmeye başlamış ve psikiyatrideki hâkim görüş patolojik olduğu üzerine yoğunlaşmıştır. 1970’lerin başında bazı psikiyatristler, psikiyatri ve psikoloji alanında eşcinselliğe konulan “hastalık’’ tanımının ideolojik olup olmadığı tartışmasını açmışlardır. Bu tartışmalar ve politik direniş (1969’da Stonewall Inn’deki isyan) Amerikan Psikiyatri Derneği’nin eşcinselliği hastalık kategorisinden çıkartması ile sonuçlanmıştır. 1973 yılında Amerikan Psikiyatri Derneği, 1990 yılında ise Dünya Sağlık Örgütü eşcinselliği hastalık kategorisinden çıkarmıştır.
Psikolog ve psikiyatrların mesleki kitabı olan DSM5’te farklı cinsel kimlik yönelimi hastalık olarak tanımlanmaktan çıkarılmıştır.
LGBT’nin doğuştan olduğunu kabul eden uzmanlar yanında, psikolojik olarak bunun hastalık olduğunu savunan uzmanlar da bulunmaktadır. Batı’da hastalık kabul edilmediği için meslekleri gereği bu vakalara bakmaları (DSM-5 Amerikan Psikiyatri Birliği kitabına göre) yasak olmasına rağmen bunu titizlikle çok duyurmadan yapan alanında uzmanlar bulunmaktadır. (Doyle, 2022). Tedavi maksatlı terapi yapan uzmanların mesleki kariyeri riske girdiği ve terapi lisanslarının iptal edildiğine dair örneklerin olduğu literatürdeki kaynaklarda belirtilmektedir. Batı’da özellikle Avrupa’da ve Türkiye’de bu alanda hizmet veren bazı psikolog ve psikiyatrlar ise bunun doğuştan olmadığını sonradan yaşanılan bir takım travma vb. durumlardan dolayı ortaya çıktığını savunmaktadırlar. Bu düşünceyi benimseyen psikiyatr ve psikologlar tedavi ile heteroseksüel cinsiyet kimliğini tekrar kazanarak yaşamlarına tekrar devam edebileceklerini de öngörebiliyorlar. Şimdi bu bilgilendirmelerden sonra eşcinsel olarak tanımlanan bu bireylerin (LGBT+QA ‘nın) tarihsel süreçlerini ve günümüze değin bu olgunun hangi merhalelerden geçerek nasıl şekillendiğini inceleyelim…
LGBT’NİN TARİHSEL SÜRECİ
Eşcinsellik olgusal olarak, tarihsel okumalarımızdan dini ve toplumsal kaynaklardan edindiğimiz bilgiye göre, somut arkeolojik kanıtlarda dahi çok eski çağlardan beri var olduğu görülmektedir. Fakat eşcinsellik meselesinin hukuki ve siyasi yönden aslında yönetim nezdinde ele alınarak ilk kez yasaklanması Hristiyanlığı seçen Roma imparatorluğu döneminde oluyor. Ve bu kişilerin eylemleri suç sayılarak çeşitli cezalar veriliyor. Hatta toplumdan dışlanarak halk tarafından çeşitli şekilde işkenceye maruz bırakılıyor. Rönesans döneminde aslında bir çeşit karşıt duruş, bir muhalif bir çizgi sağlasa da 19. yüzyıla kadar neredeyse tüm Avrupa ve Asya devletlerinde eşcinselliğin bir suç olduğunu görüyoruz ( Carter, 2018).
İki cinsiyetin dışında yani heteroseksüel kimliğin dışında bir alt kimlik olarak eşcinselliğin varlığı Yunan mitolojisinden beri kabul edilse de LGBT’nin 20. yüzyılda, ortaya çıkarılan, inşa edilen ve dayatılan bir kimlik olduğunun da altını çizmek gerekiyor. Kimlik dediğimiz şeyler bizim kendimizi tanımlamak için ortaya koyduğumuz sosyal yönden inşa edilmiş çeşitli özellikler olarak kabul ediliyor. Bir insanın kendini tanımlaması için kimliğe ihtiyacı vardır. Bugün baktığımızda da bu kişiler LGBT grubu içerisinde sayılan kişilerin bunları aslında bir kimlik olarak ortaya koyduklarını görüyoruz. Son bir yüzyıl içerisinde gelen bir kavram ve eşcinsellikten farklı bir olgu olarak kabul ediliyor. 1789 Fransız Devrimi sonrası, 1804 Napolyon Kanunları dine dayalı tüm suç ve cezaları kaldırıyor. İşte bu noktada aslında eşcinsellik Avrupa’da rahat nefes alarak kendine bir alan buluyor. Günümüzde Avrupa ülkelerinde eşcinsellik ve LGBT kimliğinin çok daha özgür yaşandığı ifade edilen ülkelere baktığımızda aslında bu bir tesadüf değil. Neticesinde Hollanda, Danimarka, Fransa, İtalya, İspanya ve Portekiz gibi ülkeler Napolyon Kanunlarının yani dine dayalı tüm suç ve cezaların kaldırılmasını benimseyen ülkeler. Ve bu ülkelerde de aynı zamanda devam eden süreçte eşcinsel kimliğinin siyasi gelişimini görüyoruz. Diğer yönden LGBT denilen olgu 20. yüzyıl kimliği olarak kabul edilebilir. Burada 20. yüzyılın başlarında yaşanan iki dünya savaşının önemli etkisi büyük rol oynuyor. Birinci dünya savaşı üzerinden yükselen faşizm ve ari ırk çalışmaları ile birlikte ardından da ikinci dünya savaşı sonrası komünizm ve anarşizm karşıtlığı da yükselir. Ülkelerin bu baskı, sansür ve sert deneyim politikalarının toplumun gündelik hayatında da farklı değişime yol açtığı görülür. Bu değişimler İngiliz yazar Aldous Huxley’e göre “bir toplumda siyasi ve ekonomik özgürlükler azalınca insanlar cinsel özgürlüklerinin peşinde koşar.” Yani aslında bir yerden baskılandığınız noktada insanlar o acı çekme durumundan kurtulmak için farklı ahlaki ve manevi dayanakları da yoksa bireysel haz ve cinsel hazlarının peşinden koşarlar. Biz bunu tarihteki kültürel değişimlerde görüyoruz. Tabi 1930’larda aynı zamanda Freud ve William R. gibi bilinçaltı dürtülerinin ortaya çıkarılması, her yaşanan sıkıntının sebebinde cinselliğin bastırılması gibi teorilerinde genel olarak dünyada karşılığını bulunca bu meselenin artık yavaş yavaş bir siyasallaşma yönünde gittiğini söylemek mümkün. Milyonlarca kişinin öldüğü, çok ciddi krizlerin yaşandığı, Avrupa toplumunda özellikle de Hristiyan toplumlarında İkinci Dünya savaşı sonrası insanlar artık gündelik hayatlarında savaşın acılarına karşı tamamen haz ilkesine sarılmaya başlıyorlar. Bu dönemde doğurgan kuşağın çok fazla çocuk sahibi olması, kontrolsüz cinsel yönelimli ilişkinin ve eşcinsel eylemlerin artması aslında bu dönemde başlıyor. Keza altmışlı yıllarda Vietnam Savaşı sonrası ortaya çıkan özgürlük hareketleri ile birlikte Avrupa ve Amerika’da bir cinsel devrim yaşanmaya başlıyor. Bu cinsel devrimin de ortaya koyduğu temel ilke ise, siz bir cinselliği yaşamak için üremek zorunda değilsiniz, evli olmak zorunda değilsiniz, tek eşli olmak zorunda değilsiniz, heteroseksüel olmak zorunda değilsiniz. Şimdi bu yaklaşım ile birlikte aslında aynı dönem tıpta bazı gelişmeler, mesela doğum kontrol haplarına ulaşım işte kürtaj operasyon tekniklerinin gelişimi, televizyon ve evdeki gösterim teknolojisinin yaygınlaşmasıyla inanılmaz derecede kontrolsüz ve ahlaki kuralların geçerli olmadığı bir cinsel ilişkiler toplumu ortaya çıkıyor ki porno sektörünün de aslında başlamasının bu yıllara dayandırmak mümkündür. 1969’da Amerika Birleşik Devletleri’nde Stonewall Ayaklanması denilen bir olay var. Bu olay ufak, sıradan bir olay gibi gözükse de LGBT için dönüm noktası sayılır. Eşcinsellerin gittiği bir bara New York polisi bir baskın yapar. Bu baskın sonucunda polislerin eşcinsellere şiddet uygulaması üzerine çok kısa sürede destek için diğer eşcinseller geliyor. Ve bu olay on -on beş gün süren, onlarca yüzlerce kişinin zarar gördüğü bir ayaklanmaya dönüşüyor. Bir sene sonra, LGBT kişiler 1970’in haziran ayı sonunda bu olayı anmak için onur yürüyüşleri düzenliyor. Örgütlemeleri Queer hareketi ile başlasa da topluluk olarak bir araya gelmelerini sağlayan Stonewall Baskını oluyor. Aslında LGBT’nin kendi propagandasını yaptığı, pride yürüyüşleri, onur yürüyüşleri dediğimiz olgunun kökeni 1970’e dayandığını söyleyebiliriz. Tabii bunun sonucunda 1970-1980 yılları içerisinde küresel ekonomik krizler, toplumsal krizlerle birlikte siyasi ve örgütsel kimlikler de ön plana çıkıyor. Sendikalaşma, dernekleşme, sivil toplum kuruluşlarının hız kazanması ve bunlar aynı zamanda eşcinsellerin de kendi sivil toplum örgütlerinin kurulmasına neden olan gelişmelerin altında yer alıyor.
1980’lerde bizim toplumsal hafızamızda olan bir AIDS hastalığı, üst düzeyde eşcinsellik ve kontrolsüz cinsel ilişkinin önü alınamayan bir dönemiydi. Her ne kadar buna yönelik devletler tedbir almaya çalışsa da netice itibariyle neoliberal politikalar dediğimiz yani o ciddi ve can yakıcı kapitalizmin yüzü tüm dünyada yaygınlaşmıştır. Ve ilk kez bu dönemde LGBT çatısı altında örgütlenmeleri ortaya çıkmaya başlamıştır.
1990’lı yıllarda neoliberal kapitalist politikalara dayanamayan çoğu sosyalist, komünist devletlerin çöküşüyle birlikte artık insanlar genel kimliklerini tanımlarken mikro kimliklere ihtiyaç duydular. Örneğin, etnisite, cinsel yönelim gibi kimlikler doksanlarda insanların kendilerini tanımlamadığı ve görünürlüğünün arttığı yıl olarak karşımıza çıkar. Eş zamanlı olarak Türkiye’de LGBT hareketinin kurumsallaştığını görürüz. Türkiye’de 1990’lı yıllarda terörle mücadele de çok ciddi atılımlar yapılırken aynı dönemde bir yandan da devletin bu atılımına karşı muhalif sivil toplum kuruluşu, devlet ideolojisine karşı muhalif sivil toplum kuruluşlarında ciddi örgütlenmeler meydana gelir. Bu marjinal yapılanmalara uluslararası maddi destek de verilir. 1993’te ilk kez o dönem Türkiye’deki LGB bireyleri o zaman için LGB diyorlardı kendilerine yani lezbiyenler, gayler, biseksüeller olarak tanımlıyorlardı. LGB’ye T+İQA sonradan eklendi. Yani trans ve interseksi de dahil ederek örgütlenmelerine farklı cinsiyet kimliği yönelim çeşidini arttırarak lobi haline dönüştü. 1993’te İstanbul’da 1970 yılında Avrupa’da başlayan furya haziranın sonunda uluslararası katılımla bir onur yürüyüşü gerçekleştirmeye çalışılıyor. Bu ilk kez 1993’te oluyor. Yurt dışından çok fazla LGBT bireyi Türkiye’deki bu çalışmaya destek vermek için geliyor. İstanbul’da gerçekleşmeye çalışılan bu eylem o dönemin valisi tarafından izin verilmediği için iptal oluyor. Yurt dışından bu yürüyüşe destek vermek için gelen kişiler de sınır dışı ediliyor. Onur yürüyüşüne izin verilmemesinin sonucunda dernekleşmeye karar veriyorlar. LGBT’nin örgütlenmeleri Türkiye’de iki STK’nın kurulmasıyla gerçekleşiyor. Birincisi, LAMBDA TÜRKİYE denilen Hollanda ve İsviçre desteği ile kurulmuş kurum. İkincisi de KAOSG-L denilen bağımsız bir STK. (Özışık, 2022)
KAOSGL genel sivil toplum kuruluşlarına bütçelere bakıldığında en yüksek bütçeye sahip sivil toplum kuruluşlarından biri olduğunu söylemek mümkün.
2000’li yılların başında Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üye girişimi vardı. Çok hızlı başlayan bu süreçte demokratikleşme, insan haklarının geliştirilmesiyle ilgili de Avrupa Birliği’ne entegre olmak üzere pek çok hibe programı başta olmak üzere pek çok reformlar, çalışmalar yapıldı. Avrupa Birliği’ne üyelik çalışmalarının hızlandığı dönemde Türkiye insan hakları ihlalleriyle ilgili çok ciddi suçlamalarla karşılaştı. Eşcinsel hareketin sivil toplum kuruluşu boyutundaki faaliyetlerinin tümü görmezden gelindi. Hani biz 2000 aslında 2007 -2008’e kadar ki dönemde KAOSGL’nin onur yürüyüşlerinin Türkiye’de çoğu yerde sorunsuz olduğunu görebiliyoruz. Nitekim ne zaman 2012-2013 yıllarına geldik. Gezi olayları başladı aslında Gezi olayları Türkiye’deki bu LGBT’yi savunan STK’lar açısından inanılmaz bir görünürlük kazandıran mecraydı. Özellikle de hem resmi devlete zarar veren hem de muhalif durma, kendi anarşist yaklaşımlarından dolayı aslında siyasi bir tehdit olduğunun da öne çıktığını söyleyebiliriz. Gezi olaylarından günümüze kadar LGBT’nin onur yürüyüşü başta olmak üzere bazı toplumsal eylemlere izin verilmiyor. Avrupa Konseyi’nin içerisindeki insan hakları mekanizmalarından inanılmaz hibeler alabiliyorlar. Yani normal sıradan bir kadın hakları ya da başka bir STK başvurduğunda bu projenin yetersizliğinden bahsedilirken KAOSGL’nin bütün bilinçlendirme ve diğer faaliyetleri finanse ediliyor. KAOSGL kendi içerisinde örgütlendiğinde pek çok kalifiye insanları da bünyesine alıyor. Uluslararası anlamda eğitim görmüş, bu proje işlerini bilen vs. aynı zamanda da başka yerde de iş bulamamış insanları da kalifiye edip eşcinselleri de kendi bünyesinde belirli ücretlerle çalıştırıyor. Avrupa’daki liberal devletlerin bağımsız insan hakları, Afrika’daki insan haklarına değil de eşcinsellerin insan haklarını önceleyerek finanse ettiği, tartışmaya açık olmakla birlikte bu tür bağımsız insan hakları kuruluşları, başta İsveç vb. gibi. Avrupa’nın birçok ülkesinden çok fazla destek aldıklarını görüyoruz. Türkiye’nin pek çok ilinde örgütlenmeye başladılar. Kendi içinde gelişen bu yapı yurt dışı destekçileriyle güçlenerek lobileşti… Bu lobi aynı zamanda bir mikro kimlik dediğimiz bir kimliği inşa etmeye çalışıyor. Lobileşen bu yapı kendilerini normal görüyor. Heteroseksüel olan kişileri anormal görüp, çocukları kendileri gibi olmaya dayatma veya teşvik etmeleri çok büyük sıkıntı ve tehdit oluşturmaktadır. Okullarda örgütlenen bu yapı, eşcinsel olan öğrencilerin diğer öğrencilere karşı akran zorbalığına varan davranışları örnek olarak verilebilir. Şimdi okul idarecileri ve öğretmenler çığ gibi büyüyen bu sorunla nasıl baş edeceğini bilmiyor. LGBT sorununa karşı neler yapılıyor? Medyanın etkisi gibi konuları diğer yazı serimizde devam edeceğiz…
Kaynakça
Bayraktar, Z. (2020). İnterseks-Hermafrodit ve Eşcinsel . İstanbul: Motto yayınları.
Carter, D. (2018, 12 27.). Psikiyatrık Bozukluklar listesinden Eşcinselliğin Dışlanması Tarihçesi. 2022 tarihinde https://pro-lgbt.ru/tr/295/. adresinden alındı
Doyle, C. (2022). Psikoterapi Savaşı . İstanbul: Ayik kitap, Aydına yayınları.
Özışık, S. (2022, 12 10). LGBT Bireylerin Tarihçesi. Konferans. İstanbul.
Astan,K, Türkçapar,M.H. Eşcinsel,Biseksüel, Heteroseksüel Bireylerin Algılanan Ebeveyn Tutumları YL Tezi Gaziantep 2019
Balin H.,(2016) “Toplumsal Cinsiyet Açısından Kadının Siyasal Katılımı ve Önündeki Engeller” (Marshall,1999: s.98-99).