Batılılar sekülerleşme ile laiklik arasında bir fark olduğunu ileri sürmektedirler. Zira sekülerleştiklerinde kiliseyi tamamen hayatlarından çıkarmadıklarından laiklikten farklı olduğunu düşünürler. Laiklik, hayatın hiçbir yerinde sembolik bile olsa dine yer vermemektir. Kendi ülkelerinde sekülerliğin hâkim olmasını isteyen batılılar, İslam aleminde laiklik istemektedirler. Çünkü kurdukları düzendeki adaletsizlikler karşısında kilise hiçbir varlık göstermediği gibi bu düzene ayak uydurmuştur. Bu adaletsizliğe karşı başkaldıran tek inanç sistemi İslam’dır.
Mucahid YILDIZ

İlk insan Hz. Âdem (a.s.)’ın yaratılışından sonra Allah (c.c.) bütün meleklere olduğu gibi İblis’e de secde etmesini emretti. Ancak o bu emre itaat etmedi ve makamından kovuldu. Bunun üzerine Cenabı Hak’tan mühlet isteyen İblis (şeytan), insanları Hak yoldan çıkarmak için kıyamete kadar mühlet istedi. İşte böylece şeytan ile insan arasındaki Hak-Batıl savaşı başlamış oldu. Bu savaşta şeytan o günden günümüze kadar türlü hile ve oyunlar tertip etmektedir. Fakat en hayırlı tuzağı (planı) kuran Allah-ü Teâlâ’dır.
Sekülerleşme de şeytanın insanı dinden uzaklaştırmak için kurduğu en kurnazca tuzaklardan birisidir. Ortaçağ Hristiyanlığının farkında bile olmadan din adına şeytana hizmet ettiği bir zamanda, insanlar türlü işkencelerden geçiriliyor, yakılarak katlediliyordu. Bu korkunç baskı ve zulüm karşısında maalesef Hristiyan dünyasındaki insanlar aklı selim ile hareket ederek İslam’ı seçmek yerine, yine şeytanın bir aldatmacası olan sekülerizmi tercih ettiler. Avrupa’nın çok az bir kısmının ise İslam’a yönelerek Allah’a teslim olma şerefine nail olduklarını tarihi bir hakikat olarak biliyoruz.
İnsan hayatını yalnızca dünyada yaşadığından ibaret görmenin adıdır sekülerleşme. Batıdaki tabirlerin hemen hepsinde olduğu gibi seküler kelimesinin aslı da latincedir ve dünyevi demektir. Sekülerizm dünya hayatını, dünyanın dışından gelen tüm kaidelerden beri tutmak isteyen ve yalnızca insan aklının ürettiği, ancak kalpteki akıl değil beyindeki aklın ürettiği prensiplerle hayatı yönlendirmeyi amaçlar.
Batılılar sekülerleşme ile laiklik arasında bir fark olduğunu ileri sürmektedirler. Zira sekülerleştiklerinde kiliseyi tamamen hayatlarından çıkarmadıklarından laiklikten farklı olduğunu düşünürler. Laiklik, hayatın hiçbir yerinde sembolik bile olsa dine yer vermemektir. Kendi ülkelerinde sekülerliğin hâkim olmasını isteyen batılılar, İslam aleminde laiklik istemektedirler. Çünkü kurdukları düzendeki adaletsizlikler karşısında kilise hiçbir varlık göstermediği gibi bu düzene ayak uydurmuştur. Bu adaletsizliğe karşı başkaldıran tek inanç sistemi İslam’dır.
Sekülerizmin ortaya çıkışı 17. yüzyılda başlamış, Fransız ihtilalinden sonra batı dünyasının neredeyse tamamına yerleşmiştir. Halkın görüşlerinin yönetime hâkim olduğu aldatmacasının adı demokrasidir. Aslında dinden sıyrılmak isteyen seküler anlayış, inanç temeli demokrasi, kutsal metni insan aklının uydurduğu kanunlardan oluşan anayasadan müteşekkil yeni bir din ortaya çıkardı. Tarihi gerçeklere baktığımızda yeryüzünün hiçbir yerinde bu yönetimlerin insanlara adalet ve huzur getirdiğini göremeyiz. Var diyene işte hodri meydan!
Konumuzla doğrudan alakası olmamakla birlikte burada âcizane bir noktaya daha dikkat çekmek isterim. Batının dinle mücadelesinde gerek din yanlısı olanlar gerekse karşı olanların içine düştükleri en büyük gaflet şeytan anlayışlarıdır. Şeytanı kudret ve güç bakımından Cenabı Allah’a sanki bir rakip gibi, eş değerde görmektedirler. İslam inancında ise huzurdan kovulmuş olan şeytan aleyhillane, herhangi bir canlıya hükmetmek şöyle dursun, Allah’ın izni olmadan bir çöpü bile yerinden oynatabilecek bir güce sahip değildir.
Ne var ki insanlığın en büyük düşmanı şeytanın, bazıları bilinçli bazıları ise farkında bile olmadan peşine düşerek onun emrine girmektedirler. İşte sekülerleşme ve laiklik bu oyunun bir sonucudur.