İnci Mercan Gerdanlığı -30-

Seleme ibn’ül Ekva (R.A.)

Künyesi ve nesebi, Ebû İyâs (Müslim/Âmir) Seleme b. Amr b. Sinân el-Ekva‘b. Abdillâh b. Kuşeyr b. Huzeyme b. Mâlik b. Selâmân b. el-Efsâ el-Eslemi olan Seleme, Medine yakınlarında yaşayan Eslemoğulları kabilesindendir. Ekva diye bilinen dedesi Sinân b. Abdullah’a nispet edilerek İbnü’l-Ekva olarak anılır.

Ahmet POÇANOĞLU

Emekli Konya İl Müftüsü

   30. HADİS

 حديث سلمة بن عمرو بن الأكوع سنان بن عبد الله، أبو عامر وأبو مسلم. ويقال: أبو إياس الأسلمي الحجازي المدني قال: كانَ عَلِيٌّ قدْ تَخَلَّفَ عَنِ النبيِّ صَلَّى اللَّهُ عليه وَسَلَّمَ، في خَيْبَرَ وَكانَ رَمِدًا، فَقالَ: أَنَا أَتَخَلَّفُ عن رَسولِ اللهِ صَلَّى اللَّهُ عليه وَسَلَّمَ، فَخَرَجَ عَلِيٌّ فَلَحِقَ بالنبيِّ صَلَّى اللَّهُ عليه وَسَلَّمَ فَلَمَّا كانَ مَسَاءُ اللَّيْلَةِ الَّتي فَتَحَهَا اللَّهُ في صَبَاحِهَا. قالَ رَسولُ اللهِ صَلَّى اللَّهُ عليه وَسَلَّمَ: لأُعْطِيَنَّ الرَّايَةَ، أَوْ لَيَأْخُذَنَّ بالرَّايَةِ غَدًا رَجُلٌ يُحِبُّهُ اللَّهُ وَرَسولُهُ، أَوْ قالَ يُحِبُّ اللَّهَ وَرَسولَهُ، يَفْتَحُ اللَّهُ عليه فَإِذَا نَحْنُ بعَلِيٍّ، وَما نَرْجُوهُ. فَقالوا: هذا عَلِيٌّ، فأعْطَاهُ رَسولُ اللهِ صَلَّى اللَّهُ عليه وَسَلَّمَ الرَّايَةَ. فَفَتَحَ اللَّهُ عليه.

     Ebu Iyas El- Eslami El-Hicazi El- Medeni de denilen Selame İbn’ül Ekva’ İbn-i Amr İbn-i Sinan İbn-i Abdillah Ebu Amir Ebu Müslim Hadisi

     Seleme ibn’ül Ekva’ şöyle dedi: Hayber’de Ali, gözlerindeki rahatsızlık sebebiyle Nebi’den (s.a.v) geri de kalmıştı. Hz. Ali bu durumu kendine yakıştıramadı: “Ben mi Rasulullah’tan (s.a.v) geri mi kalacağım”, dedi hemen yola çıkarak Nebi’ye (s.a.v) yetişti.

     Sabahında Allah’ın fethi müyesser kılacağı gecenin akşamı olunca Rasulullah (s.a.v): “Yarın bu sancağı Allah’ın ve Rasulünün sevdiği bir adama vereceğim ya da bir adam alacaktır veya Allah’ı ve Rasulünü seven bir adam alacaktır. Allah ona fethi müyesser kılacaktır.” buyurdu.

     Biz hepimiz sancağı almayı ummuyorduk; Rasulullah’ın (s.a.v) tam sancağı vereceği anda Ashab-ı Kiram, “İşte Ali! Geldi” dediler. Rasulullah (s.a.v) de sancağı ona verdi ve Allah fethi ona müyesser kıldı.

                                                                                                       (Buhari: 4209, Müslim: 2407)       

     BU HADİSTEN ÖĞRENDİKLERİMİZ

     Hayber Gazvesi hicretin yedinci senesinde vuku bulmuştur. Nebi (s.a.v), Hz. Ebu Bekir’i Hayber kal’alarından birine göndermiş: Ebu Bekir (r.a) Yahudileri hayli sıkıştırmış ise de kal’a fethedilemeden dönmüş. Ertesi gün Nebi (s.a.v), Hz. Ömer’i göndermiş, Yahudilerle o da harp etmiş, fakat kal’a yine alınamamış. Nihayet Rasulullah (s.a.v), “Yarın bu sancağı Allah’ın ve Rasulünün sevdiği bir adama vereceğim…” buyurarak sancağı Hz. Ali’ye vermiş ve fetih onun eliyle müyesser olmuştur. Kumandanlık Allah’ın ve Resulünün muhabbetlerine delâlet ettiği için Hz. Ömer dahil Ashab-ı Kiram sancağı almayı o gün çok arzu etmişti.

    Hayber, Hicaz’da Medine-Şam yolu üzerinde, Medine’nin kuzeyinde ve Medine’den yaklaşık olarak 180 km uzaklıkta, etrafı volkanik ovalarla çevirili geniş bir vadinin adıdır.

     Yahudilerin, Hz. Peygamberi, daha doğmadan önce sabırsızlıkla beklediklerini söyleyebiliriz. Fakat O, dünyaya geldiğinde ve Allah’ın kendisine verdiği görevine başladığında Yahudiler haset ve kinlerinden dolayı O’nun risaleteni kabul etmemiş O’na en büyük düşman olmuşlardır. Onların bu hali Kur’an-ı Kerim’de şöyle anlatılır:

            الَّذِينَ آتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يَعْرِفُونَهُ كَمَا يَعْرِفُونَ أَبْنَاءَهُمْ ۖ وَإِنَّ فَرِيقًا مِّنْهُمْ لَيَكْتُمُونَ الْحَقَّ وَهُمْ يَعْلَمُونَ

     Kendilerine kitap verdiklerimiz onu kendi oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Yine de içlerinden bir grup bile bile gerçeği saklıyorlar. (Bakara, 146)

       Medine döneminde Hz. Peygamber her zaman Yahudileri Ehl-i Kitap olmaları sebebiyle müşriklerden üstün tutmuş, onların bütün hak ve hürriyetlerinin emniyet altına alınmasını, eşit muameleye tabi tutulmalarını ve İslam devletinin tebaası olarak tanınmalarını anlaşma ile teminat altına almıştır. Yahudiler, İslam’ın ve Müslümanların gün geçtikçe güçlendiğini görerek Hz. Peygamber’in otoritesini çekememiş ve O’na kin beslemişlerdir. Daha sonra Yahudiler, İslam’ın hızla güçlenmesini ve özellikle de Müslümanların Bedir zaferini kazanmalarını hazmedememiş ve kinleri daha da artmıştır. Şairleri, şiirlerle Hz. Peygambere ve Müslümanlara eziyet vermeye ve onları küçük düşürmeye, toplum içerisinde gizlice nifak sokmaya ve kışkırtmalara başlamışlardır. Mekkeli müşriklerle gizlice anlaşma imzalayıp, Müslümanlar arasına fitne sokmuşlar ve böylece Hz. Peygamber ile imzaladığı Medine anayasasını ilk ihlal edenler olmuşlardı. Bunun üzerine Allah (cc) şu ayeti indirmiştir:

 وَاِمَّا تَخَافَنَّ مِنْ قَوْمٍ خِيَانَةً فَانْبِذْ اِلَيْهِمْ عَلٰى سَوَٓاءٍؕ اِنَّ اللّٰهَ لَا يُحِبُّ الْخَٓائِنٖينَࣖ                       

     “(Antlaşma yaptığın) bir kavmin hainlik yapmasından korkarsan, sen de (onlarla yaptığın ahdi) aynı şekilde bozduğunu kendilerine bildir. Çünkü Allah, hainleri sevmez.” (Enfal: 58)

     Kur’an-ı Kerim, Yahudilerin; inkâr, gerçeği gizleme, isyan, sözünde durmama, iftira, yeryüzünde daima fesat çıkarma, bazı peygamberleri haksız yere öldürme gibi sebeplerden dolayı hem bu dünyada hem de ahirette lanetlediğini belirtmektedir. Medine Yahudileri Hz. Peygamber’in tebliği karşısında, “Kalplerimiz perdelidir” dediler. Hayır, küfür ve isyanları nedeniyle Allah onlara lanet etmiştir. O yüzden çok az inanırlar. Yani senin söylediklerin bizim aklımıza yatmıyor diyerek onu inkâr etmişlerdir. Onlardaki bu anlayamama ve akıl edememe kendilerinde bulunan fiziki bir kusurdan değil, küfürlerinden dolayı kalplerindeki inkâr ve kin nedeniyle idi. Yahudiler daha önceden kendilerine gelen peygamberleri inkâr edip öldürdükleri gibi Rasulullah (s.a.v) efendimizi de öldürmek istediler.

     Hayber’de yaşayan Yahudiler, Mekkeli müşrikleri kışkırtarak onlarla anlaşmış, Gatafân kabilesine de Hayber’in bir yıllık hurma mahsulünün verilmesi karşılığında kendilerine yardım etmelerini teklif etmişlerdi. Onların da bunu kabul etmeleri üzerine yaklaşık 10.000 kişilik bir ordu Medine’yi kuşatmış; Hendek Savaşı’na sebep olmuşlardı. Hz. Peygamber, Mekkeli müşriklerle Hudeybiye Antlaşması’nı yaptıktan sonra Müslümanlar için artık Yahudilerin tehlikelerinden ve zararlarından kurtulma zamanı gelmişti. Hz. Peygamber, Medine’ye gelince ashabına Hayber Gazvesi için hazırlık yapmalarını emretti. Bu arada Hudeybiye umresinden kaçınarak Hz. Peygamber’in davetine icabet etmeyenler, Hayber’in servet açısından zengin bir şehir olduğunu bildikleri için ganimet elde etmek maksadıyla bu sefere katılmak istediklerini söylediler. Ancak Hz. Peygamber onlara, “Cihad etmeyi arzu edenlerden, Allah yolunda çarpışmak isteyenlerden başkası bizimle birlikte gidemeyecek ve bu amacın dışında gelenlere de ganimetlerden bir pay verilmeyecektir.” duyurusunda bulunmuştur.

   Hayber Gazvesi’ne katılan Müslümanların sayısı 1.600 kişidir. Bunlardan 200 kişi atlı; 1.400 kişi ise piyadeydi. Hayber’de yaşayan Yahudiler, sayı ve silahlarına, kalelerinin müstahkemliğine ve bolca imkânlara sahip oluşlarına güvenerek Hz. Peygamberin kendileriyle savaşamayacağını zannediyorlardı.

     Hz. Peygamber’in “Yarın sancağı öyle birine vereceğim ki Allah ve Allah’ın Rasulü onu sever, o da Allah’ı ve O’nun Rasulünü sever…’’ buyurması sebebiyle herkes sancağın, kendisine verileceğini ümit ederek Hz. Peygamber’in çadırının önünde beklemişti. Hz. Peygamber çadırdan çıkarak sancağı eline aldı, Ali’nin nerede olduğunu sordu. Hz. Ali’nin, gözlerinden rahatsız olduğu kendisine bildirilince Hz. Peygamber, onun kendisine getirilmesini emretti, Seleme b. Ekvâ, Hz. Ali elinden tutarak onu Hz. Peygamber’in yanına getirdi. Hz. Ali bastığı yeri bile göremediğini Hz. Peygambere söylemesi üzerine Hz. Peygamber, Hz. Ali’nin gözlerine üfleyerek, tükürüğünü onun gözlerine sürerek onu iyileştirdi. Sonra da sancağı ona verdi. Bu olayı Hz. Ali, “Hz. Peygamberin yanına vardığımda gözlerimi avucuyla mesh edip üfledikten sonra ‘Ey Allah’ım! Sıcağın ve soğuğun sıkıntısını bundan gider.’ diyerek dua etti. O günden sonra ne sıcaktan ne de soğuktan rahatsız olmadım.” şeklinde anlattı. Bundan sonra Hz. Peygamber, Hz. Ali’ye zırh giydirmiş, Zülfikâr’ını beline bağlayarak sancağı ona vermiştir. Hz. Ali’nin “Ya Rasûlallah! Onlarla, bizim gibi Müslüman oluncaya kadar mı savaşacağım?” diye sorması üzerine Hz. Peygamber ona: “Kalelerine yavaşça gir. Yanlarına kadar in. Sonra onları İslâm’a davet et. İslâm’da kendilerine vacip olan Allah hakkını ve İslâmiyet’i onlara anlat. Vallahi, Allah’ın senin sayende bir adamı hidayete erdirmesi senin için, kızıl tüylü develerin hepsinin senin olmasından daha iyidir.” buyurmuştur.  “Hz. Ali’nin Yahudilerle savaşırken, bir Yahudi’nin darbesi neticesinde kalkanını düşürdüğünü, bunun üzerine kapıyı eline alarak onu kendisine kalkan yaptığını, savaşa bu şekilde devam ettiğini, savaş bitiminde o kapıya sekiz kişinin ters çevirmeye güç yetiremediklerini’’ nakledilen bir kahramanlık hikayesi; Hz. Ali’nin sergilediği muhteşem kahramanlıklarının güzel bir örneğidir.

     Hayber Gazvesi, tarihe geçen bir Müslüman-Yahudi savaşıdır. Yahudiler, askeri bakımdan ve zenginlik açısından Müslümanlara göre çok daha güçlüydüler fakat mağlup oldular. Tarih tekerrür etti, ‘Nice az bir topluluk, Allah’ın izniyle çok topluluğa galip geldi’. Bu durum; şimdi ve her zaman böyle olacak inşallah. Bu gazvenin sonuçları, özellikle siyasi ve ekonomik açıdan Müslümanlara büyük bir güç ve nüfuz kazandırmıştır. Artık Hicaz’da bulunan Yahudi toplulukları, siyasi ve askeri kitleler olarak değil, İslam devletinin, kendilerine belirlenen mali veya nakdi vergileri veren ve İslam egemenliğinin altında korunan, İslam’ın adaletinden istifade eden ve kimsenin kötülük etmediği yerli halk haline gelmişlerdir. Bir Yahudi, Hayber’in fethinde Rasulullah’ı (s.a.v) zehirlemek istemiş ama başarılı olamamıştır. Hayber’in fethinden sonra Hicaz’da Yahudilik artık yurtsuz kalmıştır.

    SELEME İBN’ÜL-EKVA (Radıyallahü anh)   سلمة بن الأكوع

     Künyesi ve nesebi, Ebû İyâs (Müslim/Âmir) Seleme b. Amr b. Sinân el-Ekva‘b. Abdillâh b. Kuşeyr b. Huzeyme b. Mâlik b. Selâmân b. el-Efsâ el-Eslemi olan Seleme, Medine yakınlarında yaşayan Eslemoğulları kabilesindendir. Ekva diye bilinen dedesi Sinân b. Abdullah’a nispet edilerek İbnü’l-Ekva olarak anılır. Bedir, Uhud ve Hendek savaşlarında adının geçmemesi, bu dönemde henüz İslam’a girmediği veya yaşının küçük olduğu anlamına gelir. Seleme (r.a) Medine’ye geldikten sonra bütün gazvelere katıldı. İlk önce Hudeybiye Gazvesi’ne iştirak etti, cesaret ve şecaatiyle kendini gösterdi. İslam tarihinde mühim bir yeri olan Rıdvan Biatı da bu gazvede gerçekleşti. Seleme (r.a), burada Efendimize biat edişini şöyle anlatır: Ashab-ı Kiram, Semüre ağacının altında toplanmış, ölünceye kadar savaşmak üzerine Allah’ın Rasulüne bey’at ediyorlardı. Rasulullah Efendimiz, “Seleme nerede, gelip bey’at etsin!” diye seslendi. Seleme tekrar bey’at etti. Bu hal üç defa tekrarlandı. Seleme her bey’at sonunda Rasulullah’a ölünceye kadar savaşmak için üç defa söz vermişti. Peygamber Efendimiz Seleme’yi silahsız görünce bir kalkan vermişti. Üçüncü bey’atten sonra Seleme’nin elinde kalkanı göremeyen Rasulullah Efendimiz, “Sana vermiş olduğum kalkan nerede?” diye sordu. “Ya Rasulallah! Amcam Âmir silahsız idi. Ona verdim.” dedi. Rasulullah Efendimiz tebessüm etti ve “Amcanla senin halin, ‘Ya Rabbi! Bana kendimden daha sevgili bir dost ver’ diye dua eden kimsenin haline benzedi.” buyurdu. O, ok ve mızrak atmakta da ustaydı. Onun savaş tekniği bugünkü gerilla savaşlarındaki usule benzerdi. Düşmanı kendisine saldırdığında onun önünden çekilir, düşman geri çekildiğinde veya dinlenmek üzere durduğunda süratle ona saldırırdı. O, bu usulü Zû Kared Gazvesi’nde ve bazı seriyyelerde düşman kuvvetlerini tek başına püskürtmesine sebep oldu. Kendi ifadesine göre yedi gazveye katılmış, ayrıca Rasulullah’ın gönderdiği dokuz seriyyede yer almıştır. Özellikle Gabe Gazvesi’nde büyük kahramanlık göstererek Hz. Peygamber’in takdirini kazandı. Bir grup Gatafânlı ve Fezâreli, Rasulullah’ın Gabe mevkiinde otlatılan develerine saldırıp çobanı öldürmüş, yirmi kadar deve ile çobanın annesini alıp götürmüştü. Bunu haber alan Seleme tek başına harekete geçip bir taraftan gür sesiyle etrafa baskını duyurmaya çalıştı, diğer taraftan develeri kurtarmak için yaya olarak yağmacıların peşine düştü, nihayet Zûkared denilen su kuyusu başında develeri ve çobanın annesini yağmacıların elinden kurtardı. Bu gayreti ve cesaretinden dolayı Hz. Peygamber Seleme’yi, “Bugün en iyi piyademiz Seleme’dir” sözleriyle övdü ona biri piyade, diğeri süvari hissesi olmak üzere iki pay verdi.  Seleme, “Rasulullah (s.a.v) defalarca beni terkisine bindirdi ve defalarca başımı sıvazladı. Benim ve zürriyetim için, ellerimdeki parmaklar sayısınca Allah’tan bağışlanma diledi.” der.

     Seleme b. Ekva, Hz. Peygamber’in vefatından sonraki dönemde özellikle Kuzey Afrika taraflarına düzenlenen seferlere katılmakla birlikte daha çok hadis rivayeti ve fetva ile meşgul oldu. İyi bir binici, ok atıcı, aynı zamanda güzel ahlak sahibi ve cömert bir kahraman olarak tavsif edilen Seleme, Hz. Osman’ın vefatından sonra Medine yakınındaki Rebeze’ye yerleşerek hayatını burada sürdürdü. Son zamanlarında gözlerini kaybetti. Ölümünden birkaç gün önce bir vesile ile Medine’ye geldi. Ölüm tarihi hakkında farklı görüşler bulunmakla beraber çoğunluğun tercih ettiği rivayete göre, H. 74 (693) yılında seksen yaşlarında Medine’de vefat etti.  Kütüb-i Sitte ile Ahmed b. Hanbel’in el-Müsned’inde bir kısmı mükerrer olmak üzere 174 hadis rivayet etti. Bu hadislerin on altısı Buhari ve Müslim tarafından ittifakla rivayet edilmiştir.

   Allah O’ndan razı olsun.