Kur’an’da Hz. Adem’in (Tâhâ 122), Hz. İbrahim’in (Nahl 121), Hz. Yunus’un (Kalem 50), Hz. Yusuf’un (Yusuf 6) Allah tarafından seçildiğinden özel olarak bahsedilmektedir. Peygamberlerin seçilmiş olduğunu genel bir ifadeyle anlatan ayetler de vardır. En’âm suresinde (83-90 ayetler) peygamberler topluca isim isim zikredilmektedir.
Mustafa ÖZEL
Prof. Dr., FSMVÜ İslami İlimler Fak.

Kur’an-ı Kerim’in sıkça ve ısrarla üzerinde durduğu konulardan biri, bütün insanların tek bir baba ve anneden gelmesidir. O, bunu bazen isim belirterek bazen belirtmeden, bazen özel bazen genel ifadelerle belirtir. Dikkat edilirse “baba” kelimesini, “anne” kelimesinden önce yazdık. Çünkü önce erkek, Adem, sonra da o erkekten kadın (:Havva. İsmi Kur’an’da geçmemektedir.) yaratılmıştır. Daha sonra insanlar bu ikisinden üremişlerdir. Bu durum, kıyamete kadar devam edecektir.
Allah Kur’an’da kendisinin insanların yaratıcısı olduğunu bildirirken herkesi tek bir candan, varlıktan (nefs) yarattığına dikkat çekmektedir (Nisâ 1, En’âm 98, A’râf 189, Zümer 6). İradesi, ilmi ve kudreti sonsuz olan Allah, Adem’i topraktan yaratmıştır (Âl-i İmrân 59). Rûm suresi 20. ayette ise gücünün ve varlığının işaretlerinden bahsederken “Sizi topraktan yarattı.” diyerek genel bir ifade kullanmaktadır. Bu durumu başka ayetlerde de (Hacc 5 gibi) görmekteyiz. Nisâ suresi 1. ayette haber verdiğine göre, herkesi yarattığı bu tek bir candan (nefs) da onun eşini yaratmıştır.
Allah, yarattığı bu insanların nasıl yaşayacaklarını kendilerine haber vermeleri, öğretmeleri ve uygulamaları göstermeleri için değişik zamanlarda farklı milletlere peygamberler göndermiştir. Bütün peygamberler, kendilerinden önce gelen peygamberleri ve kendilerinden sonra gelecek olan peygamberleri halklarına haber vermiş, anlatmışlardır. Peygamberler, büyük bir zincirin halkalardırlar.
Peygamberlerin bazı özellikleri vardır. Konu kelam kitaplarında detaylı olarak ele alınmıştır. Dileyen o eserlere bakabilir. Biz, burada konumuzla doğrudan alakası olup “seçmek” ve “üstün kılmak” anlamında olan ve Kur’an-ı Kerim’de geçen kelimelere değineceğiz. Bunun sebebi, Yahudilerin, siyonistlerin kendilerinin seçilmiş ve üstün oldukları anlayışlarına Kur’an-ı Kerim açısından bakmaktır.
“Seçmek” anlamında Kur’an’da üç kelime vardır. Bunların ilki, ictebâ’dır. Fiilin seçmek anlamında genel olarak iman edenler, özel olarak ise peygamberler hakkında kullanıldığı görülmektedir. Hacc suresinin son iki ayeti (77-78), bir bütündür. Konumuzla ilgili olan kısmın anlamı şöyledir: “Ey iman edenler, rükû edin, secde edin, Rabbinize kulluk edin ve hayır işleyin ki kurtuluşa eresiniz. Allah uğrunda hakkıyla cihad edin. O, sizi seçti ve dinde üzerinize hiçbir güçlük yüklemedi. Babanız İbrahim’in dinine uyun.” Ayetin muhatabı indiği dönemdeki müslümanlar olsa da, kıyamete kadar gelecek olan bütün müslümanlar bu hitaba dâhildir. Kur’an’da Hz. Adem’in (Tâhâ 122), Hz. İbrahim’in (Nahl 121), Hz. Yunus’un (Kalem 50), Hz. Yusuf’un (Yusuf 6) Allah tarafından seçildiğinden özel olarak bahsedilmektedir. Peygamberlerin seçilmiş olduğunu genel bir ifadeyle anlatan ayetler de vardır. En’âm suresinde (83-90 ayetler) peygamberler topluca isim isim zikredilmektedir. Burada yirmiye yakın peygamber adı geçmektedir. 87. ayet-i kerime, şöyle sona ermektedir: “Onların hepsini seçtik ve dosdoğru bir yola yönelttik.” İctibâ (seçti) fiilinin geçtiği bazı ayetlerde hedâ (hidayete erdirdi, doğruya ulaştırdı) fiilinin de geçtiğine işaret etmek isterim. Bu bağlamda Âl-i İmrân suresi 179. ayet ile Şûrâ suresi 13. ayetin meallerini, sırayla verelim. İlk suredeki ayetin ilgili kısmı şöyledir: “Allah, size gaybı bildirecek de değildir. Fakat Allah, peygamberlerinden dilediğini seçer (ve gaybı ona bildirir).” Şûrâ suresinin mezkûr ayeti, şöyle sona ermektedir: “Allah, ona dilediğini seçer. İçtenlikle kendine yönelenleri de ona ulaştırır.”
“Seçmek” manasındaki diğer fiil ise, ıstafâ’dır. Fiilin önce peygamberler hakkında genel olarak kullanılışına bakalım. Neml suresinde Musa, Davud, Süleyman, Salih ve Lut peygamberlerin kıssaları anlatıldıktan sonra gelen ayetin (59) meali şöyledir: “De ki: “Hamd olsun Allah’a! Selam olsun seçtiği kullarına! Allah mı hayırlı yoksa ortak koştukları şeyler mi?” Benzer bir durumla Sâd suresinde karşılaşılmaktadır. Surede Davud, Süleyman, Eyyûb peygamberlerin kıssaları anlatıldıktan; İbrahim, İshak ve Yakub peygamberler ismen zikredildikten sonra şu genel hüküm verilmektedir (Sâd 47): “Muhakkak onlar, bizim nezdimizde gerçekten seçilmişlerdendir, hayırlılardandır.” Âl-i İmrân suresinde İmrân ailesi, Meryem, Zekeriya, Yahya, İsa ve İbrahim peygamberlerin kıssaları başlamadan yer verilen ayeti (33) de hatırlayalım: “Allah, Adem’i, Nuh’u, İbrahim ailesini ve İmrân ailesini seçip alemlere üstün kıldı.” Demek ki seçilenler, sadece İsrail oğulları değil. Onlardan önce seçilenlerin varlığından, onlardan sonra da seçilenlerin varlığını çıkarabiliriz.
Hacc suresi 75. ayet ise şöyledir: “Allah hem meleklerden hem insanlardan elçiler seçer.” Bu fiilin bir peygamber hakkında kullanıldığı yerlerden biri, Bakara suresi 130. ayettir. Hz. İbrahim kıssasının anlatıldığı bölümde yer alan ayetin anlamı, şu şekildedir: “İbrahim’in dininden, kendini bilmezlerden başka kim yüz çevirir! Andolsun ki, biz onu dünyada (elçi olarak) seçtik. Şüphesiz o, ahirette de iyilerdendir.” Mezkûr fiil, A’râf suresi 144. ayette Hz. Musa hakkında da kullanılmıştır. Burada Yüce Allah, peygamberine şöyle seslenmektedir: “Ey Musa! Ben sana vahiyler göndererek ve seninle konuşarak, seni insanlar arasından seçtim (ve seni üstün kıldım). Sana verdiğimi al ve şükredenlerden ol!” Söz konusu fiilin peygamberler dışında iki kişi hakkında daha kullanıldığını görmekteyiz. Bunların ilki, Tâlût’tur (Bakara 247). Allah’ın Tâlût’u kral olarak göndermesine itiraz edenlere, peygamberleri onu Allah’ın seçtiğini, ona ilim ve beden gücü verdiğini söyleyerek cevap vermiştir. Diğeri ise Meryem validemizdir. Melekler, Âl-i İmrân suresindeki Hz. Meryem kıssasında kendisine Cenab-ı Hakk’ın kendisini seçtiğini, iki kez söylemektedirler (ayet 42): “Hani melekler, ‘Ey Meryem! Allah, seni seçti. Seni tertemiz yaptı ve seni dünya kadınlarının arasından seçti (ve onlara üstün kıldı.)’ demişlerdi.” Tefsirlerde ve buna bağlı olarak meallerde, ıstafâ fiilinin Hz. Meryem hakkındaki ikinci kullanımı, genel olarak “üstün kıldı” manasında yorumlanmıştır.
Üçüncü ve sonuncu fiil ise ihtâra’dır. Kelime, Kur’an’da konumuzla ilgili olarak iki surede geçmektedir. Bunların ilki Tâhâ suresi 13. ayettir. Allah burada Hz. Musa’ya şöyle seslenmektedir: “Ben seni seçtim; öyleyse artık vahyolunanı dinle!” Rabbimiz bu ayette Hz. Musa’ya, peygamberliğini bildirmektedir. Duhân suresindeki ayetin (32) meali, şöyledir: “Biz onları bilerek bütün diğer toplumlardan seçip üstün kıldık.” Görüldüğü üzere Hak Teala Hazretleri, İsrail oğullarını üç değişik fiille seçtiğini ifade etmektedir.
Şimdi de seçmek ve seçilmekle yakından ilgili olan feddale (üstün kıldı) fiili üzerinde durmak istiyorum. Allah, yarattığı kulları arasından kimini kimine üstün kılmış mıdır? Yani insanlar arasında din, dil, renk, ırk bakımından bir farklılık söz konusu mudur?
İnsanların iman edenler ve iman etmeyenler olmak üzere ikiye ayrıldığı, Kur’anî bir hakikattir. Allah, yarattığı ve kendi varlığını peygamberleri aracılığıyla haberdar ettiği insanlardan, kendi varlığını ve otoritesini kabul etmelerini istemektedir. Ancak bu ikiye ayrılma durumu, iman edenlerin iman etmeyenlere hayat hakkı tanımama, insanca yaşamaya izin vermeme gibi uygulamalara ve hareketlere asla imkân ve cevaz vermez. İman etmeyenlerin her türlü emniyeti ve hayat hakkı, iman edenlerin uhdesindedir. Kendilerine tanınan hukuk içinde kaldıkları sürece, onlara asla dokunulmaz. Kısacası bu durum, haksızlığa, hukuksuzluğa, zulme kesinlikle yol açmaz.
Burada peygamberler arasında bir üstünlük olup olmadığına da bir iki cümleyle değinelim. Bakara suresinin 285. ayetinde, müslümanların peygamberler arasında herhangi bir ayrım yapmadıkları bildirilmektedir. Ancak aynı surenin 253. ayetinde Allah, bazı peygamberleri bazılarına üstün kıldığını söylemektedir. Bunu nasıl anlamak gerekir? Evet peygamberlerin hepsi, yüklendikleri misyon itibarıyla birdir, eşittir, aralarında fark yoktur. Hepsi insanları Allah’ın varlığına ve birliğine inanmaya, emir ve yasaklarına uymaya, yaşadıkları hayatın mutlaka bir hesabının ve karşılığının olacağına iman etmeye ve ona göre yaşamaya çağırırlar. İşin özeti budur. Ancak farklılık, Allah’ın kendilerine yaptığı ihsan ve ikramda tezahür eder. 253. ayette farklılık olarak, Allah’ın bazılarıyla (Hz. Musa) konuşması, Hz. İsa’ya mucizeler vermesi ve onu Ruhu’l-Kudüs (Cebrail) ile desteklemesi zikredilmektedir. Konu, İsrâ 55. ayette de geçmektedir: “Gerçekten biz, peygamberlerin kimini kiminden üstün kıldık. Davud’a da Zebur’u verdik.” Ayetten, bir peygamberin diğerlerinden üstün olmasının gerekçesinin kendisine kitap verilmesi olduğunu anlamaktayız. Bilindiği üzere, Allah her peygambere kitap vermemiştir. Peygamber Efendimizin (s.a.v.) bütün varlık âlemine rahmet olarak gönderilmesini (Enbiya 107) de bu bağlamda zikredebiliriz.
Buradan İsrail oğullarının üstün kılınması konusuna intikal etmek istiyoruz. Kur’an-ı Kerim’de dört ayette İsrail oğullarının üstün kılınmasına temas edilmektedir: Bakara 47 ve 122, A’râf 140 ve Câsiye 16. Her ayet de, ale’l-âlemîn (âlemlere) ifadesi ile sona ermektedir. Neml suresinde Süleyman kıssasının başında yer alan 15. ayet de “Andolsun biz Davud’a ve Süleyman’a bir ilim verdik. Onlar da: ‘Bizi mümin kullarının çoğuna üstün kılan Allah’a hamdolsun!’ dediler.” bunlara dâhil edilebilir.
Önce dört ayetin meallerini verelim: “Ey İsrail oğulları! Size verdiğim nimetimi ve sizi âlemlere üstün kıldığımı hatırlayın.” (Bakara 47 ve 122). “Sizi âlemlere üstün kılmış iken, size Allah’tan başka bir tanrı mı arayayım?” (A’râf 140). “Andolsun, İsrail oğullarına kitap, hüküm ve peygamberlik verdik, onları temiz ve güzel şeylerle rızıklandırdık ve onları âlemlere üstün kıldık.” (Câsiye 16). Bakara suresindeki ayetlerde bahsedilen nimetlerin ne olduğunu, Câsiye suresindeki ayet açıklamaktadır. Ayete göre bunlar, kitap (vahiy bilgisi), hüküm (hikmet: ince meseleleri anlama ve kavrama yeteneği) ve nübüvvet (peygamberlik)tir. Mâide suresinin 20. ayeti de, bu nimetlerin ne olduğunu anlamamıza yardımcı olur: “Musa, halkına bir zamanlar şöyle demişti: Ey halkım! Allah’ın size verdiği nimetini hatırlayın. O, aranızdan peygamberler çıkardı, sizi krallar yaptı ve size âlemlerde (insanlar arasında) hiç kimseye vermediğini verdi.”
Görüldüğü üzere Cenab-ı Allah onlara, kendilerini üstün kılan bazı nimetler vermiştir. Bunda şüphe yoktur. Ancak soru, şudur: “Bu nimetler, onlara hangi özelliklerinden dolayı ve ne kadar süreyle verilmiştir? Ve bu üstünlük, kime karşıdır?” Cevap, kısaca şöyledir: Söz konusu nimetlerin onlara verilme gerekçesi, Allah’a ve kendilerine gönderilen peygambere iman etmeleridir. İmanlarına bağlı kaldıkları sürece nimetler onların olmuştur. Üstün kılındıkları milletler ve insanlar ise, Allah’a ve peygambere iman etmeyen topluluklardır. Çünkü imanın dışında hiçbir değer ölçüsü yoktur. İsrail oğulları, yani yahudiler Allah’a iman ettikleri, imanlarına sahip çıktıkları ve imanlarının gereğini yerine getirdikleri sürece kıymetlidirler, üstündürler; tıpkı diğer zamanlarda diğer coğrafyalarda Allah’a iman edenler gibi. Mâide suresi 24. ayette belirtildiği üzere, peygamberleri Hz. Musa’ya, “Ey Musa! Onlar orada bulundukça, biz oraya asla girmeyeceğiz. Sen ve Rabbin gidin, onlarla savaşın. Biz burada oturacağız.” diyen bir millet, Allah katında nasıl kıymetli ve seçkin olabilir!
Arz-ı mevud (arz-ı mev’ûd) meselesi, az önce zikrettiğimiz ayetin de içinde bulunduğu ayet grubunda (20-26) anlatılmaktadır. Burada Hz. Musa, İsrail oğulları, onlardan iki kişi ve Allah arasında konuşma bulunmaktadır. Musa peygamber muhataplarından Allah’ın ihsan ettiği nimetleri hatırlamalarını, Allah’ın kendilerine verdiği kutsal topraklara (arz-ı mukaddes) girmelerini, itaatsizlik yapmamalarını istemekte, böyle yaptıkları takdirde sonlarının hüsran olacağını haber vermektedir. Neticede Hz. Musa’yı dinlemeyen yahudiler, kendisine Allah ile birlikte gidip 22. ayette bahsedilen zorba ve zalim toplulukla savaşmalarını söylemektedir. Allah bu isyan ve itaatsizliklerinden dolayı, onlara o kutsal toprakları yasaklamıştır.
Evet, Allah yahudilere bir bölge vermiştir. Ancak onlar bu bölge için yapılması gerekenleri yapmadıkları için, kendilerine verilen ihsan ve ikramı takdir edemedikleri, kıymetini bilemedikleri için ondan mahrum kalmışlardır.
Peki, arz-ı mevud (arz-ı mukaddes) neresidir? Kur’an-ı Kerim’de bu konuda açıklık yoktur. Ancak tefsir kitaplarında burasının Filistin olduğu bildirilmektedir. İbn Âşûr’un verdiği bilgiye göre[1] arz-ı mevud, Orta Akdeniz’le, Ürdün nehri ve Ölü Deniz’den başlayıp kuzeyde Hama’ya, güneyde Gazze ve Hıbrûn’a (el-Halîl) kadar uzanan bölgedir. Kur’an-ı Kerim bu bölgeyi, “mukaddes” olarak nitelendirmiştir. Müfessirler bunun sebebini, orasının putperestlikten temizlenmesi olarak açıklamışlardır. Çünkü buraya peygamberler gelmiş, tevhidi hâkim kılmışlardır. Kimileri bu kelimeyi “mübarek” olarak izah etmişlerdir ki; bu yorum, İsrâ suresi 1. ayette zikredilen “çevresini mübarek kıldığımız” ifadesiyle örtüşmektedir. Hz. İbrahim’in burada, el-Halîl’de defnedilmesinden dolayı mukaddes olduğunu söyleyenler de olmuştur.
Mevzuyu, Âl-i İmrân suresi 110. ayet-i kerimeyle bitirelim. Bu ayet grubu, 101. ayetten başlamaktadır. Müslümanlara birlik olmaları, emr-i bil maruf, nehyi anil münkerde bulunmaları emredilmektedir. Söz konusu ayette, Ümmet-i Muhammed’in insanlar arasından çıkarılmış en hayırlı, en iyi, en güzel millet olduğu bildirilmektedir. Yazı içerisinde ara ara temas ettiğimiz gibi, üstünlük imanladır, imanın gereklerini yerine getirmekledir. Üstünlük vehimle olmaz, sadece ve sadece Allah’a yakın olmakla olur. Hucurât suresi 13. ayet-i kerimede buyurulduğu gibi Allah katında en değerli, en üstün olan insan, O’nun emirlerini yerine getirme, yasaklarından kaçınma konusunda en duyarlı olan insandır. Gerisi, laf ü güzaftır.