İnci Mercan Gerdanlığı -35-

Ümmü Habibe Remele Bint-İ Ebi Süfyan (Radıyallahü Anha)

Hicret sırasında hamile olan Ümmü Habibe, Habeşistan’da bir kız çocuğu dünyaya getirdi. Ona Habibe adını verdiler. Kocası ile birlikte Habeşistan’da Ca‘fer b. Ebu Talip’in yanında bir süre Müslümanların önderliğini yaptılar.

Ahmet POÇANOĞLU

Emekli Konya İl Müftüsü

     35. HADİS

حديث أم حبيبة أم المؤمنين رملة بنت أبي سفيان صخر بن حرب بن أمية بن عبد شمس بن عبد مناف بن قصي رضي الله عنها قالت: قال رسول الله (صلى الله عليه وسلم):كَلامُ ابنِ آدَمَ كُلُّه عليه، لا له، ما خَلا أمْرًا بمَعروفٍ أو نَهيًا عن مُنكَرٍ، أو ذِكرالله عزوجل 

     Müminlerin annesi Ümmü Habibe Remle Bint-i Ebi Süfyan (Radıyallahü Anha)hadisi:

     “İnsan oğlunun söylediği her söz aleyhinedir. Ancak iyiliği emretmesi, kötülüğü nehy etmesi ve Allah’ı zikretmesi bunun dışındadır.”

                                                   (Tirmizi Sünen: 3794, İbn-i Mace Sünen: 2412)

     Bu Hadisten Öğrendiklerimiz

     İnsanların en önemli özelliklerden biri de konuşmadır. Konuşma, insanoğlunu diğer varlıklardan farklı ve üstün kılar. En temel görevleri tebliğ olan bütün peygamberlerde aranan özelliklerden birisi hitabettir, sözünün anlaşılır olmasıdır. Çünkü Peygamberler Allah’tan gelen emir ve yasakları tebliğ ve tebyin vazifesi ile görevlendirilmişlerdir.

     Hz. Muhammed (s.a.v), nübüvvetin en önemli sorumluluk alanı olan tebliğ görevini fiilleri, halleri ve davranışları yanında sözleri ile eksiksiz bir şekilde, mükemmel bir model olarak yerine getirmiştir. O’ndan bize intikal eden ne kadar söz ve davranış varsa ümmeti için örnektir. Diğer taraftan “Ben cevâmi’ul kelim olarak gönderildim.” (Buhari: Cihad, 122) buyurarak az sözle çok mana ifade ettiğini veciz bir şekilde dile getirmiş, konuşmasında ne cimrilik yapmış ne de israfa kaçmıştır. Konuşmalarında muhatabın seviyesini ve durumunu her zaman gözetmiş, daima açık ve anlaşılır, akıcı ve etkileyici, ifrat ve tefritten uzak, doğru ve yumuşak bir üslubu tercih etmiştir.

     Konuşurken her şeyden önce “İnsanlara güzel söyleyin” (وَقُولُوا لِلنَّاسِ حُسْناً) emrine uyarak lüzumsuz yere konuşmamak ve dilimize sahip olmak gerekir. Zira gereğinden fazla konuşmak, sözü lüzumsuz yere uzatmak, insanlara bıkkınlık verir.

     Devamlı hak ve doğru olan söylenmelidir. Zira Cenâb-ı Hakk Kur’ân-ı Kerim’de “Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve doğru söz söyleyin” (Ahzab, 70) buyurmaktadır

     Konuşmalarda edep, saygı ve sevgi sınırlarının korunması esastır. İnsanların kalbine giden yol edep, saygı ve sevgiden geçer. Bu yolu terk eden kalplere ulaşamaz. Âyet-i Kerime’de “(Rasulüm) Sen Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et!” (Nahl, 125) buyurulmaktadır.

     Hadisin açık manası; iyiliği emretmek, kötülükten alıkoymak yahut Allah’ı (c.c.) zikretmek dışında bütün konuşmaların kişinin aleyhinde olduğunu, başka bir konuşma tarzının olmadığını bize anlatıyor.  O halde konuşurken dikkatli olmak gerekir. Her ne şekilde olursa olsun insanlara lakap takmamak, insanları -büyük olsun, küçük olsun- kaba kelimelerle çağırmamak, insanlara teşekkür etmeyi ihmal etmemek, insanları aşağılayarak ve hakaret ederek konuşmamak Müslüman için vazgeçilmez bir yaşam tarzı olmalıdır. Şunu hiç unutmamalıyız ki ağzımızdan çıkan her söz bizi mahkûm eder.

     Biz bu hadisten iyiliği emir, kötülüğü nehiy ve Allah’ı zikretmenin dışında kalan her sözün insan evladı için bir üzüntü ve pişmanlık olduğunu, ona dünya ve ahirette hiçbir fayda sağlamayacağını öğreniyoruz.

     Cenâb-ı Hak, imanlı, vicdanlı ve sözü israf etmeyen bireylerden oluşan İslam ümmetini Kur’an’da şöyle anlatır:

     “Siz, insanlar için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emredersiniz, kötülükten alıkoyarsınız ve Allah’a inanırsınız.” (Âl-i İmrân, 110)

     Şu ayet ise konuşurken mihenk taşımız olmalıdır:

     “İnsanların birbirleri arasında gizlice konuşmalarının çoğunda hayır yoktur. Ancak sadaka vermeyi, bir iyilik yapmayı veya insanların arasını düzeltmeyi teşvik eden kimselerin bu maksatla yaptıkları gizli konuşmalar bundan müstesnadır. Kim bunu Allah rızası için yaparsa, elbette biz ona pek büyük bir mükâfat vereceğiz.” (Nisa, 114)

     Bu hadis-i şerif bize; gıybete, dedikoduya, malayaniye bulaşmadan, Allah’ı zikretmek ve O’nu unutmamak suretiyle gafletten uzak, mutmain ve Allah’ın rızasına uygun bir hayatın yolunu göstermektedir.

     Aslolan konuşarak meclisi esir almak değil, “hayır söylemek veya susmaktır”.

     Ümmü Habibe Remele Bint-İ Ebi Süfyan (Radıyallahü Anha)

     Müminlerin annelerinden Ümmü Habibe (r.anha) nübüvvetten on yedi yıl önce yaklaşık 597 yılında Mekke’de doğdu. Babası Kureyş kabilesinin reislerinden Ebu Süfyan, annesi Safiyye bint Ebü’l-Âs b. Ümeyye b. Abdüşems’tir. Soyu Resûl-i Ekrem’in soyu ile dedeleri Abdümenâf’ta birleşir. Asıl ismi Remle, künyesi ise ilk eşi Ubeydullah b. Cahş ile olan evliliğinden doğan kızı Habibe’ye nispetle Ümmü Habibe’dir.

     Ümmü Habibe (r.anha), ilk Resûl-i Ekrem’in halası Ümeyme’nin oğlu, Esedoğulları kabilesinden Abdullah b. Cahş’ın kardeşi Ubeydullah b. Cahş ile evlendi. Ubeydullah, Hanîfler’den olup putlara tapmazdı, daha sonra da Hristiyanlığı kabul etmişti. Ümmü Habibe ve kocası ilk Müslümanlar arasında yer aldı. Kureyş liderinin kızı olmasına rağmen İslamiyet’i kabul etmesi sebebiyle ilk Müslümanların uğradığı tahammülü güç işkencelere maruz kaldı ve bi’setin 6. yılında (616) müşriklerin baskısına dayanamayıp ikinci kafile ile Habeşistan’a hicret ettiler.

     Hicret sırasında hamile olan Ümmü Habibe, Habeşistan’da bir kız çocuğu dünyaya getirdi. Ona Habibe adını verdiler. Kocası ile birlikte Habeşistan’da Ca‘fer b. Ebu Talip’in yanında bir süre Müslümanların önderliğini yaptılar. Ancak daha sonra Ubeydullah b. Cahş irtidat ederek önceki dinine döndü ve Ümmü Habibe’yi de dininden dönmeye zorladı, fakat o buna şiddetle karşı koyduğu için boşandılar. Habeşistan’daki sahabeleri de irtidat etmeye çağıran Ubeydullah orada Hristiyan olarak öldü.

     Ümmü Habibe bu olaydan sonra, hicret yurdu Habeşistan’daki günlerini iki sıkıntı arasında geçirmiştir. Bunlardan biri yurdundan ve ailesinden uzakta kalması, diğeri ise dul olarak gurbette sahipsiz günler geçirmekte olmasıydı. Üstelik yetim kalan kızı Habibe’nin bütün sorumluluğu da tamamen ona aitti.

     Hz. Peygamber’in bazı evlilikleri fedakâr ve cefakâr Müslüman kadınları himaye, takdir ve itibarlarını koruma gayesine matuftu. Ümmü Habibe, Sevde, Zeyneb bint-i Huzeyme ve Ümmü Seleme (Allah onlardan razı olsun) zor durumda kaldıklarından dolayı Hz. Peygamber’in nikahı altına aldığı hanımlara örnek olarak gösterilebilir. Hz. Peygamber, Amr b. Ümeyye ed-Damrî vasıtasıyla Necaşi’ye gönderdiği mektupta, Necaşi’yi İslam’a davetine ek olarak, mektubunda Necâşî Ashame’den kendisini Ümmü Habibe ile evlendirmesini ve onunla birlikte Habeşistan’da bulunan Müslümanları Medine’ye göndermesini istedi. Bu teklifi duyan Ümmü Habibe çok sevindi ve haberi getiren Necâşî Ashame’nin cariyesi Ebrehe’ye üzerindeki takıları verdi, nikâh için de Hâlid b. Saîd’i vekil tayin etti. Necâşî Ashame orada bulunan Müslümanları toplayarak Hz. Peygamber’in isteğini duyurdu ve Rasulullah adına Ümmü Habibe’ye 400 dinar mehirle bir gerdanlık verdi, hizmetçisi Ebrehe’yi de ona yardım etmekle görevlendirdi. Nikâh Rasulullah (s.a.v) yerine vekili tarafından yapıldığı için gıyabi nikâh şeklinde gerçekleşti. Hz. Peygamber Ümmü Habibe ile hicretin VI. yılında evlendi, VII. yılında zifafa girdi.

     Hz. Peygamber’in, Ümmü Habibe ile evlenmesinin önemli sonuçları oldu. Bu evlilik dolayısıyla Ebu Süfyan’ın, Hz. Peygamber’e olan muhalefeti büyük ölçüde dindi. Ümmü Habibe (r.anha) peygamber eşi olmaya lâyık, üstün özelliklere sahip bir hanımdı. Müslüman olduktan sonra babasının ve diğer müşriklerin baskılarına katlandı.

     Ebu Süfyan, Hudeybiye Antlaşması’nın uzatılmasını temin için Medine’ye gelmiş, teklifi Resûl-i Ekrem (s.a.v) tarafından kabul edilmeyince kızı Ümmü Habibe’nin yanına gitmişti. Eve girdiğinde yerdeki döşeğe oturmak istemiş, fakat Ümmü Habibe babasının altından döşeği çekip aldı. Bunun üzerine Ebu Süfyan, “Ey kızım! Allah’a yemin olsun ki beni mi bu döşekten esirgedin yoksa döşeği mi benden esirgedin anlamadım.” deyince Ümmü Habibe “Evet. Bu döşeği senden esirgedim. Bu Rasulullah’ın (s.a.v) oturduğu döşektir. Sen ise necis bir müşriksin. Bu yüzden Rasulullah’ın döşeğine oturmanı istemedim.” dedi.

     Rasulullah’ın cennetlik olduğunu müjdelediği Ümmü Habibe, O’ndan sonra otuz yıl daha yaşadı. Resûl-i Ekrem’in vefatının ardından çıkan fitnelere karışmadı.

     Ümmü Habibe (r.anha)  Hicri 44’te (664) Medine’de vefat etti ve Bakî Mezarlığı’na defnedildi.

      Ümmü Habibe üstün karakterli, ihlaslı, heyecanlı ve son derece vakur bir Müslümandı. Rasulullah’ın şöyle buyurduğunu nakletmiştir. “Kim öğle namazının farzından önce dört ve farzından sonra dört rekat kılarsa Allah, onun vücudunu cehennem ateşine haram kılar.”     Ümmü Habibe, “Bu sözü duyduktan sonra o namazları hiç terk etmedim.” demiştir.

     Rivayet ettiği hadisler bakımından Hz. Peygamber’in hanımları arasında Hz. Âişe ve Ümmü Seleme’den sonra gelir. Hz. Peygamber (s.a.v) ile dört yıl kadar evli kalan Ümmü Habibe, daha çok ibadet konularına yönelik 65 hadis rivayet etmiştir. Rivayet ettiği iki hadiste Buhari ve Müslim ittifak etmiş, iki hadisini de Müslim’in Sahîh’inde münferit olarak nakletmiştir.

     Allah O’ndan Razı Olsun.