Bireysel huzursuzluk, toplumsal huzursuzluğu da getirdi. Bu durumun nedeni, insanın özü gereği toplumsal bir varlık olmasıdır. Bir toplumun kültürü, o toplumun tarihsel deneyimlerinin, coğrafi koşullarının ve sosyal dinamiklerinin yansımasıdır. Kültürel değerler, bireylerin nasıl düşündüğünü, davrandığını ve etkileşimde bulunduğunu şekillendirir. Huzur gibi bir kavram, bireysel mutluluk ve tatminin ötesinde, toplumun genel ruh halini ve sosyal uyumunu da etkileyen kapsamlı bir yapıdadır.
Hatice BALİN
Mutlu Aile Mutlu Çocuk Derneği Başk., Uzm. Sosyolog
Bir yarışmada, huzuru en güzel resmedecek sanatçıya büyük bir ödül verileceği ilan edilir. Yarışmaya katılan sanatçılar, birbirinden güzel resimler yaparlar. İki resim finale kalır. Resimlerden biri, dağların, ormanların, kuşların ve göllerin olduğu bir resimdir. Bu resme bakan herkes, huzurun resmi olduğunu düşünür. Diğer resimde ise gökyüzünü kaplayan kara bulutlardan yağmur yağmakta, dağın eteklerinde bir şelale çağlamaktadır. Bu resim diğer resme göre hiç de huzurlu gözükmemektedir. Ama bu resim birinci seçilir. Herkes, adil bir yarışma olmadığını düşünür. Kazanan resimde, acaba huzur nerede diyerek tabloyu tekrar incelemeye koyulurlar. Derken, şelalenin ardındaki kayalıkta minicik çalılık, çalılığın üstünde de bir kuş yuvası görürler. Sertçe akan suyun orta yerinde anne kuş yuvasını korumaktadır. Eserleri inceleyen heyet der ki: “Huzur hiçbir sıkıntının ya da zorluğun olmaması değil, bütün bunların içinde bile yüreğimizin sükûn, rahatlık bulabilmesidir.”
Kişiye göre huzurun tarifi de değişebilir. Sahi, huzur neydi? Kendimiz ile baş başa kaldığımızda huzurlu muyum, mutlu muyum diye sorarız. Huzur, mutluluk mu demekti? Bu hayata bir tatlı huzur almaya gelmişken neden hep huzursuzuz? Birbiriyle karıştırılan bu iki kavrama baktığımızda, huzur; insanın içinde duyumsadığı rahatlık duygusu, gönül rahatlığı, iç rahatlığı, baş dinçliği, rahatlık içinde bulunma durumu, dinginlik, çekişmesizlik olarak tarif edebiliriz. Mutluluk ise, bütün özlemlere, bütün isteklere eksiksiz bir biçimde ve sürekli olarak erişilmekten duyulan kıvanç durumudur. Bir isteğin özlemin yerine geldiğinde duyumsanan sevinçtir. Huzursuzluk dünya ahvalinin sıkıntılı olmasından kaynaklanıyor. Hep sınavda olan insanlık bu son dönemlerde soruların ağır gelmesi ile ciddi anlamda sınıfta kalıyor.
Ahmet Hamdi Tanpınar “ Huzur” romanında biz Allah’ı unuttuk der. Tanpınar, o döneme ait sosyolojik özelliklere vurgu yaparken ailelerin çözülmesinden de bahseder. Roman, huzur arayışını anlatması bir yana İstanbul ve İstanbul’un o döneme ait mekânlarından da bahseder. Herkesin sıcak ve muhabbetle huzurla oturduğu evleri anlatır. Ancak günümüzde ise o tek katlı bahçeli evlerin yerini apartmanlar, siteler ve rezidansta bulunan paha biçilemez lüks daireler aldı. Huzurla oturacağımız evin tanımı da değişti ve şimdi artık insanlar kendilerine huzurla oturacağı evler satın almaktansa evinin fiyatının ne kadar artacağının hesabını yapar oldu. Kapital sistem, artık insandan mananın ve irfanın yok olmasına sebep olduğu gibi materyalist, maddeci yaklaşımla yaşamaya neden oldu.
Tanpınar’ın “Allah’ı unuttuk” ifadesi, toplumsal değişimlerin din algısı üzerindeki etkilerini derinlemesine sorguluyor. Modernleşme, küreselleşme ve sekülerleşme süreçleri, birçok toplumda dinin rolünü ve algısını etkilemiş durumdadır. Bu durum, dinin geleneksel olarak sahip olduğu merkezi konumun zayıflamasına ve bireylerin inançlarına yaklaşımında daha bireysel ve çeşitli yolların benimsenmesine yol açıyor.
Günümüzde, din algısındaki bu değişim, çeşitli olumsuz düşünceler ve yaşam biçimlerinin yaygınlaşmasına neden olabilir. Bununla birlikte, bazı bireyler ve gruplar, inançlarını yeniden keşfetme veya dinin farklı yorumlarına yönelme eğilimindedir. Bu durum, dinin toplumsal hayat içindeki yerini sorgulamayı ve yeni bir anlam arayışını beraberinde getiriyor. Sonuç olarak, toplumsal dinamikler ve bireylerin inançları arasındaki etkileşim, sürekli bir dönüşüm içindedir. Bu da, dinin sadece bir inanç sistemi değil, aynı zamanda sosyal ve kültürel bir olgu olarak nasıl evrildiğini gösteriyor.
Ruberu ilişkilerin yerine sosyal medyadan birbirini takiple haberdar olmak, WhatsApp’tan mesajla güzel dilek ve temennileri bildirmek yeterli oluyor. Mekânların dönüşümü bizim yalnızca yaşam tarzımızı ve alışkanlıklarımızı dönüştürmedi. Geçmişle olan bağımızın kopmasına da neden oldu. Bireysel huzursuzluk, toplumsal huzursuzluğu da getirdi. Bu durumun nedeni, insanın özü gereği toplumsal bir varlık olmasıdır. Bir toplumun kültürü, o toplumun tarihsel deneyimlerinin, coğrafi koşullarının ve sosyal dinamiklerinin yansımasıdır. Kültürel değerler, bireylerin nasıl düşündüğünü, davrandığını ve etkileşimde bulunduğunu şekillendirir. Huzur gibi bir kavram, bireysel mutluluk ve tatminin ötesinde, toplumun genel ruh halini ve sosyal uyumunu da etkileyen kapsamlı bir yapıdadır. Bu nedenle, huzur arayışı, sadece bireysel değil, toplumsal düzeyde ele alınmalıdır. Toplumun ortak değerleri, bireylerin birbirleriyle olan ilişkilerini ve toplumsal yapılarını belirleyerek huzurun inşasına katkıda bulunur. Kültürel öğeler, insanlar arasındaki iletişimi ve anlayışı güçlendirirken, toplumsal huzuru sağlamanın temellerini atar. Toplumsal değerlerimizde kültürel olarak geçmişten günümüze aktaramadığımız özelliklerimiz var. Bu özelliklerin azalması yerini bizi temsil etmeyen değerlere bırakması da bireysel ve toplumsal huzursuzluğun ortaya çıkmasına neden olmuştur. Kaybolan özelliklerimizi sıralarsak ilk olarak; aklı selim olmak, salim akla sahip olmak demektir. Aklımızı doğrudan ve dolaylı olarak olumsuzluk oluşturacak her türlü etkenlerden korumamız gerekir. Zaten aklı korumak, aynı zamanda Kur’an hükümlerinin amaçlarındandır. Aklıselim olmak sadece biyolojik olarak salim akla işaret etme; bununla beraber doğruyu yanlıştan, iyiyi kötüden, güzeli çirkinden ayırt edebilmek düşüncesini ve yaşantısını buna göre düzenlemek demektir. Burada dikkat edilecek nokta, bir Müslümanın nefsini zaaflarına karşı dizginleyebilmesi velhasıl Allah’ın emirlerine kesinlikle uyması gerekir ki; bu kimseler için aklıselim sahibi diyebiliriz. Toplumda aklıselim sahibi kimselerin olması toplumun huzurunu da etkiler. İkinci özelliğimiz kalbi selim olmaktır. Müslümanlık nedir diye sorulsa, herkesin kendine göre bir yaklaşımı olacaktır. Adil olmak, ahlaklı olmak gibi. Bir başka yaklaşımla, Müslümanlık gönüllere girmektir. Her gönüle hayat vermek ve her gönülde hayat bulmak demektir.
En başta tatlı dil ve empati duygusuyla karşımızdakini anlamak ve anlaşılmamıza izin vermek demektir. Ayrıca maksadını aşan sözlerden kaçınmaktır. Toplumda böyle kişilerin varlığı ve çokluğu toplumun huzurlu olmasını sağlar. Üçüncü özelliğimiz ise zevk almak, hoşlanmak anlamına gelir. Aklıselim insanın zevk sahibi olmasına da zevki selim diyebiliriz. Olgun bir zevke sahibi olmak, güzelliği, estetiği inançları doğrultusunda ilmi cemal sahibi olmak da diyebiliriz. İlmi cemal bilgisi inanca ve ahlaka dayalı olarak tekâmül ettirilmiş duygu, düşünce, davranışla birlikte oluşturulmuş kültür sanat eserlerine duyulan hayranlıktan ibarettir. Bu düşünce, insanın fıtratı ve estetik anlayışıyla derin bir bağlantı kurmaktadır. İnsanlar, doğası gereği güzel olanı, anlamlı ve değerli olanı arar. Fıtrata uygun olan değerler, sadece bireysel tatmin sağlamakla kalmaz, aynı zamanda toplumsal refah ve uyum için de gereklidir. Zevk sahibi bireyler, insanlığa katkıda bulunacak her türlü hizmetin hem maddi hem de manevi güzellik taşımasını ister. Bu bakış açısı, toplumun ortak iyiliği için önemli bir motivasyon kaynağıdır. Estetik ve ahlaki değerlerin bir araya gelmesi, bireylerin ve toplumların gelişimini destekler. Böylece, insanlık, en yüksek potansiyeline ulaşma yolunda ilerleyebilir. Bu, sadece bireysel bir arayış değil, aynı zamanda kolektif bir sorumluluktur.
Üstad Necip Fazıl bir şiirinde “Anladım işi; Sanat Allah’ı aramakmış, marifet bu, gerisi yalnız çelik çomak imiş!” der. Sonuçta kalbi selim olmak aynı zamanda aklıselim ve zevki selim olmaktır. Toplumsal dayanışmanın, değerlerin ve olumlu davranışların teşvik edilmesi, huzurlu ve güvenli bir yaşam alanının oluşturulmasına katkıda bulunur. Önce birey kendi iç huzurunu sağlayacak, işte o zaman güftesi Behçet kemal çağlar bestesi Münir Nurettin Selçuk’a ait olan eserdeki gibi “ Bir tatlı huzur almaya geldik ” diyebileceğiz. Mütmain bir nefse sahip olmuş kimseler kemalata ermiş kişilerdir. O öyle bir kalp taşır ki yaratandan ötürü yaratılanı sever. O insanlığın mihenk taşıdır. O inancı ve yaşantısıyla peygamber yolundadır vesselam.