Bir Bilincin Âkif Emre Cephesi

Elbette Âkif Emre’nin, Kudüs ve Filistin’e dair yazıları yeni haliyle bu iki kitaptan ibaret değil. Örneğin sağlığında yayımlanan eserlerinden Göstergeler (1997), ‘İz’ler (2001)’de yer alan bazı yazıları ve Küreselliğin Fay Hattı (2001)’nda yer alan “0rtadoğu Parçalanmış Coğrafya (sayfa: 289-354) bölümü, Çizgisiz Defter (2016)’de yer alan “Kudüs’e Çıkan Yollar” başlıklı (sayfa: 91-104) bölüm ile vefatından sonra yayımladığımız Portreler (2020) ve Mekânı Paranteze Almadan… (2020)’da yer alan bazı yazı ve değiniler, bu eseri tamamlamaktadır.

Mustafa KİRENCİ

Âkif Emre’nin hayatında yaklaşık 20 yıllık bir dönemin verimleri olan gazete-dergi yazılarının bir külliyata dönüştürülmesi çabası, sağlığında Çizgisiz Defter ile başladı. 15-20 yıl önce yayımlanmış ‘İz’ler, Göstergeler, Küreselliğin Fay Hattı eserlerini de programa almış ve her yeni kitaptan sonra bu eserlerin de sırasıyla yeni baskılarını yapacaktık. ‘İz’ler yeni baskısında tekrar gözden geçirilerek yayımlandı. Aramızda ‘İslamcılık yazıları’ olarak andığımız, henüz ismi konulmamış bir eser üzerine çalışmaya başladı. Vefatından kısa bir süre önce, yaklaşık 20-30 sayfalık bir takdim yazısını, daha sonra göndereceğini söyleyerek yeni kitabını teslim etti. O takdim yazısı için ömrü vefa etmedi. Kitapla ilgili bilgisayarında ancak iki sayfalık bir yazı bulanabildi. Bu yazıda geçen bazı ifadelerden hareketle, yeni eserin adı Müstağrip Aydınlar Yüzyılı-Gölgeli Kelimeler Ödünç Alınmış Hayaller oldu ve vefatından birkaç ay sonra yayımlandı. Kendisiyle kavilleştiğimiz üzere külliyatı tamamlayamadık. Gazete ve dergi yazıları derlenmiş, yazıların listesi çıkarılmış, fotokopilerini kendisine vermiştik. Fotokopilerde bazı yazılarının kenarına kategori ifade eden “mekân”, “İstanbul” gibi ifadeleri not düşmüş; biz de bunları esas alarak yazıları tasnif etmiştik. Derlenen gazete ve dergi yazıları, belli bir mantık gözetilerek kategorilere ayrıldı. Bir yandan yeni kitapları kendi içlerinde bir düzene kavuşturmaya çalışırken, bir yandan da Göstergeler (2028) ve Küreselliğin Fay Hattı’nın (2020) yeni baskıları gözden geçirilerek yapıldı. Genellikle yazılarından seçtiğimiz başlıklarla Aliya, İstanbul’u Yeniden Düşünmek ve Erguvanname (2019), Söyleşiler (2019), Portreler – Kitaplar ve Dergiler (2020), Mekânı Paranteze Almadan… Mekân, Şehir, Mimari Yazıları (2020), Kudüs: Bir PusulaKudüs ve Filistin’e Dair Yazılar (2021), Sahici Cümleler Kurabilmek – Aydınlar, Üniversite, Medya, Reklam ve Futbola Dair Yazılar (2022), Ertelenmiş Yüzleşmeler – Hayat, Zihniyetler, Aidiyet ve Mahremiyete Dair Yazılar (2022), Aşil Topuğu (2023) Âkif Emre külliyatını bütünleyen eserler halinde Büyüyenay kitaplığına katıldılar. Geriye sadece İslâm Âlemi’ne dair kaleme aldığı yazıların gruplandırılması kalmıştı. Bir de kendisiyle yapılan söyleşiler. Ses kayıtlarının çözümü vakit alacağından onu en sona bırakmıştık.

Sağlığında, yabancı dildeki bazı almanakları göstererek buradaki bilgilerden hareketle Kudüs ve Filistin’e dair başlı başına bir kitap kaleme almak istediğini söylemişti. Ömrü vefa etmedi. Genelde Ortadoğu, özelde ise Kudüs ve Filistin üzerine yüzlerce yazı kaleme almıştı. Bizim önceliğimiz Kudüs ve Filistin’di. Küdus: Bir Pusula’yı meydana getiren yazıları derlemeye ve tasnif etmeye başlamamız, ardı arkası gelmeyen Mescid-i Aksa baskınları ve Filistinlilere yapılan zulümler dolayısıylaydı. Bu çalışmadaki amaç, bölgeyi çok iyi bilen ve sayısız yazısında bunları okurlarıyla paylaşmış olan Âkif Emre’nin bilincini bir bütün halinde yansıtmaktı. Kitap baskıya hazırlandığı sıralar 2021 yılı Ramazan ayıydı ve her Ramazan’da olduğu gibi Mescid-i Aksâ’ya İsrail polisinin yaptığı baskın haberleri geliyordu. İsrail polisi, 7 Mayıs akşamı teravih namazı sırasında Mescid-i Aksâ’daki cemaate ses bombaları ve plastik mermiyle müdahale etmiş, 205 Filistinli yaralanmıştı. İsrail polisinin Filistinlilere 8 Mayıs’taki müdahalesinde ise 90 yaralı vardı. Yaralananlar arasında bir yaşında bebek ve çocukların da olduğu haberlerini alıyorduk. Gelen haberler ve görüntüler arasında, 10 Mayıs 2021 tarihinde Mescid-i Aksâ ve çevresinde İsrail polisinin Filistinlilere orantısız güç kullanarak müdahalesi sırasında cami avlusundaki ağaçlardan birinin alev aldığını, olay sırasında ağlama duvarı önünde bulunan bir grup siyonistin çıkarılan yangını şarkılar söyleyerek kutladıkları da vardı. Âkif Emre’nin aramızdan ayrılışının üzerinden tam 4 yıl geçmişti ve biz, şiddet ve vahşete karşı onun Kudüs, Filistin ekseninde neredeyse 20 yıla yayılan, 500 sayfayı aşan kalem verimlerini belli bölümler halinde bir araya getirmeye öncelik vermiştik. Öncelik vermiştik, çünkü sözün gücüne; değerbilir fikirlerin yeni bakış açıları kazandıracağına inanıyorduk. Yazılanların, kötülüğe karşı ortak bir bilincin doğmasını sağlayacağına dair ümidimizi diri tutmaya çalışıyorduk. Nitekim kitap, Âkif Emre külliyatının 11. kitabı, “Kudüs: Bir Pusula” başlığıyla 2021 Mayıs’ında yayımlandı.

Sonra her zaman olduğu gibi yıllar, bazen Batı Şeria’dan, bazen Cenin’den, bazen de Gazze’den; velhasıl Filistin’in her bir köşesinden gelen şiddet ve ölüm haberleriyle geçti. Ta ki 7 Ekim 2023’e kadar… O zamana kadar şiddet ve soykırım, bazen ara veriyor, sanki dünyanın geri kalanının tepkisini bir anda üstüne çekmekten imtina ediyor; belli başlı yalanlarla dünya kamuoyunu idare etmeye çalışan bir görüntü veriyordu. Yani niyet ve emellerinde en ufak bir değişiklik olmadan, sistemli vahşetine fasılalar vererek devam ediyordu. Dediğim gibi; ta ki 7 Ekim 2023’e kadar… Bu tarih, hayvanlar dünyasında bile görülmeyecek vahşetin, dünyanın şahit olduğu en büyük soykırımlardan birinin; hiçbir kelimenin tam anlamıyla bu tarihten sonra yaşananları vasfedemeyeceği bir zaman diliminin başlangıcı oldu.  Biteviye medeniyet(!) misyonerliği yapan devletlerin sesi çıkmıyor, hatta bu soykırımı yapanlar onlar tarafından alkışlanıyordu. Üstad Sezai Karakoç’un “Batı Medeniyetinin İntiharı mı?” başlıklı yazısı akla geliyordu. Kendi dışındaki milletlerin bile ümit bağladığı Batı medeniyeti, adeta kendi intiharına doğru yol alıyordu.

Bu düşünceler içerisinde, 2024 yılında Âkif Emre’nin tüm İslâm âlemini içine alan yazıları Sınırsız İşgal Haritalarıüst başlığıyla üç kitap halinde BüyüyenayKitaplığı’na katıldı. Birinci kitap, Batı’dan Uzak Doğu’ya Balkanlar’dan Arakan’a; ikinci kitap, İşgal Projelerinden Marvel Filmine Ortadoğu; üçüncü kitap Apolitik Devrimlerden Yeni Emperyalist Çağa Arap Baharı ve Afrikaalt başlıklarıyla yayımlandılar.

Kudüs: Bir Pusula’yı 2. baskı için yeniden gözden geçirdiğimizde, kitabın ilk üç bölümünü meydana getiren yazıların, daha hacimli kısmını meydana getiren diğer bölümlerine nazaran içerik bakımından biraz farklı olduğunu gördük. Kudüs ve Filistin’in tarihi arka planına ve iç yapısına dair daha temel bilgilerin, anlam dünyasına ilişkin özlü düşüncelerin dile geldiği bu yazılar yayın hayatını yine Kudüs: Bir Pusula başlığıyla sürdürmesine, geri kalan neredeyse 345 sayfalık kısmın ise Sınırsız İşgal Haritaları’nın dördüncü kitabı olarak ilk ilk üç kitaplık seriyi tamamlamasının bütünlüğü sağlayacağını düşündük. Sonunda Sınırsız İşgal Haritaları’nın dördüncü kitabı Kudüs, Filistin ve Ortadoğu Yazılarıalt başlığı ile 2025’in ilk ayında yayımlandı.

Elbette Âkif Emre’nin, Kudüs ve Filistin’e dair yazıları yeni haliyle bu iki kitaptan ibaret değil. Örneğin sağlığında yayımlanan eserlerinden Göstergeler (1997), ‘İz’ler (2001)’de yer alan bazı yazıları ve Küreselliğin Fay Hattı (2001)’nda yer alan “0rtadoğu Parçalanmış Coğrafya (sayfa: 289-354) bölümü, Çizgisiz Defter (2016)’de yer alan “Kudüs’e Çıkan Yollar” başlıklı (sayfa: 91-104) bölüm ile vefatından sonra yayımladığımız Portreler (2020) ve Mekânı Paranteze Almadan… (2020)’da yer alan bazı yazı ve değiniler,bu eseri tamamlamaktadır.

Sonunda Âkif Emre’nin, hayatında yaklaşık 20 yıllık bir dönemin verimleri olan gazete-dergi yazılarının bir külliyata dönüştürülmesi çabası büyük ölçüde tamamlanmış oldu. Onun neredeyse bütün eserlerinde gördüğümüz, membaını inanç dünyasından alan duyarlılığının verimleri olan yazıları, bir bilinç örneği olarak bu sefer kitaplar yoluyla devam edecek. Her bir eseri, hem yakın tarih bilgisi ve bilinci veren hem de iç ve dış meselelerimize, biz yaşarken olup biten olaylara nasıl bakılması gerektiğine dair yol ve yöntem perspektifi geliştiren örneklerdir. Örneğin, İslâm Âlemi’nin hayat memat meselelerine dair dört ciltlik, yaklaşık 1500 sayfalık Sınırsız İşgal Haritaları, yazarın değişmez duyarlılığı ekseninde, emperyal güçlerin her türden sömürgeleştirmeye maruz bıraktığı coğrafyalara adeta sistemli bakışıdır. Sömürgeleştirmenin özünde açık veya örtülü şiddet vardır ve şiddet, köklere doğru tüm manevi varlığı, fizik planda her türlü varoluşu ve kendini inşa edişi hedef almıştır. Âkif Emre’nin değişmez duyarlılığına yön veren perspektif, tam da budur.

Onun yazılarında; Balkanlar, Ortadoğu, Kudüs, Filistin, Asya, Orta Asya, Afrika, Doğu Türkistan, Arakan ya da Kırım’a yönelik dikkatler, ilkesel olarak eşittir. Yazılar farklı zamanlarda kaleme alınmış olsa da bir bütün halinde, dünya haritasının büyük bir bölümüne, konumları itibarıyla sanki birbirinden ayrıymış gibi gözüken fakat şartları bakımından özünde benzer birçok bölgeye dikkat kesilir. Bu coğrafyaların bizim için ortak özelliği, hemen hepsinin emperyal güçlerin işgal alanı olması ve her birinin bu duruma karşı en az 100 yılı aşan bir süredir varoluş mücadelesi vermesidir. Âkif Emre’nin hayatı boyunca sekteye uğramadan süren ve bir yeryüzü adaleti arayışı yansıtan keskin bilinci ile soluğu hiç kesilmeyen yazıları, bize Müslümanların güç nefes aldığı bir dünyayı gösteriyor. Diyebiliriz ki bu, onun talibi az olan misyonuydu. Doğrusu, bu sonucu değerlendirirken, bu misyonu mümkün kılacak bir muhatap vizyonunun var olup olmadığı da birlikte düşünülmeli. Yine de kesinlik içeren ifadeden uzak durmalı. Ancak oluşan yeni neslin gündeminde Âkif Emre’nin bulunduğu yer, onun duruşunu takdir edenler için övünç, kendisinin ruhuna ödül nedenidir.

2015’de başlayan Âkif Emre külliyatı, büyük ölçüde tamamlanmış ve şekillenmiş olması sebebiyle yayınevi olarak, kendimizi kıymetli bir görevi önemli oranda yerine getirmiş sayacağız. Şüphesiz, olası eksikleri de tamamlama arzusu içinde olacağız. Bu görev, özgün bir fikriyatı, özgünlük çabası gütmeden ve parlatma gayretine hiç düşmeden, acil dikkatler isteyen olaylardan yola çıkarak ortaya koyan bir düşünürün portresini, verimleriyle okura sunma görevidir. Âkif Emre, ödün vermeyen duruşu ve fikri atılganlığı, bu son dönemin düşünce ortamında iyi bilinmekle ve “uzaktan” takdir edilmekle beraber; noktasallığa ve dolayısıyla dış şartların etkisiyle kolayca “değişime” ve yeni konumlanışlara karşı, doğrusu, pek örnek alınmamıştır. Çünkü, o, güncele olgusal yönleriyle ve kendi sabiteleri ile bakıyordu. Bir noktadan değil, bir merkezden konuşuyordu. Yüzeydeki olaya derindeki dinamikler ve düşünce prensipleriyle yaklaşıyordu.

Âkif Emre’nin düşünce prensipleri nereden doğuyordu? Bu sorunun cevabı, dünya haritasını önümüze serip ona medeniyet değerlerimizle bakarak verilebilir. Onun bir farkı vardı: Emperyal işgal karşısındaki direniş mefhumu, tek başına değil, onda inşa mefhumunun içindeydi. Âkif Emre, gazete yazılarını aktüel konulardan hareketle kaleme alıyordu ve elbette konuları sadece ülkemizle sınırlı değildi. Başat konusu,  iki kelimeyle tanımlanabilir: İslâm dünyası. Diğer ve adeta daha manevi bir his içeren ifade ile “İslâm Âlemi”. Bakışının ve entelektüel birikiminin temel yönelimi, fikir dünyasının asıl dikkat alanı işte buydu. İslâm dünyasının neresinde bir olay ya da siyasi gelişme varsa, o, Batı ve Doğu’nun haber kaynaklarını, kitapları, gazetelerini dikkatle izler, teemmül eder, kendi çıkarımlarını titizlikle yapar, ardından da okuyacaklarımızı kaleme alırdı. Yazılarında kullandığı bilgi kaynaklarının, entelektüel namusu ve şahsiyeti üzerinde yönlendirici bir etki kurmasına asla izin vermediği açıktır.   Zihninin, “haber” ve “bilgi” karşısındaki ölçme ve tartma melekesini zaman geçtikçe daha iyi anlıyoruz. Algısı, adeta bir enformasyon süzgeci gibi çalışıyordu. Kendisini, daha gençlik yıllarında tanıyanlar, onun bu yönünü vurguluyor.

Kudüs: Bir Pusula ile birlikte dört kitaplık Sınırsız İşgal Haritaları’nı önemli kılan sebeplerin başında, az önce de ifade ettiğimiz gibi, 100 yılıaşkın bir süredir emperyal güçlerin İslâm dünyasına yönelikişgal plan ve projelerinin bir tatbiki olan ve daima artarak menfileşen –artık herkesin büyük ölçüde bildiği fakat pratikte bir çıkış yolu bulunamayan– olaylara karşı geliştirdiği perspektifin bugün için ne kadar değerli olduğu bilincidir. Bu eserler,  son yüzyılın tarihini, geçmişten gelen tezahürlerini ve bugüne yansımalarını serimleyip yorumlama çabasıdır.  O, bütün yazı hayatı boyunca bu olayları yakından takip edip analiz etmiş; belli başlı siyasi ya da güncel tutum ve davranışları bizzat kavramlaştırmış, olayların dilini ve tarihsel şifrelerini çözmeye çalışmıştır. Okurların diğer eserlerinden fark ettiği gibi, Âkif Emre’nin yazılarının hareket noktaları güncel olsa da onun bariz vasfı; kendine has kavram dünyası, medeniyet perspektifi ve bilinciyle, zaman geçtikçe yerini daha iyi bulacak bir yakın tarih yorumudur. Yorum ve değerlendirmelerindeki zemininin sağlamlığı, medeniyet perspektifi ve sosyolojik analiz yönteminin bu perspektife başarıyla tatbik edilmesinin sonucudur. O, güncel olanı, gelişmeleri, medeniyet idealimiz için izlerdi, onlara bakışında ve bu bakışın verimi olan yazdıklarındaki ‘başkalık’ da burada ortaya çıkıyordu.

Bu başkalık, yazılarının ruhunu meydana getiren yol ve yöntemle başlı başına bir araştırma ve değerlendirme konusu olabilecek niteliktedir. Herhangi bir kitabında fark edilebileceği üzere, yazılarının kurduğu evren oldukça vasi idi ve orada her ırktan, renkten ve her dilden insanlar ikâmet ediyordu. Onlar bizden biz onlardan ayrı düşmüş olsak da, birbirimiz, bedenen görmesek de her biri kardeşimizdir. Âkif Emre yazıları, en başta ilkesel olarak hep bu kardeşliği hatırlatıyor ve bize bunu söylüyordu. Söyledikleriyle günlük yazı ya da anlatım dilini aşıyor; birleştirici, değerler inşa edici bir dille konuşuyordu. Âkif Emre’nin kitaplaşan entelektüel mirasıyla daha net görülmektedir ki o, bugünün ihtiyacı olan bakış ve bilincin örneklerini, yolunu ve yöntemini âdeta bizler -ve bugünler- için bir hafıza ödevi yüklenerek bütün külliyatıyla ortaya koymuş. Bu da onun ‘başkalığı’nın bir başka göstergesidir.

Şahit olduğu bir olayı 10 yıl arayla kaleme aldığı ve onca yazısı arasında bendeki ışıldayan Âkif Emre portresini her seferinde tüm hissiyatı ve samimiyetiyle gözümde canlandıran iki yazısının ilgili kısımlarını paylaşmak istiyorum. İlki, İz’ler kitabında yer alan “Dünyanın En “Yahşi” Çocukları[1] yazısının bir bölümü: 

“Kasım 1984, Lahor

Mansura’nın İngiliz tarzı geniş bahçesinde Mahmut’la birlikte oturuyoruz. Lahor’un insanı bunaltan, tozlu sıcaklığının yerini ikindi vaktinin serinliği almaya başladı. Şehrin yavaş akan ritmiyle tam bir tezat oluşturan karmaşasından kurtulmak için iyi bir yer. Sakin.

Biz kendi aramızda konuşurken Mahmut’un dile karşı duyarlı kulağı, hiçbir şey anlamadığım Urduca, Pencabice sesler arasından bir şeyleri ayırt etmesini bildi. “Bunlar bizim hemşehrilere benziyor” diyerek ayağa kalktı. Gerçekten az ilerde kendi halinde dolaşan iki çocuk hiç de buralı gibi görünmüyorlardı. Evet konuştuklarının artık aşina olmaya başladığım Özbekçe ya da ona benzer Türk dillerinden birine ait olduğunu ben de kestirmiştim. Ama burada ne işleri olabilirdi ki bu çocukların.

Mahmut’la birden yanlarına yaklaşıp nereli olduklarını sormamızla, kendi dillerinden bir hitapla karşılaşmış olmanın sevinciyle yüzleri gök gibi gülümsedi. Berrak gözlerinden ışıltılar yayıldı. Belki 12 yaşlarında ancak vardılar. Başlarında Uygur takkesi, açık tenleriyle Pakistanlılardan hemen ayırt edilebiliyordular.

Doğu Türkistanlı Uygulardandılar. Sanki onlara dünyaları bahşetmiştik. Henüz geleli iki hafta olmuştu. Ve ilk defa yabancı birisi anadilleriyle kendilerine hitap ediyordu. Fena halde sıkılmışlardı. 15 kadar vardılar. Yaşları 10 ila 15 arasında değişen dünyanın “ebedi masum çocukları”ydılar.

Aileleriyle birlikte, ilk defa çıkan hac iznini kullanarak Mekke’ye gitmişler; dönüşte dinî eğitim almaları için aileleri onları buraya bırakmıştı. Beş yıldan önce aileleri yurtdışına çıkamayacakları için annelerini bu süre zarfında göremeyeceklerdi. Bir anne için ne dayanılmaz hasret. Ama din hepsinin üstünde geliyordu.

Sonra diğer arkadaşlarını çağırdılar kaldıkları binadan. Sanki dünyaları bahşetmişiz gibi gök gibi, gülümseyen çehrelerle karşımızda halka oldular. Sorduğumuz “Kandaysız?” (nasılsınız) sorusuna gelenek olduğu üzere hepsi sırayla, ellerini sol göğüslerine bastırarak, teker teker “Pek yahşi” diye cevap vermeye başladılar.

Sıra, halkanın en sonundakine gelmişti ki, dünyada işetebileceğim en harika cevabı verecekti: “Men munların hemisinden pek yahşiyim…”

Aylar sonra, Çin Büyükelçisinin Mansura’ya gelerek bu yahşi çocukları tespit ettiğini ve Pakistan’a baskı yaparak henüz başladıkları dinî eğitimlerini yarıda kestirerek sınır dışı edildiklerini öğrendim.

Dünyanın en yahşi çocuklarını hiç unutmayacağım. Ve hele hepsinden daha yahşi olanını hiç ama hiç unutmayacağım.

Nasıl unuturum.”

23 Nisan 2000 tarihinde yayımlanan bu yazıdan sonra, kaderin bir cilvesiyle ‘yahşi çocuklar’la 10 yıl sonra tekrar karşılaşan Âkif Emre, bu karşılaşmayı, önceki karşılaşmayı da bize hatırlatarak “Dünyanın En Yahşi Çocukları Büyümüş[2] başlığıyla 27 Nisan 2010 tarihinde bizimle paylaşacaktır. Yazının başında yer alan ve tekrar olmaması adına buraya almadığımız bölüm, önceki karşılaşmayı anlatmakta; aşağıya aldığımız bölüm ise son karşılaşmayı konu edinmektedir:

….

2010 İstanbul…

Elli altmış kadar Doğu Türkistanlıya konuşmak için masaya geçtim. Pek çoğunun Türkiye Türkçesini zor anladığını hissediyordum. Alınlarındaki şafaktan kalma aydınlığı görüyorum her birinde… Gök gibi derin ve sessiz her biri. Vakar bu olsa gerek.

Nereden başlamalı ve anlatmalıydı…

Endülüs’ten yeni gelmiştim. Yani İslâm medeniyetinin en batıdaki yitik vadisinden. Karşımda medeniyetimizin en doğudaki vadisini yeşertmeye çalışan turabi alınlar…

Birden yıllar öncesine gittim ve İzler’de de anlattığım Lahor’da karşılaştığım “dünyanın en yahşi çocukları”ndan söz etmeye başladım.

Ön sıradan bir el kalktı ve: “Ben de o çocuklar arasındaydım…”

Hayat, kader, sevinç, burukluk… her şeyin özeti buydu.” (27 Nisan 2010)

Âkif Emre’ye özlem ve saygıyla… Ruhu şâd olsun.


[1] Âkif Emre, ‘İz’ler, Büyüyenay Yayınları, İstanbul, 2015, s. 77-79.

[2] Âkif Emre, Sınırsız İşgal Haritaları, Birinci Kitap, Büyüyenay Yayınları, İstanbul, 2024, s. 228-229.