“Vatansız” olmayı özgür olmanın bedeli diye düşünürdü hep. Şimdi geceden onuru ve hürriyetiyle çıkan bu cesur millete bakınca, aslında vatan ve hürriyetin birbirine ne kadar yakıştığını fark etti.
Rahime YÜKSEL
İMH Anadolu Teşkilatlanma Başkan Yardımcısı

“Yaz akşamları, şu tatlı boğaz havası gibisi yok!” diye düşündü, iyice alçalıp kanatlarını hafifçe suya değdirirken. Islaklığın da, hafif esen rüzgârın da, iyot kokusunun da tadını çıkarıyordu. Süzülüp kıyıda bir köşe buldu kendine, küçücük bir kuş köşesi. Şöyle bir silkindi. Kanatları kabardı, biraz gurur biraz da zevkle pırıl pırıl tüylerine baktı. Bir yandan boğaz trafiğini seyrediyor, bir yandan da, bu memleketi, bu şehri neden bu kadar sevdiğini düşünüyordu. Bu sevginin başı sonu, ucu bucağı yoktu. Büyük büyük ataları, bilge bilge kuşlar anlatırlardı. Kuş diline çok yakışırdı Osmanlı sevgisi, Türk hayranlığı. ‘Gurabahane-i Laklakan’ terkibini de, bu göçmen ve gariban kuşları koruyup kollayan, sarıp sarmalayan, sevip iyileştiren kurumu da pek bir severlerdi. Kuşlar bu topraklarda emniyetteydi, kendilerine özel hastaneleri vardı. Daha ne olsundu. Kuş evlerini de unutmamak lazım tabii. Çeşit çeşit, minyatür sarayları andıran, kuşları yağmur ve güneşten koruyan evler. Merhametin anavatanıydı Osmanlı. Hayvanlar da can taşıyordu ve insanlar kadar değerliydi. Aç kalmazlar, evlere, camilere, külliyelere komşu bu kuş sarayları sayesinde sıcaktan ve soğuktan korunurlardı.
Bir sebep daha vardı kuşlarla Türkleri birbirine bağlayan: özgürlük aşkı. Ezelden beri, özgürlüğe, bağımsızlığa, istiklâle, her türlü ifadesiyle hürriyete düşkündü bu millet. ‘Ya devlet başa, ya kuzgun leşe’ der, boyun eğmektense ölmeyi yeğler, tökezlediği anda silkinir, yepyeni bir devlet kurardı.
‘Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım’ der,
‘Kesilir belki fakat, çekmeye gelmez boynum’ diye eklerdi. Tarih boyunca böyleydi. En azından kuş dedeler, nineler böyle anlatırdı.
Kuş evleri de, hayvan hastaneleri de hâlâ varlığını sürdürüyordu. Gurabahâne-i Laklakan bile aynı isimle yeniden açılmıştı. Yani hayvan sevgisi bâkiydi. Fakat bu güzel millet hâlâ özgürlük aşkıyla yanıp tutuşuyor muydu?
Geçmişe yaptığı bu yolculuğu yeterli bulan kuşumuz, gecenin karanlığında İstanbul’un cadde ve sokaklarında süzülürken bir gariplik fark etti. Yollar, caddeler boştu. Köprüde tanklar ve askerler vardı. Havada uçan savaş uçaklarının sesi ortalığı inletiyordu. 15 Temmuz’a yakışan bir yaz hareketliliği yoktu. Sanki hava ile beraber, her şey kararmıştı. Sesler, renkler, adımlar, havadaki oksijen, denizdeki tuz, köprüyü elinde ağır silahlarla kuşatan yüzler, bilinmezlikle titreyen gelecek, kuş evleri, ay ışığı… Sanki bir dönüşüm, bir yıkım, bir kıyametin ayak sesleri Anadolu toprağını zehirliyordu. ‘Kuzgunlar leş arıyordu.’
Bu gizemli ve puslu ıssızlık bir süre devam etti. Küçücük kuş kalbi, bu gürültülü sessizliğe daha fazla dayanamayacaktı ki, ellerinde bayraklarla akın akın sokaklara, caddelere akacak insan selinin, ilk ve şerefli adımlarını fark etti. Adımlar da, adamlar da, kadınlar da gittikçe büyüyor, çoğalıyordu. Ziftli, yapış yapış katran karası gece tam kanatlarını kaplayacakken, özgürlük aşkıyla dolu kalplerin havaya karışan hafifliği, kanatlarını âdeta kendiliğinden havalandırdı.
Kendi iradesiyle seçtiği hükümeti devirmeye kalkanlara karşı, ayağa kalkmıştı millet. Şerefli Türk ordusunun içindeki hain bir azınlık, önce karanlık bir gece, sonra ise daha karanlık bir gelecek planlamıştı. Milletin bağımsızlığını ayaklar altında çiğnemeye hazırlanıyorlardı. Postalları kirliydi, üniformaları ihanet kumaşıyla dikilmişti, düşman yerine kendi halklarına doğrulttukları silahları ise, merhamete gelmiş ağlıyordu.
Günlerce, aylarca hatta yıllarca bu korkunç ve acımasız plan için hazırlanmış olan güruhun, hesaba katmayı unuttuğu bir şey vardı: halkın özgürlük tutkusu. ‘Ben bile kuş aklımla, bu millete boyun eğdirilemeyeceğini biliyorum,’ diye söylendi. Bu hainler bunu nasıl göz ardı etmişlerdi. Belki kendilerinde olmayan cesareti, millete de yakıştıramıyorlardı. Fakat kendi seçtikleri başkanlarının çağrısıyla, cadde ve meydanları dolduran bu etten kemikten nehir, adeta çağlıyordu ve işte karşılarında dimdik durarak onlara meydan okuyordu.
Sadece İstanbul’da değil, bütün ülkede çağlıyordu bu hürriyet şelalesi. Bayraklar dalgalanıyor, sala ve tekbir sesleri ihanetin karanlığını bıçak gibi kesiyor, sızan ışık hainlerin gözlerini yakıyordu. Atılan bombaların sesi ve gücü, bu özgürlük dalgası karşısında çaresiz inilti ve fısıltılara dönüşüyordu. Yaşlı genç, kadın erkek, güçlü zayıf herkes sokakları doldurmuş; tankların, silahların, tehditlerin ve ihanetin önünde özgürlük şarkıları söylüyor, tekbir getiriyordu. Bu heyecan ve coşkudan bir madde terkip etme imkânı olsa, bütün dünyaya yeterdi. Dünya hürriyet diye döner, kuşlar özgürlük diye uçar, hatta artanı da diğer mahlûkata kâfi gelirdi. Gece boyu dönüp durdu kuşumuz. Saatlerce bu şanlı mücadeleyi izleyerek, kilometrelerce uçtu.
Darbe isteyenler, özgürlüğü elleriyle boğmaya çalışanlar, büyük bir sukut-u hayâle uğramıştı. Karanlık; onlarla birlikte ve bir parçası hep onların yanında kalmak üzere, terk edip gidiyordu memleketi. Işıl ışıl bir gelecek, pırıl pırıl bir hürriyet, daha güçlü bir millet bırakıyordu geride, cumhurun sayesinde.
Şafakla beraber, bu uzun gecede ödenen bedeller de gün yüzüne çıkıyordu. Kanlarıyla demokrasi tarihinin bu temmuz sayfasını tezhip edenler, korkusuz yürekleriyle tankların ve askerlerin karşısına çıkıp meydan okuyarak bir cesaret salgını başlatan kadınlar, yaşları çok fakat heyecanları daha çok olan, gençlerin elinden tutan, kendilerini ukbaya; gençleri yarınlara uğurlayan ihtiyarlar, gencecik kalplerinde adeta asırlık çınar gibi kök salmış vatan sevgisi gezdirenler, canını elinde bir mendil gibi sallayarak, bayrağı ise sımsıkı tutarak zulme siper olanlar…
Biraz rahatlama, çokça hayranlık ve daha çok da dua ile izledi olanları özgür kuş. Kendi sıfatına şöyle bir baktı: ‘özgür’ kuş. Tamam özgürdü, âdeta özgürlükle ayrılmaz bir tamlama olmuştu, yan yana çok güzel duruyorlardı. Fakat bu özgürlük için hiçbir bedel ödememişti. Onunki kendinden bir hürriyetti. ‘Vatansız’ olmayı, özgür olmanın bedeli diye düşünürdü hep. Şimdi geceden onuru ve hürriyetiyle çıkan bu cesur millete bakınca, aslında vatan ve hürriyetin birbirine ne kadar yakıştığını fark etti. ‘Kendi vatanında özgür olmak’ uğruna her şey, her sevgi, her duygu geride bırakılmıştı. Bir vatana bağlı olmak, özgürlüğe engel değildi. Bilakis vatan üzerinde yeşeren ve kök salan bir hürriyet aşkının üstesinden gelinmesi çok güçtü. Yurtsuz bir kuş olarak, yurdunda özgür olmak için kalpleri avuçlarında gezenleri, ancak anlıyordu. Bu takdir duygusuyla irkildi, heyecanlandı. Her bir şehidin yanından usulca uçup, her birinin alnından şefkatle öpüp, artık başka âlemlere uğurlanan ruhlarına eşlik etmek istedi.
Aradan asırlar geçmişti fakat kuş atalarının anlattığı hikâyelerle bu gece burada yazılan destan çok benzerlik gösteriyordu. Vatan sevgisi ve özgürlük tutkusuyla yoğrulmuş bu millet âdeta kendi bedeninden sağlam bir gelecek kuruyor, bu uğurda canını hiçe sayıyordu.
Usulca havalandı, duaları da havalandı onunla birlikte. Önce düşmanın büyüğüne, koca yüreğiyle kurşun sıkan ve defalarca şehit olan yiğit askerin ruhunu okşadı. Kuş tüyü bir okşamaydı bu, hiç incitmedi. Baba oğul şehadete koşan iki kişinin hızına, kuş haliyle zor yetişti. Hemen yanlarında, dört çocuğunu evde bırakıp vatanı korumaya koşan bir anne vardı. Onu da kanatlarıyla şehadete uğurladı. Etraf gittikçe kalabalıklaşıyordu. Ne çok şehit verilmiş, ne çok kişi yüzünde bir gülümseme ile uzun yola çıkmıştı. İki kardeş yan yana ve konuşarak yol alıyordu. Kanatlarıyla okşadı onları. Fark etmediler bile. Bir fotoğrafçı, özgürlüğün yanında taraf tutmak için, vatan sahibi olmak için vermişti canını. Elli yaşlarında bir kadın, tankın altında şehit olmuş, bu şehadetin ağırlığıyla bütün tanklar ezilmişti. Kadın polisler vardı, gencecik. Ruhları gecenin karanlığından kaçmış, kendilerine okunan dualarla ferahlamıştı.
Geride çocuklarını bırakan annelerin vatan aşkı, evlat sevgisiyle birleşmiş onların yaralarını sarıyordu. O yaralara da usulca uzandı kuşun kanadı. Hafifçe kanadı.
Sabahında, gecesinin katranından iz kalmayan, sadece cesaret ve kahramanlık hikâyelerini çoğaltan bu gün geride kaldı. Kuşlar, bu milletin özgürlük aşkından utanıp, kendi özgürlük iddialarından vazgeçti. Belki kimse fark etmedi, fakat bizim kuş ve arkadaşları, her göç sonrası yurda döndüğünde önce şehitlerin ruhunu okşadı, sonra boğaz havasını içine çekti.