Kemal Sayar ile Mahremiyet Üzerine

Marmara Üniversitesi Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Kemal Sayar ile mahremiyeti konuştuk.

İstifadenize.

İNSİCAM

Sayın Hocam, mahremiyeti nasıl tanımlamamalıyız? Mahremiyet ne değildir?

Mahremiyetin olduğu yerde sınır vardır. Ancak mahremiyeti tanımlarken belli kavramlarla sınırlı kalamayız. Bireye özel alanların tamamı için kullanılabilen bir tanımdır. Sadece gizlilik demek değildir ve özel olan, kişisel olan anlamına gelir. Mahremiyete yapılan en ufak bir saldırı aslında topyekûn kişinin kendisine yapılmış sayılır.

İnsan, mahremiyet alanlarını nasıl belirler? Mahremiyet fıtri bir ihtiyaç mıdır yoksa bir zaruret midir?

Bizim için önemli olan mahremiyet alanını belirlerken neyi, nasıl, nerede ve ne ölçüde yapma özgürlüğümüzün/sınırımızın olduğunu bilmektir. Mahremiyet, nezaket ile, duygular ile, sınırlar ile bağlantılıdır.  Sosyal sınırların çizilebilmesi ve hayır diyebilme becerisi kazanmaktır Sosyal hayatımıza ve yaşamımıza mahremiyeti ne kadar entegre edersek; kendimizi ve çevremizi o kadar iyi tanır, sınırlarımızı daha doğru belirler ve yaşam kalitemizi arttırırız. Mahremiyet hem fıtri bir ihtiyaç hem zarurettir. Her insan kendisine ait olan bir alana ihtiyaç duyar ve bu alanın ihlal edilmesi ona zarar verir. Ayrıca zaruretten kaynaklanır çünkü zarar verdiği noktada tüm özgürlükler sona erer. Mahremiyet kavramı olmadığında herkes her konuda diğerinin üzerinde hak iddia eder.

Gençlerin sosyal medya ve tüm diğer dijital platformlarda kişilik, sınır ve özel alanlarına dair bilinçlerini nasıl artırabiliriz?

Sosyal medya ve teknoloji kullanımı, özünde merak duygusunu barındırır. Ve merak, aslında hem çocuk hem de yetişkinler için doğal bir süreçtir. Ancak önemli olan merak duygusunun doğru bir şekilde giderilmesi ve özellikle çocuklarda gelişim sürecine zarar vermemesinin sağlanmasıdır. Teknolojinin bir amaç değil araç olduğunu daha çocuk küçük yaşlardayken öğretmek yerinde olacaktır. Bu çağlarda önce kendisine saygı duymayı, öz şefkati, merhameti ve duyarlılığı çocuklara aşılamalıyız. Doğru anne baba tutumlarıyla evlatlarımızı yetiştirmeliyiz. Çocukluk çağında ve sonrasında her türlü ihmal ve istismardan korunabilmek için; psikolojik dayanıklılık, mahremiyet bilinci, öz güven becerileri ve hayır diyebilmek hayati önem taşır. 

Dijital dünyanın da etkisiyle gittikçe daha şeffaf toplumlar olmaya eviriliyoruz. Bu durumda teşhir, yeni toplumsal normalimiz mi oluyor?

Şair İsmet Özel’in de ifade ettiği gibi “Dilce susup bedence konuşulan bir çağda…” mahremiyetin yerini iyi belirlemek gerekir. Sosyal mecralar çoğumuzun hayatını daha gürültülü ve görünür hale getirdi. Hayatımızda sosyal mecraların fazlaca yer almaya başlaması ile mahrem sınırlarımızda, bir takım tutum ve davranışlarımızda, ihlaller yaşar olduk ve bu ihlalleri hem kendimiz hem başkaları için normalleştirmeyle karşı karşıya kaldık. Bu mahremiyet ihlallerini kendi irademizle, bile isteye yaparken, bu ihlaller beraberinde duyarsızlaşmayı da getirdi. Fark edilme arzusu, görünme isteği ve sosyal mecralar aracılığıyla var olabilme ihtiyacı ister istemez hayatlarımıza olumsuzluklar olarak geri döndü. İçsel mutluluk kaynaklarımızı unuttuk. Ne sosyal hayat mahremiyeti ne özel hayat mahremiyeti ne ilişki mahremiyeti ne bilgi mahremiyeti kalmadı. Bunu değiştirmek de bizim elimizde.