Kalkmayacak Bir Enkaz

Toplumsal hafızamızın balık gibi olduğunu hepimiz biliyoruz. Yaşadığımız onca yaşanmışlık, herhangi bir gündem maddesiyle unutulur hemen bu diyarlarda. Maalesef ki unutmamamız gereken bir acımız daha yaşandı ülkemizde.

Mehmet YETİM

Dönüp duran bu dünya, insanoğluna her şeyi yaşatarak öğretiyor. Yarına dair planları, hevesleri ve bir sürü heyecanın sönüp kaldığı bir yerden bahsediyorum. Âdemoğlu yeryüzüne indiğinden beri dünyanın derdi de problemleri de bitmedi. İnsanın tabiatıyla alakalı bir durum sanırım. Başka bir şekilde de düşünmek mümkün pek tabii. İnsanın ve insanoğlunun ekip biçtiği dünyanın yazgısı da diyebiliriz.

Modern dünya, kendisine bir cennet kurma peşindeyken kendi kuyusunu kazdığının farkında mı? Her geçen gün Yaratıcı ile olan bağımızın giderek azaldığı dünyamızda, insanoğlu kendine mezarlar kazmakta. Kendi inşa ettiği mekanlarda, kendinin bütün yaşam biçimini şekillendirecek mekân, şehir tasavvurlarımızın bu kadar ıskalandığı bir aymazlığı yaşayarak tecrübe ediyoruz. Şehirlerimizin inşasında insanca yaşama ideali var mıdır, pek emin değilim. Uzun yıllar Türkiye’de bu meseleyi kendine dert edinen mimar, şehir plancıları ve diğer bilim dallarında olan insanların emekleri ve çabaları, para ve siyaset karşısında ne kadar kale alındığını sormamıza gerek yok sanırım.

Sorularımız, anlamlandıramadıklarımız ve bütün çaresiz bakışlarımızla, kendi zihnimizdeki gerçeklerden şehirlerimizin gerçekliğine seyrü sülûk ediyoruz. Mabetlerimizden, kendimize yer edindiğimiz mekanlardan ve doğadan bakıyoruz, kibir abidelerine. Modern insan, kendisine bunu reva görmüştür; şehri bedevileştiren modern plaza dikenlerini dikerek. Dikenler içinde kalan insan, kendini de bedevileştirdiğini görebilir mi ya da bunu fark etme ihtiyacı duyar mı? 

Toplumsal hafızamızın balık gibi olduğunu hepimiz biliyoruz. Yaşadığımız onca yaşanmışlık, herhangi bir gündem maddesiyle unutulur hemen bu diyarlarda. Maalesef ki unutmamamız gereken bir acımız daha yaşandı ülkemizde. Deprem bir kez daha en acı şekliyle canlarımızı yakarak gösterdi kendini. Ülkemiz acı bir sabaha uyandı. Tam olarak ne olduğunu idrak edemedik en başta. Türlü türlü haberlerin dolaştığı bir günde, yapılan istişareler sonucu ilk gün 16 kişilik ekibimizle Adıyaman’a doğru hareket ettik. Bizim için hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı günleri yaşayacağımızı bilemeden düşmüştük yollara. Bastıran kar, tıkanan yollar derken ertesi gün ulaşabilmiştik Adıyaman’a.

Ne yapmamız gerekiyor, ne yapılıyor, sorularının hakim olduğu kaos içindeki bir şehirde bulmuştuk kendimizi. İnsanlarımızın çaresiz bakışları, siren sesleri ve bir sürü acının yoğurmaya başladığı bir şehirde, hafızalarımızın unutmayacağı gerçeklerle yüzleşmiştik. Vakit kaybetmeden daha önce planladığımız üzere insani yardım kısmında, insanlarımıza merhem olma niyetiyle çalışmalarımıza başladık. Lojistik merkez ve aşevi çalışmaları için merkezde bulunun sağlam kalmış bir liseyi kendimize yer edindik.

Nice öğrenilenlerin nice cümlelerin somutlaşarak zihnimde yerleştiği günler başlamıştı. Bizler bir vesileydik. Okulun kapısını açtıktan sonraki hiçbir şeyin bizimle ilgisi olmadığını derinden hissettim. Şöyle ki Rahmanın kulları birer birer gelip görevlendirilmiş gibi görevlerini yapıp yerlerine yenileri geliyordu sürekli.  Bir rahmet kapısı açılmıştı, binlerce insanımız için. 

Afet bölgesinde sürekli dile getirilen ilk şeylerden birisi; ilk günlerdeki koordine olamama durumu idi. Yıllardır süregelen ortak akıl ile işlerimizi yapma, aktif istişare, kültürümüzün bir parçası oluşu sebebiyle sahada çok kolay organize olmuştuk. Her zaman bunu çok önemsiyoruz çünkü dünyada kötülük, yapısı itibariyle çok organize bir şekilde işliyor. İyilerin de bu kötülüğe karşı proaktif bir şekilde organize olması gerekmektedir. Bu konuları ıskaladığımız takdirde Müslümanların varoluş mücadelesi çok ciddi kan kaybına uğrayabilir, uğruyor da.

Oluşturduğumuz istişare mekanizması ile kararlarımızı almaya çalıştık. İnsani yardımın birçok yönü olması sebebiyle belli kararları almamız gerekiyordu. Bu doğrultuda iki temel fikrimiz vardı. Öncelikli olanlar ve önemli olanlar. Bizler ilk günlerde önemli olan öncelikleri gidermeye çalıştık. Temel barınmadan, beslenmeye ve giyim ihtiyaçlarına kadar elimizden geldiğince dağıtım yaptık. Sürekli gelişen yeni hallere hızlıca adapte oluyor ve her günün ardından istişare ile ne yapmamız gerektiğine karar verip yeni gün için biraz dinleniyorduk. Gecelerin olağanüstü soğukluğu, çocukların ve kadınların daha fazla zorluklar yaşaması hepimizi çok üzmüştü. İlk birkaç gün sonunda onları düşünen müslüman kardeşlerinin yardımları çabucak yetişmişti. Biberonundan bezine, kadınlar için hazırlanmış özel paketlere kadar her şeyiyle ince düşünen insanların olduğunu gören depremzede kardeşlerimiz, buruk ve mahzun bir şekilde bu kardeşliği hissetmişlerdi.

İlk günler daha acil olan şeylere yönelen ekiplerimiz daha sonraki günlerde depremzede kardeşlerimizin manevi olarak da yanında olmaya çalıştı ve halen de bu yolda çalışmalar yürütülüyor. Çocuklarımız için canlı kitap okumaları, sportif faaliyetler, çizgi film izleme saatleri gibi birçok hayata adapte etme çalışmaları yapıldı. Bu tür faaliyetler maddi yardımlardan belki de daha önemliydi. Travma içindeki kardeşlerimizin hayata, sevgiye, ilgiye ve samimi hislere ihtiyaçları var. Deprem arkasında kocaman bir yaşanmışlık bıraktı, ilk günlerin hızlı solunan havası yavaş yavaş buralarda dinginleşmeye başlamakta. Belki de her şey yeniden başlıyor. Kardeşlerimizin yanında durmak, onların yalnız olmadığını, maddi ve manevi olarak her açıdan hissettirmek durumundayız.

Bu hisleri düşünenler de vardı.  Genç Hareket Ankara Kız Birimi’mizin hazırladığı “Tebessüm Paketleri” bölgedeki bir amcamız tarafından şöyle karşılanmıştı:

“Şu çocuklarımızın yüzünü güldürüyorsunuz ya! Bu her şeye bedel.” diyerek memnuniyetini dile getirmesi bizler için çok anlam ifade etmekteydi. Ankara’dan gelir bazen tebessüm, türü itibariyle maddeyle alakası olmayan. Kadınları düşünen incelik paketleri İstanbul, Konya’dan gelir. Irak’tan gelir ısıtıcılar ve bilinmeyen bütün Hızırlar bütün İslam beldelerinden. Düşünülmek gibi bir nimeti insanımıza tattırırlar.

Bu ihtiyaçlar sanıldığı gibi sanal mecralardan sağlanmıyor. Sanal ortamlardan konuşmakla da çözülmüyor. Şu bir gerçek ki sosyal medya gerçekleriyle uyuşmayan bir saha var. Bu ülkenin gerçek sahiplerinin sahiplendiği bir mücadele var. Çaba gösterenlerin eline telefon alamayacağı, böylesi bir kriz durumunda herkesin önce insan diyerek karınca gibi çalıştığı bir gerçeklik var. Erdemli insanların fedakârca didindikleri emekler. İyilerle beraber olmak, yol yürümek en büyük nimetlerimizden. İyiler, görevlerini görünme kaygısına düşmeden yapmaya devam ediyor. İyilerin kendi ellerindeki vazifelerden, tevazularından dolayı görünme kaygıları yoktu hiçbir zaman. Bir de azınlık olan kötüler var. Ve bu azınlığın sesi her zaman olduğu gibi çok fazla çıkmakta. Bizlerin bu topraklarda çok fazla yapacağı işler var. Sadece insani yardım ile kısıtlanamayacak bir şekilde bütün kurum ve kuruluşlarımızla, yapılanmalarımızla bu ülkenin inşasında çok fazla etkili olmamız elzem. Şehirlerin inşasından eğitim sistemine varıncaya kadar nitelikli, sahici cümleleri bizler kurmak durumundayız. 

Geride bu depremin bıraktığı kocaman bir enkaz kaldı. Bir enkaz ki hiçbir zaman yerinden kalkmayacak. Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak, ne depremzedeler için ne de oraya gidenler için. Giden canlar, kalanların içinde kalarak gitti. Hiçbir zaman onları tam manasıyla anlayamayacağız. Sadece yanlarında olmaya çalışıyoruz, ne kadar olunamıyorsa o kadar olamıyoruz.