Âkif Emre’nin İslâmcılık Anlayışına Dair Notlar

Âkif Emre bu tanım ve girişle aslında zannedildiği gibi İslâmcılığın salt reaksiyoner ve refleksif bir tavır olmadığını izah etmiştir. Evet İslâmcılığın reaksiyoner ve refleksif bir yapısı vardır. Fakat bu yapı, düşüncenin tamamı şeklinde okunamaz. Reaksiyoner yapısının temelinde uzun süreli bir oluşum ve dünyadaki farklı anlayışlardan beslenen bir birikim mevcuttur. Bu birikim anlaşılmadıkça ve konuşulmadıkça yapılan analizler eksik kalacaktır.

Burak ÇETİK

Editör-Yayıncı

Âkif Emre’yi vefatından sonra tanıyanlardanım. Bu durumdan her ne kadar mahzun ve mustarip olsam da hâlâ kendisini tanımayanların olduğunu düşününce, sonradan tanımanın da önemli bir nimet olduğunun farkındayım. Türkiye’yi, dünyayı ve Müslümanları çok iyi okuyan, yaptığı tespit ve eleştirilerle ufuk açan, klas duruşunu hiç bozmayan önemli bir entelektüel hakkında yazmak biraz zor. Fakat en azından biraz da olsa kendisini okuduğumda çıkardığım notları derlemek kendim için çift taraflı bir fayda sunuyor. 

İlk faydası kendisiyle belki tanışmamış insanların bu yazı vesilesiyle tanışacak olması. İkinci faydası ise kendime ait notları derlemem neticesinde dağınık olan notlarımın belli bir kisveye bürünecek olması. Bu faydaları gözeterek Âkif Emre’nin İslâmcılık anlayışı üzerine yazmaya cesaret ettim. Bu yazıda Âkif Emre’nin İslâmcılığa dair fikirlerinin hepsini zikretmemiz oldukça zor. Zira bunun için uzun soluklu bir çalışma gerekiyor. Aynı zamanda derginin sayfa sınırını da aşmamak gerekiyor. Not olarak söylemek gerekirse bu yazı Âkif Emre’nin İslâmcılık anlayışını öğretmek iddiasında değil, yazarın öğrenme ve anlama çabasının bir ürünüdür. 

İslâmcılık nedir? Ne değildir?

Âkif Emre İslâmcılık ile alakalı konuşmadan evvel bir meseleyi izah ederek girizgâh yapılması gerektiğini söylüyor: “İslâmcılık Türkiye’de her zaman için bu toplumun dinamik unsurlarına yaslanan ve “kültürel ve toplumsal” meşruiyete sahip tek akımdır.” (Müstağrip Aydınlar Yüzyılı-19) Meseleye giriş yaparken İslâmcılığın her daim topluma söyleyecek bir sözünün olduğunu anlamak gerekiyor. Zira toplumun ruh kökünden beslenen yegâne düşünce İslâmcılıktır. İslâmcılığın her zaman topluma söyleyeceği bir sözünün olduğunu ve bu sözün ülkedeki dinamizmi nasıl etkilediğini şu şekilde açıklıyor: “İslâmcılar’ın bu ülkeye ilişkin, dünyadaki Müslümanlara ilişkin, İslâm medeniyetinin geleceğine ilişkin her zaman söyleyecek sözleri, entelektüel çabaları olmuştur. Bu anlamda İslâmcılar; sürekli olarak bir iddia sahibi olmuşlar, bu iddialarını değişik platformlarda sürdürmeye çalışmışlardır. Bu iddianın sürdürülebilir olması, bir bakıma bu ülkenin dinamizminin göstergesi olmuştur.” (a.g.e-19) 

Bu görüşüne ek olarak İslâmcılık düşüncesi bir bakıma modern döneme söz söylemek, yeni teklifte bulunmak, bu sorumluluğu üstlenmektir şeklinde yaklaşıyor meseleye. Aynı zamanda İslâmcılığın kadim medeniyetin dirilişinde rol oynayacak yegâne anlayış olduğunu ifade ediyor. Yani İslâmcılık kendini tekrar eden, durağan bir ideolojik anlayıştan ziyade; belli sabitelerini koruyan, ilkelerinden taviz vermeyen ve dönemin tüm azgınlıklarına karşı mücadele edebilen bir anlayışa sahiptir.

İslâmcılığın, topluma hitap eden diğer anlayışlardan farklı iki yanının olduğunu söylüyor: “İslâmcılığın en belirgin vasfı; muhalif tutum ile ulus-devlet sınırını da aşan bir ümmet anlayışına sahip olmasıdır. Bu ülkenin çıkarları ile ümmeti kollama siyasetinin koordinatları burada kesişiyor.” (a.g.e-21)

Âkif Emre bu tanım ve girişle aslında zannedildiği gibi İslâmcılığın salt reaksiyoner ve refleksif bir tavır olmadığını izah etmiştir. Evet İslâmcılığın reaksiyoner ve refleksif bir yapısı vardır. Fakat bu yapı, düşüncenin tamamı şeklinde okunamaz. Reaksiyoner yapısının temelinde uzun süreli bir oluşum ve dünyadaki farklı anlayışlardan beslenen bir birikim mevcuttur. Bu birikim anlaşılmadıkça ve konuşulmadıkça yapılan analizler eksik kalacaktır. Bu birikimin ümmet olma anlayışıyla alakası oldukça yüksek. Zira bilhassa Türkiye’de İslâmcılar ümmetin düşünce birikimi anlamında her rengini tanımaya karşı önemli bir iştiyak duymuştur. Âkif Emre’den okuyalım: “Türkiye’deki İslâmcılık birikimi, İslâm adına çıkan her oluşuma heyecanla yaklaşmış, düşünce ve tecrübesinden bir şeyler devşirmeye çalışmış olması, kaydedilmesi gereken bir özelliktir. İslâm dünyasında Türkiye’deki oluşumlar kadar, bulunduğu coğrafyanın dışındaki farklı deneyimlere karşı bu denli açık olan bir yapı az bulunur.” (a.g.e-25)

İslâmcılığın muhalif tavrının da yanlış anlaşıldığını düşünüyor Âkif Emre. Zira İslâmcılığın muhalefet anlayışı var olan her şeye muhalif olan anarşizmden ziyade var olmanın getirdiği bir konum tercihi ve yer alış şeklinde izah edilebilir. Bu durumu şöyle açıklıyor: “İslâmcılığın muhalif tavrını anarşist bir başkaldırı ile karıştırmamakta fayda var. Bu muhalefetin; suç ortaklığına girmemek, kendi medeniyet tasavvurunu şekillendirmeye, tez olmaya matuf bir “durum alış” olarak okunması daha yerinde olur.” (a.g.e-20) Bu muhalif tutumun, İslâmcılığın bir tezinin olmadığı şeklinde anlaşılmasının da sorunlu ve sığ bir anlayış olduğunu söylüyor. İslâmcılık başlı başına sistemli bir tez olarak ele alınmak zorundadır. Böyle ele alındığında İslâmcılığın muhalif yapısı da anlaşılmış olacaktır. 

Muhalefet noktasında aslında şu tespiti fikirlerini özetliyor. Âkif Emre İslâmcılığın modernizme muhalif bir anlayış olarak var olduğunu söylerken aynı zamanda modernizmin getirdiği sorulara da cevap olduğunu ifade ediyor: “İslâmcılık modernizme karşı olmakla beraber modernliğin doğurduğu sorunlara cevap arayışıdır. Zaten İslâmî düşünüş hayatiyetini, sürdürülebilir olmasını da bu ayrıcalıklı konumdan alıyor.” (a.g.e-31)

İslâmcılığın ne olmadığına dair tespitlerini yaparken temelde birkaç kavrama değiniyor; “muhafazakarlık, sağcılık ve Müslümancılık”. Bu kavramlarla İslâmcılığın karıştırılmaması gerektiğini ifade ediyor. Muhafazakarlaşma, var olan bazı konum ve kazanımların her ne pahasına olursa olsun korunması şeklinde anlaşılabilir. Son derece pragmatist bir kimliğe sahip olan bu tutumların İslâmcılığın önündeki en büyük tehlikelerden olduğunu da hatırlatıyor. Âkif Emre bu konuda şöyle söylüyor: “Geldiğimiz süreçte İslâmcılığın diri, düşünsel ve aksiyoner karakterini tehdit eden büyük kırılmalardan biri muhafazakarlaşmadır. Muhafazakarlaşma siyasal ve küresel iktidarlar karşısında uzlaşarak tezlerinden vazgeçilmesi karşılığında; adaletin, merhametin sesinin boğulması demektir. Bugün hem İslâmcılığın muhtevasının boşaltılmasına yol açacak hem de İslâmcılığın anlaşılmasının önündeki yanılsama muhafazakarlaşmadır.” (a.g.e-30)

Âkif Emre birçok portre yazısı yazmıştır. Kaleme aldığı yazılarda zihin dünyasını inşa eden isimler var. İslâmcılık anlayışını da besleyen bazı isimlerin hayatını yazmış kendisi. Bu isimler şu şekilde: “Mehmed Âkif, Necip Fazıl, Said Halim Paşa, Sezai Karakoç, Nuri Pakdil ve Aliya İzzetbegoviç.” 

İstanbul Tasavvuru

Âkif Emre’nin şehir tasavvuru için ayrı bir yazı yazmak gerekiyor. Fakat bir İslâmcının şehir anlayışına bilhassa İstanbul anlayışına dair bazı notları zikretmem gerekiyor. Zira İstanbul üzerine konuşanlar ve yazanlar farklı tezler ön plana sürüyor. Öncelikle şunu ifade etmek gerekir ki Âkif Emre şehirlerin kesinlikle müze olmaması gerektiğini savunuyor. Şehirler kendi içerisinde bir ruh barındırır. İstanbul bu ruhu taşıyan en önemli şehirdir. İstanbul’a sözde sahip çıkarak müzeleştirilip ruhsuzlaştırılmaya çalışılmasını şöyle eleştiriyor: “İstanbul’a sahip çıkmak adına onu müzeleştirmeye çalışmak bu şehrin ruhunu öldürmekle eş anlamlıdır.” (İstanbul’u yeniden düşünmek ve erguvannâme-52)

İstanbul’un ruhu demekle neyi anlıyoruz? İstanbul, peygamber müjdesine muhatap olmuş bir şehirdir. İlk etapta bunu unutmamak gerekiyor. İkinci olarak bu şehir, mozaik bir kültüre sahiptir. Çeşitli medeniyetlerin eklektik anlayışla inşa ettiği bir şehirle karşı karşıyayız. Âkif Emre bu çeşitliliği şöyle ifade ediyor: “İstanbul fethedildiği vakit Fatih Bizans’tan üç şey devraldı: Yunan felsefesi, Roma hukuku ve Ayasofya. Bu üçlemeyi biraz daha açacak olursak Batı medeniyetinin üzerinde yükseldiği üç şehrin İstanbul’da bir araya geldiğini fark ederiz.  Atina, Roma ve Kudüs…” (a.g.e-19)

İstanbul’un alınması aynı zamanda bir İslâm medeniyetinin Batı medeniyetine karşı galibiyetini simgeliyordu. İslâmcılık anlayışının hedeflerinden biri de Batı medeniyeti karşısında İslâm medeniyetinin tekrardan diriltilip galip gelmesidir. Günümüzde bunu şehir üzerinden okumamız mümkündür. Peygamberimizin müjdesinin devamlılığı bu galibiyetin de sürdürülebilir olmasıyla alakalıdır biraz da. Yani müjdelenmiş şehir fethedildi ve süreç bitti şeklinde yapılan okuma yanlış. Sözde kazanılan bir galibiyet değil bir medeniyet anlayışının mücadelesi olarak okumamız gerekiyor süreci. Bu medeniyet mücadelesi günümüzde hâlâ devam ediyor. Müjdeyi kazanma isteğiyle çalışmak gerekiyor yani.

Âkif Emre İstanbul’un ruhunu koruduğunu şu cümlelerle ifade ediyor: “Tüm şehirlerin umut olmaktan çıktığı şehirlerin ruhunun gömüldüğü modern imkânlar yığınından ibaret hale geldiği yeni yüzyılın başında İstanbul hâlâ ruhunu diri tutuyor, direniyor çürümeye karşı. Son sözünü söylemedi çünkü İstanbul. Çünkü İstanbul, ruhu olan, ruhunu koruyan bir şehir.” (a.g.e-21)

İstanbul ruhu olan, müktesebatı yaşatan ve İslâmcılığa dair temel anlayışları ifade edebileceğimiz bir şehir. Âkif Emre’den okunduğunda bir İslâmcının kaleminden İstanbul’un anlatılışına şahit oluyoruz. İstanbul’a dair yazdığım çeşitli yazılarda her zaman en önemli referanslarımdan birisi Âkif Emre oldu. Kendisi İslâmcılığın şehir tasavvuruna dair birçok açığı kapatıyor yazılarında.

Mimarî ile alakalı yaptığı “dünyanın en ideolojik mesleği” tanımını da şehir bahsinde zikretmemiz gerekiyor. Kendisi evlerimizi yapan mimarların ömür boyunca yaşamımızı şekillendireceğini söylüyor. Zira insanın mekanla ilişkisi, hayatını ve zihnini inşa etmektedir. Mimarların inşa ettiği yapıların neticesinde oluşan şehrin de zihnimizi inşa etmede geri kalır yanı yok. Şehrimizi inşa ederken zihinlerimizi de inşa ettiğimizi unutmadan medeniyetimizin şehir anlayışını esas alarak yeni teklifler üretmemiz gerekiyor. Yukarıda da değindiğimiz gibi İslâmcılık bu değil miydi zaten…

Yazının başında ifade ettiğim gibi Âkif Emre’nin İslamcılığı birçok noktadan okunabilir. Zira kendisi çeşitli konularda doyurucu metinler kaleme almıştır. Bu yazıda kendi aldığım notları derlemeye çalıştım biraz. Başlığı da o yüzden Âkif Emre’nin İslâmcılık anlayışına dair notlar olarak belirledim. Girişte Âkif Emre’nin yaptığı tanımlardan yola çıkarak İslâmcılığın ne olup ne olmadığını anlamaya çalıştım. Yapılan bazı eksik ve hatalı tanımlamaların önüne geçmek adına önemliydi bu. Günümüzdeki hatalı tespitlerin ve karıştırmaların da temelinde bu tanımlama problemi geliyor. Tanım yapılırken ne olduğu söylendikten sonra ne olmadığı da söylenmeli. İslâmcılık konuşulurken İslâmcılığın, sağcılık ve muhafazakarlık olmadığı hatırlatılmalı. Âkif Emre yazılarında bu ayrımlara sık sık değinerek meselenin sağlıklı bir düzlemde tartışılmasını sağlıyor.

Günümüzde en çok incelenmesi gereken mevzulardan birisi de şehir. Şehir, İslâmcıların gözünden okunmalı. Zira mimarî dediğimiz mesele yaşamımızın temelinde yer alıyor. Dolayısıyla bu konu İslâmcılık bağlamında daha çok tartışılmalı.

Allah, Âkif Emre’yi anlamayı ve anlatabilmeyi nasip etsin duasıyla.